İnsanları yüzyıllar boyunca, en çok etkileyen şeylerden biri salgın hastalıklar diğeri de doğal afetler olmuştur.  İnsanlığın, varoluşundan beri ne yazık ki, aileleri parçalamış, ardından kıtlık gibi çok ağır bedeller ödenmiştir. Salgın hastalıklarla ilgili olarak, uzun süren bir süreç yaşıyoruz ve bu işin şakası yok. Üç kural var. Önlem, dikkat, korunma. Gerisini bilemiyoruz.

Bazı şeyler bizim elimizde, bazı şeyler değil. Mesela; depremde kumdan, kâğıttan ev gibi yıkılan evleri gördük. İçimiz parçalandı. Bunun gerisinde ne var diye uzmanlar, bilim adamları, hayatını riske edip yollara düştü. Sonuç ne çıkar onu bilemiyorum. İnşaat sektöründe, bir şeyler değişmese bu döngü yine çok can alacak, çok can yakacak.

Geçen gün çarpık yapılaşmadan konuşuyorduk. Örneğin; evin üzerine yapılan cami, orta kat ev, alt kat işyeri, olarak yapılmış Cidden beynimiz yandı. Bu nasıl bir tasarım acaba? Bir başka örnek; hava da leylek gibi duran ucube binalar, garip bir şekilde çıkan eklentiler. Akıllara zarar.  Henüz mimarlık son sınıf öğrencisi yeğenimin, o güzel yüreğinden bu sohbet için bakın neler döküldü.

“Zaten o kadar sinirliyim ki şu İzmir depremi olayında yapılan binalara, müteahhitlere, umursamaz mimar ve mühendislere. Buna izin verenlere de ayrı şekilde kızıyorum. Çünkü izin veriliyor. Yönetmelik var ama sözde var. Adamlar yapı denetime imzayı attıktan sonra kafalarına göre değiştiriyorlar. Deprem yönetmeliği diye bir şey var ama kaç bina buna uygun kim bilir?” bu sözleri duyunca gözlerim yaşardı ve damlalar yüreğime aktı. Bu satırları okuyanlar da aynı şekilde hissetmişlerdir tahminim. İnsanın, tüm canlıların hayatı bu kadar ucuz mu? Daha çok kazanmak için değer mi? O vicdanla insan nasıl yaşar. O paraları nasıl harcar, boğazına düğümlenmeden, nasıl yutar?

Bilim adamı bir hocamız, geçen gün dedi ki; binanın depreme dayanıklı olup olmadığını ölçen bir sistem geliştirdik. Çok kısa sürede binanın dayanıklı olup olmadığını ölçüyordu. Kimse yüzüne bakmadı. Durum bundan ibaret.

Bir taraftan pandemi, diğer taraftan deprem, tsunami, derken moraller düştü. Panik başladı. Fakat diğer taraftan yüce rabbimin, iki mucizesine de tanık oldu. AFAD ekibine ses veren, Ayda bebek tam 91 saat sonra kurtarıldı. Aynı sevinçli haberi annesi için söyleyemesek de içimiz acısa da önce Elif bebek sonra Ayda bebek bize umut verdi.

Ülke olarak kolay günler yaşamıyoruz. Bu süreçleri en sağlıklı şekilde yöneten, yöneticiler, cebindeki harçlığı paylaşan öğrenciler, hayırseverler, gönüllüler umudumuza umut ekliyorlar.

Anne babaların, bu süreçte dikkat etmeleri gereken bir başka nokta sizin verdiğiniz her tepkiyi çocuklar pür dikkat dinlerler. Hissederler. Bütün bunları kendi o küçük dünyalarında farklı farklı yorumlarlar. Örneğin; pandemi ile ilgili olarak bir danışanımın 4 yaşındaki çocukları kreşe gidiyor. Ailenin iki küçük çocuğu var haliyle biraz panik yapmışlar. Baba diyor ki; sanırım o panikle çok abartmışız. Şimdi çocuğun elleri çok sık yıkamaktan kıpkırmızı. Baş edemeyecekleri bir noktaya gelince uzman desteği almak durumunda kalmışlar. Keza deprem bölgesinde olayı bizzat yaşayan çocuklarımız için büyüklerin çocuklara karşı “korkacak hiçbir şey yok” demelerinin pek bir etkisi olmayacaktır. Korkunun da bir parçası gerekli, aksi takdirde tehlikeleri görünce önlem almayız. Çocuğun rahatlaması, bakım verenlerin ebeveynlerin, sakin davranabilmesi, çocuğun yaşına uygun olarak açıklama yapması ve güven ortamı oluşturması çok önemli.

Doğal felaketlerin, salgın hastalıkların fiziksel boyutu kadar psikolojik boyutu da vardır. Bu süreçte önce şok ve şaşkınlık, kaçınma ve korunma, ardından yüzleşme ve yeniden değerlendirme son olarak da toparlanma ve uyum süreci yaşanır.  Yeniden değerlendirme aşamasını kişiler, sağlıklı bir şekilde yönetilebildiği zaman yeni koşullara daha kolay uyum sağlarlar.

Çok zor dönemlerden geçtiğimiz bu günlerde her şeye rağmen bir umut var. Tüm olumsuzluklara rağmen yaşanılan bu acı tecrübeleri atlatmak için neler mümkün.

Belgin Turan

Uzman Aile Danışmanı/Eğitmen

e-mail:[email protected]