Mülkiye’de spor önemliydi. İzmir’deyken, Karşıyaka Lisesi ve KSK Genç Takımı’nda futbol oynamış, hatta bir ara KSK takımının antremanlarına, Asım Kupası Maçlarına çıkmıştım. Mülkiyede derslerden sonra bizim meşhur spor salonumuza gider, Üstad Hüseyin Efendi’nin takibinde, basket oynardı. Ekibimizde, hocamız Uğur Korum, Ergin Günce, Cevat Manava, Ergün Sonsuz, soyadı Arıoğlu olan bir asistanımız vardı. Spor hayatımda futbolda vardı. Cebeci’de, Dr.Cemal Meriç adında bir diş doktorum vardı, kendisi o tarihlerde amatör birinci ligde olan, Cebecispor’un da başkanı idi. Benim futbol oynadığımı bildiğinden takımda yer almaya davet etti, hatta eğer bir arkadaşın varsa ona da ihtiyaç var dedi. Ben de Daver Şener’i önerdim. Daver ile 19 Mayıs Stadı’nda, Cebecispor’da oynadık. Ama Mülkiyede asıl keyifli olan wembley adını verdiğimiz arka bahçedeki akşam üzeri baklava turnuvası maçlarıydı. Bizim takımın adı Kellespor’du. Koç Tuncer, Sarı Metin, Macit, Aykut, Kerami, Uğur İnan, Gürel, Maxi Engin ve benden oluşuyordu. Rakibimiz ise Cece, Versan, Mison Aydın, Çetin Hacaloğlu, Kavun Teoman, Atilla Donat, Sandık Irmak, Nasır Turan’dan oluşan Kofano idi. Dört yıl boyunca devamlı maçlar yaptık. Biz çok kere iyi oynayıp, öne geçiyorduk, ancak kalecilerimiz Maxi ve Kerami’nin yenmeyecek golleri kabulü sonrası yeniliyorduk. Ancak mezuniyetten önce Ergin Görk isimli kalecimizi aldık, son gülen iyi güler kabilinden, onları hep yendik. Bu sonuçla mezun olduk. Bizim maçları tüm okul izler, tezahürat yaparlardı. Bir keresinde, arkadaşlardan birisi öyle bir şut attı ki, top ikinci katta bulunan dekanımızın odasından içeriye girdi. Topu almak üzere Ben, Uçar, Maxi güya takımın menajeri Birol ile dekanın odasına çıktık. O tarihte dekanımız Prof. Dr. Kemal Fikret Arık’tı. Hoca top elinde bizi bekliyordu. Meşhur sözlerinden birisini “Size öyle bir laf ederim ki, topun geldiği pencereden uçarsınız” dedi. Sonra gülerek, “alın topunuzu, maça devam” dedi. 

Bazı arkadaşlarımız ise iskambil, tavlayı çok severlerdi. Onların mekanı Ethem Efendi’nin kahvesi, Mete Okte’nin (Napolyon) eviydi. Aykut, Haldun (Ayhan Yaman), K.İlhan, Daver, Erhan Güven, Uçar başlıca müdavimlerdi. Ben oldum olası kağıt oyunlarından hoşlanmadım, Mülkiye’de bir ara satranç öğrendim. Mülkiye’den bahsederken, yılların kütüphanecisi Hüseyin Efendi’den söz etmeden olamaz. Hafızası müthişti. Kitapları ezbere bilirdi. Asıl özelliği kendi döneminde, Mülkiye’den gelmiş, geçmiş önemli mevkilere gelmiş, Mülkiyelileri okul numaraları ile bilir, anlatırdı. Kütüphanenin sağından çıkan merdivenlerde, ikinci katta, öğretim üyelerine çay yapan, güleç yüzlü, Hüseyin Efendi daha vardı. Çayları çok güzeldi, malzemeden çekinmezdi. Benim aram iyiydi. Bazen kız arkadaşımla onun çayını yudumlardım. Mülkiye denilince akla gelen mekanlardan birisi de, Sütunlu Salondu. Biz, birinci sınıftayken, üst sınıflar, orada olduğundan, sütunlu salonda gezmeye çekinirdik. Salonun tam orasında, bir Atatürk büstü, Atatürk’ün Mülkiyelilere hitabı ve bir fiziki Türkiye haritası camdan bir koruyucu içinde yer alırdı.  

Atatürk’ün, Mülkiyelilere hitabı şöyle idi; “Anadolu’nun en ücra köşelerinde, gezdiğimde hiçbir karşılık beklemeden, Vatan ve Milletleri için fedakarca vazife yapan Mülkiyeli İdarecilerle karşılaştım. Fevkalade bahtiyar oldum... Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur” 

Mülkiyeli için Atatürk sevgisi, onun ilke ve inkılaplarının yılmaz takipçisi olmak hiç sönmeyecek bir meşale idi. Sütunlu salonun, arka bahçeye, dışa çıkan kısmında, vestiyer ve mektuplarımızın geldiği posta kutuları vardı. O tarihlerde ne cep telefonu, ne fax, teleks, whatsaap, hiçbirisi yoktu.  Haberleşmeler mektupla yapılırdı. Telefon vardı ancak, şehirlerarası telefonla konuşmak deveye çanak atlatmak gibiydi, bağlanması saatler, hatta günler alırdı. Ben şimdiki nesillere bunları anlattığında inanamıyorlar, telekomünikasyon teknolojisi nasıl ilerledi. Elindeki telefonla, dünyanın öbür ucunu görüntülü olarak ara, konuş... 

Sütunlu salonda Mülkiyeliler, bir aşağıya, bir yukarıya dolaşırlardı. Son yıllarda sayıları artan kızların firikikleri merak konusuydu. Her yılın sonunda, Mayıs ayında, geleneksel sadece Mülkiye ve Mülkiyelilere ait olan “İnek Bayramı” yapılırdı. İnek Bayramı, Mülkiyeden mezun olanların, yolcu edildiği, hep birlikte kutlanan, birçok etkinlikten oluşan bir şölendi.. İdari, Hariciye, Maliye bölümlerinden mezun olanlar, fermanlar yazarak, Ateş Başı Sohbetleri yaparak, münazaralarla birbirlerine sataşırlar, en çalışkan Mülkiyeliler gerçek bir ineği Cebeci’den başlayarak, Kızılay’a kadar, Ankara sokaklarında dolaştırır, piyesler oynanır, İnek bayramı, Mülkiyede veya görkemli bir mekanda yapılan mezuniyet balosu ile son bulurdu. Zaman zaman Mülkiye gibi gelenek ve adetleri olmayan komşu fakülteler, İnek Bayramını kıskanırlar, sabote etmeye çalışırlardı. 

(Devam edecek)