Madem ruh cisme hâkimdir. Böyle olduğu gibi, cansız maddelerde dahi hükmünü yürüten biri vardır. İşte o hâkim, o hükmedici kaderin yazdığı yaratılışa ait emirlerdir ki, o maddelere hâkimdir.

     O maddeler, kaderin mânevî yazısına göre konum, nizam ve düzen alabilirler. Meselâ çeşitli yumurtalarda kaderin ayrı ayrı yazdığı yaratılışa ait emirler, hükümler vardır.

     Aynen bunun gibi her çeşit nutfenin, yani memelilerin yaratıldığı suyun, yani menilerin üstünde kaderin ayrı ayrı yazdığı, yaratılışa ait emirler vardır.

     Yine çeşitli çekirdek ve tohumlar üstünde, kaderin ayrı ayrı yazdığı, yaratılışa ait emirler vardır. Yani her bir çekirdek, her bir tohum başıboş değil, rast gele ortaya çıkıyor değil. Kendi başına bir şeyler oluyor değil. Onlar âdeta kendilerine ilham edilen, ilahî bir program, ilahî bir plân çerçevesinde hareket ediyorlar.

     İşte bu yüzden, ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar. Ve o madde bakımından mahiyet ve esasları bir hükmünde olan o maddeler, sayısız çeşitli varlıklara kaynak oluyorlar. Ayrı ayrı makam ve nur sahibi oluyorlar.

     Evet bütün bunlar dört unsurdan oluşmuştur: Hidrojen, Oksijen, Azot, Karbon gibi maddelerden meydana getiriliyorlar. Evet maddece bir sayılabilirler. Fakat farkları yalnız kaderin manevî yazısından dolayıdır.

     Bir zerre, bir atom ki, tekrar tekrar hayata ait hizmetlerde bulunmuştur.

     Bir zerre, bir atom ki hayattaki Rabbanî tesbihlerde, Allahı anışlarda, hâl diliyle onu noksan sıfatlardan uzak tutuşta defalarca bulunmuştur.

     Bir zerre, bir atom ki hizmet etmiş, daha doğrusu hizmet ettirilmiştir.

     Elbette öyle olduğu için Yüce Allah o zerrenin, o atomun manevî alnında, o mânâların inceliklerini, hiçbir şeyi kaybetmeyen kader kalemiyle kaydeder yazar. Elbette bu kaydediş, bu yazış Allahın ilminin, herşeyi kuşatmasının gereğidir.

     İşte bunda Yüce Allahın, pek büyük bir Allahın herşeyi kuşatan “İlim kanunu”nun ucu görünüyor. Öyle ise zerreler, atomlar başıboş değiller.

     Sözün özü: İlahî yedi kanun; yani Rablık / Yetiştiricilik kanunu, Cömertlik kanunu, Güzellik kanunu, Rahmet kanunu, Hikmet kanunu, Adalet kanunu, İlahî ilmin herşeyi kuşatması kanunu gibi kanunlar; Yüce Allahın çok büyük kanunlarının görünen uçlarıdır.

     Bunların arkalarında ise, Allahın en büyük birer ismi vardır. Ki bunlar, o en büyük ismin en büyük yansımasını gösteriyorlar.

     Ve o yansıma ve görüntüden anlaşılıyor ki, diğer varlıklar gibi, dünyadaki atomların değişim, dönüşüm ve hareketleri dahi gösteriyor ki: Hassas bir bilimsel ölçü ile dolaşıyorlar. Son derece yüce  gayeler için geziyorlar. Kaderin çizdiği hudut içinde kalıyorlar. Kudretin verdiği yaratılışla ilgili emirlere göre hareket ediyorlar.

     Hassas ilmî bir ölçü ile dolaşıyorlar. Sanki başka yüksek bir âleme gitmeye hazırlanıyorlar. Çünkü gözümüzle görüyoruz ki, son derece cömertce bir faaliyet var. Bununla bu maddî dünya âleminde pek çoklukla hayat ışığını serpmesi var. Bu nuru tutuşturması, ışıklandırması var. 

     Hattâ en değersiz maddelerde ve çürümüş cisimlerde, yoklukla taze bir hayat nurunu ışıklandırması var. O yoğun ve değersiz maddeleri, hayat nuruyla güzelleştirmesi var. O yoğun ve değersiz maddeleri, hayat ışığıyla cilâlandırması var.

     Bütün bunlar açıklığa yakın bir şekilde şunu işaret ediyor ki o da şudur: Ortada son derece hoş, yüce, temiz, canlı; diğer bir âlemin hesabına bir faaliyet var. Öyle ki şu yoğun, cansız âlemi zerre ve atomların hareketiyle; hayatın nuruyla cilâlandırıyor, eritiyor, güzelleştiriyor.

     Sanki hoş bir âleme gitmek için süslendiriyor. İşte bir kısım dar akıllı adamlar; insanın öldükten sonra tekrar diriltilmesini akıllarına sığıştıramıyorlar. Oysa onlar Kur’an nuruyla baksalar şunu görecekler: Bütün zerre ve atomları; bir ordu gibi haşredecek kadar kuşatıcı, kapsamlı ilahî bir; varlıkları devam ettirme kanunu var.

     Gözle görüldüğü gibi, Yüce Allah bu kanunla tasarruf ediyor. Bu kanunla âlemi ayakta tutuyor. Öyle ise canlı cisimler, o gezici zerre ve atomlara sanki birer okuldur. Birer kışladır. Birer terbiye misafirhanesi hükmündedir. Bunun böyle olduğu kesin bir biliş ve sezişle anlaşılabilir.

     Özetle: Her şey “Bismillah” der. İşte bütün varlıklar gibi her bir atom “Bismillah” der. Atomların her bir topluluğu “Bismillah” der. Atomların özel kılınmış her bir gurubu; beden dili ile “Bismillah” der. Öyle hareket eder.

     Evet daha önce yazdıklarımızın sırrıyla, her bir atom; hareketinin başlangıcında beden diliyle / lisanı hâlle “Bismillahirrahmanirrahim” / “Rahman ve Rahîm olan Allahın adıyla hareket ediyorum.”der. Yani “Ben Allahın namıyla, adıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.” der. Sonra hareketinin sonucunda her bir sanat eseri durumunda olan mahlûk gibi, her bir atomun her bir topluluğu, hâl diliyle “Elhamdü lillahi Rabbilâlemîn.” der. Yani “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Ona aittir.” der. (Fatiha: 1) 

     Çünkü her sanatlı bir mahlûk övücü kaside, övücü şiir hükmündedir. Bu nakşında kudretin küçük bir kalem ucu hükmünde kendini gösterir. Belki her biri, manevî, Rabbanî, pek büyük, sayısız başlı bir fonoğraf / gramofon / ses cihazının birer plâğı hükmündedir.

     Nitekim böyle olan sanatlı varlıkların üstünde dönen ve Rabbı övücü şiirleriyle o sanatlı varlıkları konuşturan ve Allahı övücü şiirlerini okutturan birer iğne başı suretinde kendini gösteriyorlar.