İnsanın sosyal hayatı ve yapılan tedkik, tahkik ve incelemelerin sonuçları kesin olarak gösteriyor ki, muhabbete ve sevgiye en lâyık şey muhabbet ve sevgidir.
Aynı zamanda husûmete / düşmanlığa en lâyık sıfat husûmet ve düşmanlıktır.
Yani insanın sosyal hayatını sağlayan, saadet ve mutluluğa sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en çok sevilmeye ve muhabbete lâyık bir sıfattır.
Beşerin / insanın sosyal hayatını yerle bir eden düşmanlık sıfatı; her şeyden ziyade nefret edilmeye, düşmanlığa ve ondan çekinilmesi gereken, üstelik o nisbette çirkin ve zararlı bir sıfattır.
Husûmet ve düşmanlığın zamanı geçti.
1. ve 2. Dünya Savaşları; düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici olduğunu gösterdi.
Dehşetli zulümlere sebebiyet verdiğini gözler önüne serdi. Dünyayı perişan eden bu iki genel savaşta hiçbir fayda olmadığı anlaşıldı.
Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı / kötülükleri -tecavüz / saldırı olmamak şartıyla- düşmanlığımızı celbetmesin / çekmesin.
Zira Cehennem ve İlâhî azâb onlara kâfidir. Yeter de artar bile. Kısaca yurtta ve cihanda sulh ve barış esas olmalı.
Bâzan insanın gurûru ve nefisperestliği, şuursuz olarak müminlere ve inananlara haksız olarak düşmanlık eder. Kendini haklı zanneder.
Halbuki, bu husûmet ve düşmanlıkla; müslümanlara karşı muhabbet ve sevgiye vesile olan iman ve inanç, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli sebepleri hafife almıış olur. Kıymetlerini düşürmüş, aşağı çekmiş olur.
Düşmanlığın önemsiz sebep ve nedenlerini, muhabbet ve sevginin dağ gibi sebeplerine tercih etmek; onlarla değiştirmek gibi bir divanelik, bir deliliktir.
Madem muhabbet ve sevgi düşmanlığa zıttır. Ziya - zulmet / ışık - karanlık gibi, hakikî bir şekilde bir araya gelemezler.
Çünkü karanlığın olduğu yerde aydınlık; aydınlığın olduğu yerde karanlık barınamaz. Hangisinin sebepleri galip ve üstün ise, o hakikatiyle kalbde bulunur. Onun zıddı hakikatiyle  kalpte bulunmaz.
Meselâ: Muhabbet hakikatiyle / gerçekten bulunsa; o zaman düşmanlık şefkate, acımaya inkılap eder / dönüşür. Müslümanlara karşı durum budur.
Ya da düşmanlık hakikatiyle / gerçekten kalbde bulunursa; o zaman muhabbet / sevgi; hoşgeçinmeye, karışmamak şekline ve zahiren / görünüşte / sözde dost olmak suretine döner.
Bu ise, tecavüz etmeyen / saldırmayan dalâlet ehline karşı olabilir. Evet, muhabbetin sebepleri, “iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet” gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kalelerdir.
Müminlere / inananlara karşı düşmanlığın sebepleri ise; küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeplerdir.
Öyle ise, bir Müslümana hakikî düşmanlık etmek; o dağ gibi muhabbet sebeplerini hafife almak hükmünde büyük bir hatâdır.
Özetlersek: Muhabbet / sevgi, uhuvvet / kardeşlik, sevmek; İslâmiyetin mizacı, huyu ve tabiatıdır. İslâmiyetin rabıta ve bağıdır.
Düşmanlık yapanlar; mizacı / huyu ve karakteri bozulmuş bir çocuğa benzer. Ağlamak ister, bir şey arar ki, onunla ağlasın. Nitekim sinek kanadı kadar önemsiz bir şey; ağlamasına bahane olur.
Hem düşmanlık edenler; insafsız, bedbîn / kötümser bir adama benzer ki, sû-i zan / kötüye yormak, kötü niyet beslemek mümkün oldukça; hüsn-ü zan etmez / iyiye yormaz, iyi ve güzel düşünmez.
Hem düşmanlıkta bulunanlar; bir seyyie / bir kötülük ile, on haseneyi / on iyiliği / on sevaplı işleri örtmüş olurlar.
Oysa bizler muhabbet ve sevgi fedaileri olup, husûmet ve düşmanlığa vakit bulamamalıyız.
Bu ise, İslâm seciye / huy ve karakterinin ta kendisidir. Kaldı ki, insaf ve hüsn-ü zan / zannın güzeli / güzel zan ve sanıda bulunmak gibi hasletler bunu reddeder. Bunu kabul etmez.