“Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet!" 

M. KEMAL SALLI

"Milli Şehit" Kaymakam Kemal, kurban edilişinin 100. yılında, Kadıköy Kuşdili'nde, Kadir Mahmut Baba Türbesi haziresindeki mezarı başında anıldı. Kartal Belediyesi'nin öncülüğünde düzenlenen anma törenine çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve "Milli Şehit"ini unutmayanlar katıldı. Törende, Anadolu Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Öztek (Milli Şehit Kaymakam Kemal), Prof. Dr. Mustafa Erkal (Ermeni İhanetlerinin Siyasi Boyutları), Em. Tümg. Cumhur Evcil (Ermeni Silahlı Kuvvetleri ve Doğu Cephesi), Doç. Dr. Hanefi Bostan (Ermeni İhanetleri ve Tehcir), Remzi Özmen (Kemal Bey’e Suçlamalar), Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz (Ermeni İhanetlerinin Günümüze Yansımaları) yaptıkları konuşmalarla, Kaymakam Kemal’in şehit ediliş nedenlerini anlattılar.

1.Dünya Savaşı’nın yaşandığı 1915 yılında, Osmanlı Hükümeti’nin doğu Anadolu’da yaptığı nüfus düzenlemesi sırasında verilen görevi yerine getirmesinden başka bir suçu bulunmayan Yozgat/Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in, işgal kuvvetlerinin baskısıyla kurulan düzmece bir mahkeme tarafından yargılanıp idam edilmesi, çok acı, çok onur kırıcı ve ibret alınması gereken bir olaydır. Bir devlet memuru olan Kaymakam Kemal’in güpegündüz darağacına çekilmesi, bir imparatorluğunun bir vatandaşını koruyamaz duruma düşmesinin ders alınması gereken çok hazin bir hikayesidir.

“TEHCİR” DEĞİL, “SEVK VE İSYAN”

Törende yaptığı konuşmada Osmanlı Devleti’nin bazı zorunluluklardan dolayı, Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Ermenilerin bir kısmını yine devletin sınırları içinde bulunan başka bölgelere yerleştirdiğini belirten Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, bu olayın “Ermeni Tehciri” olarak anıldığını, fakat Osmanlı arşiv belgelerinde bu olayın tehcir olarak değil, “başka mahallere sevk ve iskan” şeklinde geçtiğini söyledi. 

“Osmanlı Devleti, bünyesinde, 6 yüzyılı aşan bir zaman içinde Ermenileri barındırmıştır. Ancak Ermeniler, xıx. Yüzyıl’ın son çeyreğinde, özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından (93 Harbi) sonra, yabancı devletlerin kışkırtmalarıyla, Osmanlı Devleti içinde çeşitli isyanlar çıkardıklarını” söyleyen Doç. Dr. Bostan, konuşmasının devamında Ermeni isyanlarını ve savaş nedeniyle Doğu Anadolu’da yapılan nüfus düzenlemelerini şöyle anlattı:  

“Nitekim 1890’da Erzurum İsyanı, 1895’te Muş’ta I. Sason İsyanı ve 1897’de II. Saso İsyanı, 1895’te Maraş Sancağı’nda, Zeytun İsyanı, yine 1895’te Van İsyanı, 1896 yılında Osmanlı Bankası Baskını, 21 Temmuz 1905’te II. Abdülhamit’e yapılan Yıldız Suikasti, 1909’da Adana İsyanı gibi birçok kanlı isyanlar gerçekleştirmişlerdir.”

“… Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasıyla birlikte, Ermeniler bağlı bulundukları birlklerden kaçmaya, orduyu arkadan vurmaya ve İtilaf Devletleri hesabına casusluk yapmaya başladılar. Türk köylerini basarak, çoluk çocuk demeden, yüzbinlerce vatandaşımızı katlettiler. 

Sait Halim Paşa Hükümeti, Ermeni Patrikhanesi’ne Komite ve Ermeni milletvekillerine, bu haraeketlerinden vazgeçilmediği takdirde, şiddetli tedbirlere başvurulacağını ihtar etti ise de, bu ihtarlara aldıran olmadı. Hata şiddet ve kanlı eylemlerini daha da artırdılar. Bunun üzerine Dahiliye Nazırı Tlat Bey, 24 Nisan 1915’te Ermeni Komite Merkezleri’nin kapatılması, evrakına el konulması ve Komite ileri gelenlerinin tutuklanmasına dair bir tamim yayınlamıştır. Aynı mealde bir genelge, 26 Nisan’da Başkumandanlık Vekili tarafından birliklere gönderilerek, elebaşların askeri mahkemelere sevki ve suçluların cezalandırılmasını istemişti. 

Ermeniler 15 Nisan 1915’te Van Bölgesi’nde, 17’sinde Şitak (Çatak), 18’inde Bitlis, 20’sinde de Van’ın içinde kanlı ayaklanmalar düzenlediler. 6 Mayıs 115’te Ermeniler Van’ teslim edip, Rusların kontrolünde Aram Manokyan’ın başkanlığında bir Ermeni Hükümeti kurdular (17Mayıs 1915). Ermeniler Van’da 1500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk sağ bırakmadılar. 

Osmanlı Devleti, ölüm-kalım mücadelesi içindeyken, Ermenilerin bu hainane davranışlarının gözardı edilmesi mümkün değildi. Hükümet emirlerine, memleket savunmasına ve asayişin korunması için alınan tedbirlere karşı gelenlerle, casusluk yapanların tek tek toplu olarak, başka bölgelere nakledilebilmesi için, Dahiliye Nazırı Talat Bey imzası ile, 26 Mayı 1915 tarih ve 270 sayılı tezkere sadarete (başbakanlığa) gönderilir.”

Bu tezkerede, Ermenilerin işlediği suçların sayıldığını, bir kısım Ermenilerin savaşan ordunun hareketini kısıtladığını, askere mühimmat ve erzak sevkiyatını zorlaştırdığı, Osmanlı Ordusu ve Müslüman halk aleyhine eylemler geçekleştirdiği, bu nedenle bunların, harp sahasından uzaklaştırılması istenmektedir. Bu tezkerede, aynı zamanda, hangi ilerdeki Ermeni nüfusun hangi bölgelere sevk edilmesi gerektiği de belirtilmektedir. 

Doç. Dr. Bostan’ın anlatmasına göre, Dahiliye Nezareti’nin Sadaret’e gönderdiği Ermenilerin iskanı ile ilgili tezkere, Meclis-i Vükela’da (Bakanlar Kurulu) 30 Mayıs 1915’te görüşülerek kabul edilmiş, yürürlüğe girmesi için de, 31 Mayıs 1915’te Dahiliye, Harbiye ve Maliye nezaretlerine tebliğ edilmişti. 

İşte “Ermeni Tehciri” olarak anılan, aslında savaş nedeniyle yapılan nüfus kaydırma işleminin esası budur. Bakanlar Kurulu kararıyla, yasa gereği yapılan bir uygulamadır. Bu uygulama sırasında Ermeni yurttaşların can ve mal güvenliği konusunda gerekli önlemler alınmıştır. Bu uygulamanın amacı asla bir katliam ya da soykırım değildir. 

1915’te Doğu Anadolu’da bazı Ermeni yerleşim birimlerinin güney illerimize sevk edilmesi olayının asla bir katliam olmadığı, yakın bir tarihte hayata veda eden işadamı, araştırmacı yazar Şükrü Server Aya tarafından Batı kaynaklarımda yapılan araştırmalara dayanılarak yazılan kitaplarla ortaya konmuştur. Ayrıca, yine yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. Dr. Kemal Karpat ve Amerikalı tarihçi Justin Mc Charty yazdıkları kitaplarla, verdikleri konferanslarla, aslında katliama, soykırıma uğrayanın Türkler olduğunu ispat etmişlerdir. Bunların yanı sıra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “1915’teki Osmanlı Devleti’nin uygulamalarının bir soykırım olmadığına” ilişkin kararı vardır. 

Bütün bu belgelere rağmen, tarihin en çok katliama uğrayan Türk milleti soykırım yapmakla suçlanmaktadır. Tarihi gerçekleri gereği gibi savunamamamızdan dolayı, 24 Nisan’larda, “ABD başkanı ne diyecek?” kaygısı yaşamaktayız.

Yasa gereği yapılan bu nüfus kaydırma işleminde görev alan bazı kaymakam ve yöneticiler, İstanbul’un işgali sonrasında, yabancıların baskısıyla mahkeme edilmiş ve haksız yere, halka gözdağı vermek amacıyla idam edilmişlerdir. Bunlardan biri de, o dönemde Yozgat Boğazlıyan’da görev yapan ve “suçu” Hükümet’in emirlerini uygulamak olan Kaymakam Kemal Bey’dir. 

SUÇU NEYDİ KAYMAKAM KEMAL'İN?

İttihat Terakki Hükümeti'nin Sadrazam Talat Paşa imzasıyla 14 Mayıs 1331 (1915) tarihinde yayınladığı yasa şifreli bir telgrafla Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Bey'e gereğinin yapılması istenmişti:

"Kazanın dâhilinde bulunan bilumum Ermenileri 24 saat zarfında yola çıkaracaksınız, bunların sevk edileceği istikâmet Suriye'dir. Şifrenin alındığının acele bildirilmesi."

İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL'DA YARGI SİYASALLAŞMIŞTI

Hükümetten gelen bu emir üzerine Kaymakam Kemal Bey, görev bölgesindeki Ermenilerin Suriye'ye gönderilmesi sağlamış, “sevk ve iskan” uygulamalarıyla bizzat ilgilenmişti. 

I.Dünya Savaşı sırasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Hükümeti’nin önde gelenleri kaçmış, Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidara gelmişti. Mondros Mütârekesi’nden sonra Dâmad Ferit hükümeti, İstanbul'u işgal eden İtilaf devletlerinin ve Ermeni Patrikhanesi'nin baskısıyla, 1915 Ermeni Tehciri sırasındaki uygulamalardan sorumlu tuttukları yöneticileri özel olarak kurulan Divân-ı Harb-i Örfi adlı mahkemede yargıladılar. 

Mahkemede yargılanması ve cezalandırılması istenenlerin listesi Ermeni Patriği Zevan Efendi tarafından hazırlanmış ve İngilizler tarafından Damat Ferit Paşa Hükümeti'ne verilmişti. Bu listede cezalandırılması istenenlerden biri de, yasaları uygulamaktan başka bir suçu olmayan ve daha önce aynı suçlama ile Konya'da yargılanarak beraat eden eski Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey'di. 

“MİLLİ ŞEHİT”İN MEZAR TAŞINDAKİ HATA

Divân-ı Harb-i Örfi Başkanı Hayret Paşa, yargılanacakların yanı sıra, mahkeme heyetinin oluşturulmasına bile mudahale eden bu dayatmaları kabul etmeyerek istifa etti, yerine İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Mustafa Nazım Paşa getirildi. Mustafa Nazım Paşa ve bütünüyle Ermeni üyelerden oluşan mahkemenin yalancı şahitlerin ifadelerine dayanarak verdiği acımasız kararlardan dolayı Divân-ı Harb-i Örfi, halk arasında, Nemrut Mustafa Divanı olarak anılır. 

Milli Şehit Kaymakam Kemal'in mezar taşında kendisini idama mahkum eden Divan-ı Harb-i Örfi'nin Başkanı Nemrut Mustafa Paşa yazılıdır. Bu yanlışlığı rahmetli araştırmacı-yazar Necdet Sevinç düzeltmişti, ama bu düzeltme henüz mezar taşına uygulanmadı. 

KAYMAKAM KEMAL'İN TEK SUÇU EMİRLERİ VE YASALARI UYGULAMAKTI

"Milli Şehit" Kemal Bey ülkesini çok seven, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmekten başka düşüncesi olmayan millet, hürriyet ve istiklal kavramlarını çok iyi bilen ve uygulayan bir devlet memurumuzdu. 

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, bir tertibin kurbanı olarak Mustafa Nazım Paşa’nın başkanlığındaki Harp Divanı'nda yargılandı ve ölüme mahkum edildi. Bütünüyle Ermeni üyelerden oluşan bu düzmece mahkemenin hiç bir inandırıcılığı olmayan kararı, Şeyhülislam'ın fetva vermesi üzerine Padişah Vahdettin tarafından da onaylandı ve Kaymakam Kemal, 10 Nisan 1919 günü saat 17.20’de, İngiliz ve Fransız askerlerinin ablukaya aldıkları Beyazıt Meydanı’nda, halkın gözü önünde idam edildi. 

Milli Şehit"imize idam sehpasının önünde son sözü sorulduğunda, halka şöyle seslenmişti: 

“Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarında budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! 

Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…”

Son sözlerini söylerken Kemal Bey vasiyetini verip kendi eliyle sonsuz yolculuğuna çıkarken, meydanda bulunan Türk Halkı matem havasına bürünmüştü. Ermeni komitecilerinin yaptığı sevinç gösterileri polis ve jandarma tarafından dağıtılmıştı.