Bir başkadır Balkanlar'da Türk olmak Ey Anadolu!

Kalemim kırılır acıdan, yazmaya kalksam.

Kelimeler dayanmaz, kelimeler yetmez...

Anlatmaya kalksam.*

Evet, Balkan Türklerinin çektikleri acıları kalem yetmez yazmaya, söz yetmez anlatmaya, ama acılarını, çektikleri sıkıntıları yine de türkülerle dile getirdiler. “Müziğin olduğu yerde kötülük barınmaz.” diyor Cervantes. İyileştirici gücü, huzur veren tarafı, içimizden geçenleri döktüğü dizeleri ile hayatımızın tam orta yerinde müzik. Bir de dilden dile, nesilden nesle aktarılan içinde kocaman bir toplum taşıyanlar var, bunlardan biri de Rumeli ve Balkan türküleri. Hem arkalarında öyle bir hikâye yatar ki çoğu zaman üzer bizleri. Kavuşamayanların, memleket özlemi çekenlerin, sevdiğini kaybedenlerin içinden geçenlere yol olmuştur bu türküler. İşte onlardan bir kaçının hikâyesi… Bazı türkülerin ardında üzücü bir olay yatar. 

İşte Çalın Davulları (Selanik Türküsü) da; bunlardan biridir. Selanik vakti zamanında yetmiş iki milleti barındıran hoşgörü semti imiş. Rum’u, Ermeni’si, Türk’ü, Pomak’ı kardeş gibi yaşar, kimse kimsenin ibadetine karışmazmış. 

Rüstem Ağa Selanik çarşısında kumaş satan ve etrafında sevilip sayılan bir esnaftır. Bir gün dükkânına çevre köylerin birinden Mehmet adında bir genç gelir alış veriş için, kumaşlara bakarken Rüstem Ağa’yla da sohbet ederler. Aslında Mehmet Selanik’e iş aramak için gelmiştir ve Rüstem Ağa’nın da gözü Mehmet’i tutunca dükkânda çalışmaya başlar. Hem işi çabuk öğrenir hem de Rüstem Ağa’nın güvenini kazanır. Gel zaman, git zaman Mehmet Rüstem Ağa’nın kızı Fitnat’a gönlünü kaptırır, aileler de uygun görünce düğün hazırlıkları başlar.

Fakat 1893-94 yılları arasında onları derinden sarsan bir derde düşmüşler; kolera salgını. Evet Selanik’te kolera salgını başlar ve hastalık halkı kırıp geçirir. Düğüne bir hafta kala Fitnat yataklara düşer, kolera onu da bulmuştur, günden güne sararıp solan Fitnat yakında öleceğini bildiğinden içindeki acıyı, duyguları türküye döker ve düğününe üç gün kala ölür… Mehmet çok sevdiği Fitnat’ın mezarını kendi kazar ve onun yarım bıraktığı türküyü de içini yakan acıyı haykırarak tamamlar.

Çalın davulları çaydan aşağıya 

Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya 

Suyumu kaynatın kazan doluncaya… 

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. 

Al başımdan bu sevdayı götür yâre ver". 

"Selanik içinde sala okunur, 

Salanın sedası cana dokunur. 

Gelin olan kıza kına yakılır. 

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. 

Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver. 

Selanik Selanik… Issız kalasın. 

Taşına toprağına bre dostlar, diken dolası 

Sen de benim gibi yarsız kalasın. 

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. 

Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver".

Bir Fırtına Tuttu Bizi türküsü; mübadelenin acı yönüdür. Mübadele sözleşmesine göre Balkanlarda yaşayan Türklerin göç hikâyesini anlatır bu türkü. Bugün “mübadele” sözcüğünün kaç kişi anlamını bilebiliyor? Kaç kişi o günlerde yaşananlardan haberdardır? Kimine göre, mübadele göç demektir. Yalnız göç mü? Balkan savaşı sonunda hakaret ve saldırı olayları sivil Türk halkı üzerinde artmıştı. Bir kısım insanlarımız, evini, toprağını bırakarak Anadolu’ya gelebildi. Baskı, işkence, zor alım, gemiler, eşya denkleri, iskeleden uzakta iple tırmanılan vapurlar, yeni topraklar, domuz ahırı gibi evler, yeni topraklarda çiftçilik, doğduğun toprağa özlem, bitli muhacirler, Türk tohumu, yeni vatanda yeni komşuluklar ve yeni sorunlar, bitmez oldu!..

Mübadele; Türk ve Yunan hükümetleri arasında imzalanan nüfus değişimi sözleşmesidir. Büyük çoğunluk ise, “Mübadele” sözleşmesine göre Türk topraklarına getirildi. Aradan yıllar geçse de, göçenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmedi.

Bu sözleşme geri gerek gönüllü gerekse zoraki karşılıklı göçler oluştu. İşte özlemlerin en acısı ise kökleri topraklarda sökülüp gelenlerin acısıdır. Aradan yıllar geçse de göçenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmedi. En çok kullanılan yol deniz yolu idi. Ege'nin iki yakasındaki insanların yüreğinde her zaman bu hasretlik dinmedi.

Türkiye'den Yunanistan'a göçen Rumlar, Yunanistan'dan Türkiye'ye geçen Türkler de “Biz ne iyi komşuyduk, bizi neden birbirimize düşman ettiler" diye akıllarından geçirir oldular. Bir kısmı da bunu duyulacak bir şekilde dile getirdi. İlerleyen dönemde çok az insan doğduğu toprakları ziyarete gidebildi. Hasretlik, kavuşma, çok sıcak kucaklaşmalar... İşte bu türkü o günlere yakılmış bir ağıttır. On beş yaşında Selanik kazalarından Anadolu'ya gelen Sabri Ağa'da böylelikle bir türkü mırıldandı: 

Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı

O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı

Yeni cezve yeni cezve kaynar kaynamaz oldu

O benim nazlı yârimin dilleri söyler söylemez oldu

Yeni cezve yeni cezve kaynıyor ocakta

Kasatura belimizde a yârim martinimiz kucakta

Mahpushanede yata yata yanlarım çürüdü

Pencereden baka baka a yârim, ela gözler süzüldü.

Mahpushanenin mahkûmları sıra sıra dizildi

Bu bizim kaderimize a yârim kara yazı yazıldı

Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı.

O bizim Kavuşmalarımız a yârim, Mahşere kaldı.

Türküde diller söylemez oldu dese de, Ege’nin her iki yakasında aslında hep Anadolu’ya özlem hiç bitmedi!”  Çünkü gurbet kitlelere hep acı geldi tıpkı şairin dediği gibi: 

“Gurbet içimde bir ok

Herşey bana yabancı

Hayat öyle bir hanki

Acı içimde hancı!”

*Ajda Meşeli