Ana mes’elelerde yarının yurt gençliğinin aynı duygularla mücehhez / donanmış olarak yetiştirilmesinde güdülen amacı gerçekleştirecek pek önemli bir Bakanlığın ismi Millî Eğitim’dir.

     Vatan, millet, hak, hukuk, vazîfe-şinaslık / görev bilinci, müslümanlık, istiklâl / bağımsızlık vb. temel mefhumları; bütün gençliğin dimağına aktarabilme gücüne sahip olan bu bakanlık acaba lâyıkıyla görevini yapabiliyor mu?

     “Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilâf-ı rey-i ümmetten.” (Namık Kemal)

     Bu ihtilâf; bahsi geçen mes’elelerde bir, fakat teferruatta ayrıldığı nisbette, rahmet eserleri ihtiva edebilecek / içerecektir.

     Bugün, bırakın teferruatı / ayrıntıları, daha esasta ayrılıyoruz. Böyle olunca da birbirimizden koparcasına uzaklaşıyoruz. Kamplara ayrılıyoruz. Vatan evlâtlarının bu hâli, yürekler acısıdır. Elîmdir, hazîndir.

     Günümüz hâdiselerinin böyle bir seyir takip etmesi, adından başka millîliği olmayan bakanlığın vazîfesinde yeterince başarılı olamamasından ötürüdür.

     Bu millî dâvanın güdücüleri, öğretmenler olduklarına göre, aksaklıklar onlardaki zihniyet ayrılığının gençlikteki tezahüründen / görüntüsünden başka nedir?

     Üniversitelerimizi dolduran binlerce genç aynı Millî Eğitim sisteminin uygulandığı devlet liselerinden mezun oldukları hâlde, başka başka yollara sapmışlar, saptırılmışlardır.

     Netîcesi kötüye kayan davranışların tek müsebbibi / sebep olanı olarak, Millî Eğitim sistemimizin vatan çocuklarına lüzumlu temel inançları telkin edememesinde görüyoruz.

     Mefkûreci / Ülkücü / İdealist öğretmenlerimiz vatanın mânevî yapıcıları ve idarecileridirler.

     Fakat gönül ister ki; çağımızın son ve müstakil / bağımsız Türk Devleti’nin değerli yetiştiricileri arasında, velev ki bir kaç tane dahi olsa, böyle bir çıkmaza düşmüş ve öğrencilerini de peşinden sürükleyecek tıynette kimseler barındırılmasın. İşte bu husus üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta olmalıdır.

     Bu güne kadar her husustaki akılsızca taklitçiliğimiz Millî Eğitim’de istenen netîceyi alamayışımızda baş rolü oynamıştır.

     “...Büyük tarihi olan bir millet, bu günkü dünya şartları ve dünya ideolojileri içinde, kendi imkânları ve kendi kudretile nasıl kalkınır? Nasıl birleşir ve yeniden büyük millet olur?

     “Bunun çaresini bize ne Moskova veya Pekin, ne Waşington veya Paris gösterir. Bir millet kendisine gereken ve kendi maddî mânevî ihtiyaçlarına cevap veren fikir ve sistemi; kendi münevver  / aydınlarının kafasında bulduğu zaman yükselir...” (Emin Bayraktaroğlu)

     Kimimiz sağcı, kimimiz solcu, kimimiz ortacı herkes bildiğini hakikat sanıyor. Halbuki hakikat birdir.

     Bizler değil yâd / yabancı ellerde daha kendi vatanımızda öz benliğimizi yitiriyoruz. Çünkü dış memleketlerin cilâlı dış görünüşleri elbette mânen boş gözleri kamaştıracak parlaklıktadır.

     “Dünyanın her yerinde güzel manzaraları gör, lâkin o görüş kendi vatanını çirkin gösterirse vatanın kayboldu. Daha iyiyi görmek vatanı daha iyiye götürmek içindir.” (İsmail Habib)

     Bu satırların nâciz sâhibi “Âkif’i sevmiyorum!” diyen bir lise son sınıf talebesinin bu şuursuzca sözlerine, muhterem hocasının acı bir tebessümün araladığı dudaklarından “Oğlum, onu sevmiyeceksin de kimi seveceksin?” sözlerinin tane tane döküldüğünü görmek talihsizliğine uğramıştır.

     Sormak gerek -nâdir de olsa- Âkif’i sevdiremeyen bir eğitim ne derece millîlik vasfına lâyıktır?

     Asrımızda milletleri amansız iki dev düşman tehdit etmektedir. Kültürel ve iktisadî emperyalizmler. İkisine karşı da bizi uyanık kılacak bilgiyi ancak Millî Kültür verecektir. Bu ise Millî Eğitim Bakanlığı’nın vazîfesi ve görevidir.

     “Zaten istilâ devletleri müstamere / sömürge yapacakları kıt’alara neye ordularından evvel kültürlerini gönderiyorlar? Çünkü evvelâ kalpleri al, sonra ülkeler kolay alınır.” (İsmail Habib)