MUKADDES EMÂNETLER VE SAKAL-I ŞERİFLER

Abone Ol

 

Mukaddes Emânetler, bilindiği gibi, I. Selim olarak anılan, Yavuz Sultan Selim Han'ın Memlûk Sultanı'nı mağlup edip Mısır ve tüm Ortadoğu'yu feth etmesi üzerine Mekke-Medine emirlerinin de kendiliklerinden Mekke ve Medine'nin anahtarlarını ve Mukaddes Emânetleri teslim etmelerinden sonra İstanbul'a getirilmiş, Topkapı Saray'ında Yavuz Selim tarafından yaptırılan husûsî dâireleri (Mukaddes Emânetler Dairesinde) muhafaza altına alınmışlardır.

 

Mukaddes Emânetler arasında, Sevgili Peygamberimiz'e ait, hırkalar, kılıçlar, nâlın-ı şerifler, Uhud Harbi sırasında kırılan mübârek dişleri ve çok sayıda Sakal-ı Şeriflerle diğer peygamberlere ait, hâtıra eşya, Hazret-i Mûsâ'ya ait, Kur'ân'da zikri geçen Meşhûr Asâ ve Hazret-i Davud aleyhisselâm'a ait bir kol, başta Hulêfâ-i Râşidîn Efendilerimiz olmak üzeri bâzı Sahâbî'ye ait eşya bulunmaktadır.

 

Bâzı mû'terizler "Efendim, bu kadar 'Sakal-ı Şerif' nereden ve nasıl elde edilmiştir, bunların gerçekten Peygamberimize ait olduğu ne malumdur?" demektedirler.

 

Şimdi! Burada Sakal-ı Şerif'ler ve Mukaddes Emânetlerle alâkalı olarak pek fazla bilinmeyen iki hususu açıklamak istiyoruz.

 

Resûl-i Zîşan Efendimiz, Hicret-i Nebeviyye'nin sekizinci yılında bir Rüyâ-i Sâdıka ile, Mekke'ye, Mescid-i Haram'a vardıklarını, Menâsik-i Hacc'ı tamamladıklarını, kurban kesip tıraş olduklarını gördü. Bunun üzerine 1.500 kadar sahâbî ile birlikte, Mekke'ye 24 km.'lik bir mesâfede olan Hudeybiye'ye kadar gittiler.

 

Burada Mekke müşrikleri, bu sene için, Mekke'ye girmemelerini, aksi halde kan döküleceğini ileri sürerek, Peyamberimizin ve ashâbının Mekke'ye girip Hacc farîzasını eda etmelerine karşı çıktılar.

 

Bunun üzerine, sulh Peygamberi, Cenab-ı Hakk'tan aldığı vahiyle müşriklerle bir muahede yaparak Medine'ye dönmeyi kabul etmiştir.

 

Bu anlaşmaya, İslâm Tarihinde "Hudeybiye" anlaşması denilir.

 

Bu anlaşmada, taraflardan birisi, Resûl-i Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem, diğeri, Mekke Müşriklerinin murahhası Süheyl İbn-i Amr idi.

 

Peygamberimiz Ümmî olduğu için anlaşma metnini Hazret-i Alî Kerreme'llâhu Vechehû yazıyordu. Muhammed Resûlüllah ile Mekke Müşriklerinin reislerinden Süheyl İbn-i Amr arasında... yazınca, Amr itiraz etti, "Muhammed'in Resûl olduğunu kabil etseydik, böyle bir anlaşmaya zâten ihtiyaç duyulmazdı." dedi... Düz mantıkla baktığımızda haklı görünüyordu. Hazret-i Peygamber, Hazret-i Alî'den anlaşma metninden "Resûlüllâh" kelimesinin çıkarılmasını, üzerinin çizilmesini istedi. Hazret-i Alî, "Elimi keserim de "Resûlüllah" kelimesinin üstünü çizmem" dedi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, "Ey Ali; O kelime'yi göster bizzat elimle ben çizeyim," buyurdu. Böylece anlaşmaya varıldı, Peygamberimiz ashabıyla birlikte Medine'ye döndü. Mekke'nin fethi sırasında diğer pek çok müşrik gibi, Hudeybiye Muahadesine imza koyan Süheyl İbn-i Amr da İslâmı kabul etti.

 

Hicret'in Onuncu senesinde, Vedâ Hacc'ı sırasında Menâsik-i Hacc'ı tamamlayıp, İhramdan çıkmak için tıraş olurken Süheyl İbn-i Amr, Peygamberimizin yanı başında bulunuyordu. Sevgili Peygamberimiz tıraş olurken başından ve sakalından kesilen tellerden bir tânesini bile zayi etmeden toplamış, muhafaza etmiştir. İhtimaldir ki, günümüzde Topkapı Saray'ında, Mukaddes Emânetler dâiresinde muhafaza edilen pek çok Sakal-ı Şerif ile bâzı camiilerimizde bulunan Sakalı Şerifler bu yolla bize ulaşmıştır...

 

Yavuz Selîm Han, 1517'de çıktığı, Mısır ve Cezîretü'l-Arap'ta bulunan bütün Mukaddes beldelerini fethiyle sonuçlanan bu seferler sırasında takrîben iki sene kadar Pay-i Tah't'dan uzak kalmıştı. Büyük fetihlerle ve beraberinde bulunan Mukaddes Emânetlerle Pây-i Tah't'a dönmekte olan Pâdişah ve beraberindekileri, Osmanlı İstanbul'u büyük bir şevk ve heyecanla bekliyordu. Kendisini Üsküdar Meydanında 10 binlerce İstanbul'lu karşılamaya hazırlanıyordu.

 

Fakat, Selîm Han, "Biz ne yaptıysak, Allah'ın inâyeti ve Peygamberimizin şefaatı sâyesinde gerçekleştirdik. Halkın tazâhuratı belki nefsimizi okşar, kibir ve gurura kapılırız, bu ise Allah'ın rızasına uygun değildir." diyerek gözü gibi koruduğu Mukaddes Emânetlerle birlikte ve mâiyetinde çok yakınlarının bulunduğu küçük bir kâfile ile gizlice, küçük kayıklarla Üsküdar'dan Topkapı Saray'ına geçmiştir.

 

Saray'a ulaşır, ulaşmaz, Saray Mimarlarına, Saray'ın en güzel yerinde Mukaddes Emânetlerin muhafaza edileceği husûsî bir dâire bina edilmesini ferman buyurdu

 

Şeyhulislâm'a da Mukaddes Emânetlerin muhafaza edileceği bu binada kesintisiz olarak 24 Saat Kur'ân-ı Kerim okunacağını, en az kırk hâfız'ın tâyin edilmesini ferman etti.

 

Ancak, şimdilik, "Biz hayatta iken ve sefere çıkmamışsak, 29 hafız tâyin edilsin, zirâ Kırkıncı  biz olacağız", buyurmuştur.

 

Gerçekten de kısa bir müddet sonra vefat edinceye kadar, 39 hafızla birlikte Selîm Han da nöbete girmiş, vefatına kadar ve vefatından sonra da yaklaşık Dörtyüz yıl Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dâiresinde kesintisiz olarak 24 Saat Kur'ân-ı Kerim okunmuştur.

 

Cumhuriyet Dönemiyle birlikte Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, Mukaddes Emânetler Dâiresinde Kur'ân Tilâvetine de son verilmiştir. 1979'da kurulan Süleyman Demirel azınlık Hükûmetinde Kültür Bakanı olan Merhum, Tevfik Koraltan Bey'in gayretleriyle Müzenin açık olduğu günler ve saatlerle münhasır olmak üzere, Kur'ân tilâveti yeniden başlatılmış ise de 12 Eylül 1980 darbesi sonrası tekrar durdurulmuştur.

 

Hâlen, Topkapı Sarayı Müzesinin açık olduğu günler ve mesâî saatiyle sınırlı olmak üzere Mukaddes Emânetler Dâiresinde Kur'ân okuma devam etmektedir. (1979'da aradan geçen 60 Yıl sonra tekrar Kur'ân Tilâvetinin başlatılması için ne zorluklar çekildiğini, kimlerin niçin karşı çıktıklarını uzun uzun bir başka yazımızda ele alacağız.)

 

HAMİŞ: Geçtiğimiz hafta, 18.10.2005 Salı günü bu sütunlarda yayınlanan yazımızda; İstanbul'a getirilen Hacerü'l-Esved parçalarından birisinin Kanûnî'nin Türbesinin giriş kapısının alnında, birisinin de Süleymaniye Camiinin giriş kapılarından birisinin üstünde olduğunu yazmıştık.

 

Hata etmişiz, aslı şudur:

 

Sokullu Mehmed Paşa, (1505/1579) Aslen Bosnalı bir hıristiyan ailenin çocuğu iken devşirilmiş, Enderû'nda yetiştirilmiş, muhtelif devlet hizmetlerinde bulunduktan sonra Sadr-ı Âzamlığa kadar yükselmiş, dünya tarihinin önemli devlet adamlarından birisidir.

 

Bu büyük devlet adamı, İstanbul'da bulunan Hacerü'l-Esved'e ait parçaları yerleştirmek için teberrüken, İstanbul, Sultanahmet Kadırga'da Eşi, Esmâ Sultan adına, bir cami yaptırır, mevcut Hacerü'l-Esved parçalarından birisini Caminin giriş kapısının üstüne, birisini de Mihrab'a yerleştirdir. Eski bir kilise arsasının üzerine, meyilli bir arâzi üzerine inşa edilen Sokullu Külliyesi, 1571'de inşa edilmiş olup, Başmimâran-ı Hassa, Koca Sina'ın önemli eserlerinden birisidir.

 

İstanbul'da bulunan ve her birinin bir başka husûsiyeti olan pek çok cami gibi Sokullu Camiînin husûsiyeti de burada Hacerü'l-Esved'e ait parçaların bulunmasıdır. Osmanlı Coğrafyasında, köprü, çeşme, han, imâret gibi pek çok eseri bulunan Sokullu Mehmed Paşa'nın İstanbul'da aynı adı taşıyan bir başka camiî de, Unkapanı Köprüsü'nün Beyoğlu ayağındaki Azapkapı, Sokullu Mehmed Paşa Camiîdir...