Türkiye “mozaik” bir ülke, terkip / sentez değil. Yani bölünemez, parçalara ayrılamaz değil. Yani  karışımdır. İsteyen istediği an “Hadi bana eyvallah!” diyebilir. Ayrılabilir. Kendi yoluna gidebilir.

     Hem zaten “Halkların kendi kaderini tayin hakkı!” yok mu? Var! Türkiye Cumhuriyeti AB aşkına bunu kabul etmedi mi? Etti! Üstelik Birleşmiş Milletler böyle bir talebi / isteği desteklemek zorunda mı? Zorunda!

     Kimileri Türkiyeyi “mozaik” ülke olarak görüyor. İğreti / göstermelik bir bütün teşkil ettiğini sanıyor. Bu yetmiyormuş gibi Türkiyenin “mozaik” oluşunu, çok daha ileri götürenler var. Bunlar çeşitli İslâmî gurup ve cemaatleri de “mozaik” olarak görüyorlar.

     Oysa gurup ve cemaatlar; bir olan İslâmiyetin; kesret / çokluk olarak görüntüsüdür. Onlar bir araya gelerek İslâmiyeti ortaya koymuş değiller. Öyle olsaydı bir bakıma kendilerini “mozaik” olarak görmelerinde beis yok / bunda mahzur görülmez / bunda çekinilecek bir şey olmazdı.

     Oysa bütün gurup ve cemaatlar; bir ve yekta olan İslâmiyetin tecellî ve zuhurundan ibaret. Tıpkı beyaz ışığın; yedi rengi zâtında / kendisinde barındırması gibi.

     Her okulda sınıflar var. Her üniversitede fakülteler var. Her tesiste alt kuruluşlar var. Bunlara “mozaik” gözüyle mi bakmak lâzım? Halbuki bu parçalar; bağlandıkları merkez mevcut olduğu için vardır. Varlıkları merkezden kaynaklanmaktadır. Yoksa merkezi; onlar doğurmuş değil.

     Gerçi bu tarz yorum bir bakıma yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusunu akla getiriyor. İnsanı karar vermede duraksatıyorsa da; işin başlangıcına kadar gidince görürüz ki, yumurtanın tavuktan çıktığı bir gerçektir.

     Öyleyse bütünü teşkil eden parçalar; kendilerini müstakill / bağımsız, bütünden kopuk olarak görmemeli. Tam tersine; varlıklarını bütüne, ana kaynağa bağlı ve borçlu bilmeli. Serkeşlik etmeye kalkmamalı.

     Hodbin / bencil tavır ve davranış içine girmemeli. Öyleyse Türkiye’de bulunan her unsur; aklını başına almalı! Kendi başına hareket etmemeli. Bütüne bağlı olması gerektiğini bilmeli.

     Onsuz olamıyacağının şuuruna ermeli. Ondan kopamıyacağını anlamalı. İç-dış tahriklerin oyununa gelip; bindiği dalı kesmemeli. Var oluş kerametini kendi gölge varlığından sanmamalı. Kısaca oyuna gelmemeli.

     Kavimler farklılıklarıyla değil, aynîlikleriyle bir araya gelir. Bir bütün oluşturur. Ancak bu şekilde birlik teşkil eder.

     Milletler; farklılıkları söz konusu ederek değil, onları tabii karşılayıp onları tabii / doğal seyrinde /  gidişatında bırakıp aynîlikleri nazarı itibara alarak terkip / sentez, yeni bir oluşumla ortaya çıkarlar.

     İşte bu milletin oluş sürecidir. Doğuştan ziyade oluştan ileri gelen bir yeni hüviyettir. Bu hüviyet / bu kimlik altında farklılıkları görerek; kendimizi mozayik farzetmek, mozayik sanmak; öyle görmek çok yanlıştır.

     Yazık ki bu oyuna geliniyor. Sırasında bizi parçalayacak temeller atılıyor. Ama ne hikmetse bunun farkında bile değiliz. Oysa sürtüşmelere zemin hazırladığımızın daha doğrusu hazır hâle getirildiğimizin ayırdında olmalıyız.

     Aynı ana-babanın çocukları da hem ruhen hem bedenen ayrı dünyaların insanıdırlar. Ama bu benzemezlikler; onların aynı ana-babanın çocukları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

     Öyleyse aileyi meydana getiren fert ve bireyler mozaik olmadıkları gibi; milleti gerçekleştiren parçaların her biri de, kendilerini birer mozaik olarak görmemeli. Ancak bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak düşünmeli. 

     Ortaya atıldı epeydir (meselâ 2005’lerde) bir “mozaik” lâfı

     Gelen geçen söylemeden edemiyor bu gafı

     Oysa milletin yok gizlisi her şey açıktı

     “Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı.”