Bir ülkede birden fazla resmî dil, birden fazla eğitim dili, birden fazla yayın dili yaparsanız orası tek millet olmaktan çıkar; kavimler karmaşasına döner.
Bugün Türkiye’mizde Türkçeden başka bir resmî dil ve eğitim dili davası gütmek, Türk millet birliğini parçalamaktır. Kültürel haklar, insan hakları, demokrasi, barış diyerek kavimlerden yeni milletler yaratmaya çalışmak kavmiyetçiliktir. Büyük Atatürk kavmiyetçi değil milliyetçiydi. Onun için “Ne mutlu Türküm diyene” dedi. “Ne mutlu Türke“ demedi. Bununla “Türk” kavramını etnik bir kavim değil; ileri seviyede, sosyolojik, kültürel ve hukuki değerlerde buluşmuş millet anlamında kullandı. Nitekim “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözü de bunu doğrular. Milliyetçilik budur. Atatürk’ün anladığı milliyetçilik, etnik aidiyeti ne olursa olsun ortak değerlerde buluşmuş milleti esas almaktır.
Tek devlet, tek vatan ve tek millet, tek dil ve tek bayrakla mümkün olur.
Bir milletler birliği olan Osmanlı İmparatorluğunda bile resmî dilimiz Türkçe idi. Nitekim ilk anayasamız olan ve 1876’da ilan edilen Kanun-ı Esasi’nin 18. ve 68. maddelerinde bu belirtilir. 18. maddede devlet görevlilerinin Türkçe bilmeleri gereği vurgulanarak şunlar ifade edilir:
“Teba-i Osmâniyenin (Osmanlı Devleti vatandaşlarının) hidemât-ı devlette (devlet hizmetlerinde) istihdam olunmak (çalıştırılması) için devletin lisan-ı resmîsi (resmî dili) olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.”
68. maddede de “Türkçe bilmeyen mebus (milletvekili) olmaz” denilmektedir.
Gayr-i Müslimlerin (Müslüman olmayanların) de yer aldığı milletler birliği olan Osmanlı Devleti’nde Türkçenin resmî dil olması temel ilke iken, bugün tek millet olan Türk milleti için Türkçemizin dışında başka resmî diller ve eğitim dilleri dayatmak, akıl kârı değildir. Bu yanlış yoldan hemen dönülmelidir. Çünkü devletlerin ve milletlerin çözülüp dağılması, farklı dillerin resmîleşmesi ile başlar. Nitekim Osmanlı Devleti’nin dağılmasında Bulgarcanın, Arnavutçanın, vs dillerin eğitim dili ve resmî dil olması belirleyici ve tetikleyici olmuştur. Bu mesele tarih kitaplarında yeterince açıklanmaktadır. Ama ben burada pek bilinmeyen önemli bir ayrıntıya yer vererek bu meseleyi temellendirmeye çalışacağım.
Yıldırım Aytaç isimli emekli bir öğretmen, İzmir’in Karaburun ilçesiyle ilgili önemli tarih, folklor, dil, toplum, coğrafya araştırmalarını içeren kitaplar yayınladı. Bu kitapları kendisi yayınlayıp kendisi satıyor. Bir kitabın ismi de Gönlümdeki Aktopraklar Karaburunlu Rumlarla Türklerin Öyküsü, (İzmir, 2008)‘dür. Bu kitabın 20. sayfasında şöyle bir anekdot aktarılır:
“Eskici Dimitri, 1919 yılından sonra Yunanistan, Rumca bilmeyenlere Rumca öğretmek için öğretmenler getirip Rumca öğrenimini mecbur tutunca komşusu Çavuşoğlu Mehmet Efendiye dert yanıyormuş. Rumca öğrenimi belli bir yaştan sonra zor geldiğinden “vire Meemet Efendi ne güzel dilimiz vaka niye bize bilmediğimiz dili öööreditturlar aanamik turun bize reva mı vire bu cefa reva mı bize” diye dert yanıyormuş.”
Gayr-i Müslim milletlerin bile Türkçe ile bir birlik yapısı içinde bütünleşmesi, entegrasyonu kendi doğal seyri içinde gerçekleşecekken dışardan dayatmalarla, Batının projeleriyle insanlara başka resmî diller ve eğitim dilleri verilerek topluluklar ayrıştırılmıştır. Aynı Batı, bugün de bazı vatandaşlarımıza ayrı resmî dil, ayrı eğitim dili verin deyip duruyor. Bu dayatmaya boyun eğilirse isimleri, dinleri, kültürleri bizimle aynı olan insanlar da korkarım ki Eskici Dimitri gibi feryat etmeye başlayacaklardır.
Onun için asıl millî birlik projesi, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte resmî dil ve eğitim dili olarak kurumsallaştırdığı tek dil Türkçede buluşma projesidir. İsteyene istediği dilde eğitim ve resmî işlerini görme hakkı, Türk millet birliğini parçalamaktan ve milleti kavimlere ayrıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu proje batının nasyonalist projesidir. Batının ayrıştırıcı ve çözücü nasyonalist projesine karşı Atatürk’ün birleştirici, kaynaştırıcı, bütünleştirici milliyetçi projesine bağlı kalmak hatta bunu daha da ilerletmek ve tahkim etmek zorundayız. Türkçe bilmeyen vatandaşımız varsa ona Türkçe öğretmek devletin temel görevidir. “Madem Türkçe bilmiyorsun; bilmesen de olur, sana istediğin dilde işlerini görecek resmî zemin ve imkanları vereyim” demek, devletin işi değildir, olmamalıdır.
Batı, bizim millet birliğimizi parçalamak ve bizi kolayca sömürülebilir ve güdülebilir bir duruma getirmek için böyle çok kültürlülük, çok dillilik vs dayatmaları yapıyor. Milletini seven insan, bu dayatmalara boyun eğmez; tam tersine ona karşı kendi projesini uygular.
Türk milletinin uyanık vicdanlarından Ziya Gökalp, bu meselenin farkına varmış ve şöyle demiştir:
“Birkaç dil yok Turan’da
Tek dilli bir kümeyiz.
Turan’ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var.
“Başka dil var…” diyenin
Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdanı bir
Dini bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır,
Olmazsa lisanı bir”