Bu yolculuğa çıkarken gidebildiğimiz bütün kahverengi tabelalara gitmeyi planlamıştık. Ama gezeceğimiz antik şehirler ile bir değil birkaç uygarlığın izlerini takip edeceğimizi hiç düşünmemiştik.
Hele ki okullarda yapıldığı gibi ezberletmek yerine, yerinde ve yaşayarak öğrenmenin bu kadar zevkli ve heyecanlı olacağını hiç düşünmemiştik.  Hele ki plansız ve programsız, yaklaşık bir rota üzerinde ilerleyince karşımıza çıkan her yer bir sürpriz bizim için.

Güneye doğru yolumuza devam ederken ovanın ortasında, tarlaların arasında bir kahverengi tabela gördük üzerinde Milet (Miletos) yazan.
Milet antik çağın en büyük liman kentiymiş. Ancak o zaman ki adıyla Maiandros, şimdiki adıyla Büyük Menderes kıyı şeridini yılda ortalama 6.10 mt ileriye doğru taşıyarak zaman içerisinde bu kocaman Söke ovasını meydana getirmiş. Lade adası ovanın ortasında kuru bir tepeye, Latmos körfezi ise Bafa Gölü'ne dönmüş.
Bu nedenle Miletos'a gitmek için artık deniz yerine bu ovayı aşmak gerekiyor.

Cilalı Taş Devrine Uzanan Tarih...

Miletos'un tarihinin cilalı taş devrine kadar uzandığı tahmin ediliyor. Ancak sürekli ilerleyen alüvyonlar, yükselip alçalan Menderesin suları bütün delilleri yok edip günümüze hiç delil bırakmamış. Ancak Bafa Gölü'nün dibinden alınan örneklerin o devirler için yaşamaya uygun bitki ortamları olduğunu gösteriyormuş.
Yazılı ilk kaynaklar ise geç Bronz çağı, Hitit kaynaklı yazılardır. Bunlarda şehrin saldırıya uğradığından ve büyük bir yangından bahsedilir. Yapılan arkeolojik kazılarda da o dönem kalıntılarında yangın izlerine rastlanmıştır.
Yunan'lı tarihçi Heredot'un yazdıklarına göre Troia savaşı sırasında Milet bir Karya şehriydi. Efsanelere göre daha sonra Atina'lı koloniciler Miletos'u ele geçirmiş, erkeklerin hepsini öldürüp karılarıyla evlenmiş ve Yunanca konuşan İyonya halkını oluşturmuşlardır.
Miletos daha sonra bir deniz imparatorluğu haline gelmiştir. Bütün Karadeniz’i de kapsayan, Trabzon, Sinop ve Kırım'ın da içinde olduğu  98 koloni kenti kurarak muhteşem bir güce ulaşmıştır.
Antik Yunanistan daha gelişme sürecinde iken, İyonya'nın merkezi olan Miletos, aynı zamanda sanat, bilim ve felsefe merkezi konumundaymış. Antik çağın ünlü bilim adamları Thales, Anaksimenes, Anaksimendros, Hekataios ve döneminin ilk ve tek bilim kadını Aspasia Miletos'un okullarında yetişen bilim insanlarından bazılarıdır.
Thales Antik çağın en önemli astronomi ve geometri bilginidir. İkizkenar üçgenin taban açılarının eşitliği, birbirini kesen çizgilerin ters açılarının eşitliği, dairenin merkezinden geçen doğrunun daireyi eşit iki parçaya bölmesi onun ispatlarıdır. Ayrıca MÖ. 585 de ki güneş tutulmasını da önceden hesaplayabilecek astronomi bilgisine de sahipti.
Söyledikleri hala gerçekliğini koruyan Thales’e sormuşlar : 
En güç şey nedir? --  “Kendini tanımak”

En kolay şey nedir?  --  “Başkasına öğüt vermek“

Az görülen bir şey nedir? --  “Zorba bir hükümdarın yaşlanmışı“

Mutsuzluğa katlanmanın en kolay yolu nedir? --  “Daha mutsuz düşmanların hallerine bakmak“ 

Güzellik nereden gelir? --  “Yüzden değil, iyi davranışlardan gelir”.

Anaksimandros evrim teorisini ilk defa ortaya atan, Anaksimenes ise dünyanın havada durduğunu söyleyen bilim adamıdır. Aynı zamanda ilk coğrafya haritasını da yapan onlardır.
Aspasia ise Milet'de doğmuş ve yetişmiş, 20 yaşında Atina'ya gelerek yabancılarla evlenme yasağına rağmen devlet adamı Perikles'in ikinci eşi olmuştur. Kadınların evli kadınlar, köleler ve fahişeler olarak sınıflandırıldığı, düşünsel üretimin sadece erkeklerin hakkı olduğu söylenen bir yerde, çağı etkilemiş, adını tarihe yazdırmış başarılı bir kadındır.
Onun evi Archimedes, Sophokles, Sokrates gibi felsefecilerin, sanatçı ve devlet adamlarının ziyaret ettiği, düşünsel olarak beslendiği, tartışmaların yapıldığı bir nevi akademidir. Tarihçiler onu dönemin en iyi felsefe hocası olarak nitelendirir.
Şimdiki gelişmiş!! ve medeni!! çarpık kentleşmenin aksine, ilkçağ kent planlamacıları, önce oturup altyapıyı da düşünerek kent planlarını kağıt üzerinde hazırlar, hataları giderir ve sonra inşaata başlarlarmış.
Bu nedenle caddeler birbirine paralel, kenarlarda ızgara ve su giderleri var. Her bina olması gereken yerde. Bu şehrin kent planlayıcısı da Knidos'un da planını yapan Hippodamos'dur. Başka bir Miletos'lu mimar da mimarlığa dünya çapında yön veren Ayasofya'nın planlayıcı iki mimarından biri olan İsidoros'dur.

Miletos'un tarihine geri dönersek, bu muhteşem imparatorluk MÖ. 502 de Pers'ler tarafından ağır yenilgiye uğratılmış ve tamamen yakılıp yıkılmıştır. Ancak daha sonra MÖ.479 da Dilek dağı önünde ki deniz savaşında Yunanlarla beraber Persleri yenip şehri tekrar geri almışlar ve Hippodamus planlarına göre şehri yeniden inşa etmişlerdir. Ancak MÖ 403 de tekrar Pers idaresine giren şehir MÖ 304 yılında Büyük İskender yönetimine girmiş ve MÖ 133 de Roma hâkimiyetine girene kadar defalarca el değiştirmiştir.
Roma imparatorluğu ikiye bölündüğü zaman konumu itibariyle Bizans’a kalmış. Limanın da dolmasıyla zaman içerisinde önemini yitirmiştir.

Selçuklular Anadolu'yu ele geçirdiklerinde bir süre Venediklilerle ticaret için liman olarak kullanılmış, tiyatronun karşısına  bir kervansaray yapılmış, Selçuklular Kösedağ savaşında yenilip devlet parçalanırken de Menteşeoğullarının eline geçmiştir. Menteşe oğullarından İlyas Bey buraya bir cami, medrese ve külliye yaptırmıştır.
Daha sonra Osmanlı hâkimiyetine geçen şehir bir süre kullanılıp sonra limanın tamamen dolmasıyla kaderine terk edilmiştir.
Ve kalanlar...
Miletos'dan günümüze ulaşan kalıntıların çok büyük bir kısmı Roma döneminde inşa edilmiştir.
Miletos'a girdiğinizde 4.300 kişilik Hellenistik tiyatronun yerine yapılan 15.000 kişi kapasiteli Roma dönemi tiyatro bütün ihtişamıyla karşılıyor sizi.
Tiyatro üç katlı her katın seyirci girişleri, galerileri, dinlenme alanları ayrı. Tiyatronun yaslı olduğu tepe Türklerin hâkimiyet kurmaya başladıkları zaman yapılan kale için hisar görevi görmüştür.

Yukarıda görülen şehrin en eski anıt mezarıdır, yanında da iç kısımdaki mezar boşlukları görülmektedir.

Türk egemenliği zamanında dışarıdan minareye ulaşılan basamaklar nedeniyle 40 merdivenli cami ve iki tane Türk hamamı  yapılmış, bazı eski binalardan camiye çevrilenler olmuştur.

Liman anıtı Pompeius'un korsanlara karşı kazandığı başarı (MÖ.67) veya Augustus'un Actium savaşında Kleopatra ve Marc Antony'e karşı kazandığı zafer (MÖ.31) için yapılmıştır.
Yapıldığında denizin içinde olduğu sanılıyor.


Başka bir Türk hamamı da büyük olasılıkla Gemilerle ticaret için gelen denizcilerin kullanması için 15.yy da yapılan bu binadır.
Biz göremesek de iç duvarlarında kazınmış gemi graffitoları varmış. Bütün bölümler alttaki ve duvar içlerindeki su künkleriyle ısıtılıyormuş.
Delphinion Arkaik dönemden itibaren Miletos'un en önemli kutsal alanı olmuştur. Apollon'un kutsal hayvanı Delphinios (yunus) a adanan anlamındadır ve Didim Apollon tapınağına giden kutsal yolun başlangıç noktasıydı.

Faustina hamamı Miletos'un roma döneminde yapılmış en büyük hamamı ve spor tesisidir. Büyük bir palaestra(spor alanı), apodyterium(soyunma alanı), frigidarium(soğukluk), tepidarium(Ilıklık), caldarium(sıcaklık), ısıtma tesisi, dinlenme alanlarından oluşan tesis, aynı zamanda Roma döneminin sosyalleşme alanı olarak kullanılan bir yapıdır.
Bluterion(meclis binası) da o dönemin en büyüklerinden biridir. 1500 kişilik oturma yeri vardır.

Miletos'da bulunan pek çok eser ve hatta kocaman binalar bile Osmanlı'nın çöküş zamanında yurtdışına kaçırılmıştır. Paris - Louvre Müzesi veya Berlin - Bergama Müzesinde giderseniz Miletos eserlerini görürseniz hiç şaşırmayın.
Hatta Güney agoradaki Miletos antik kapısı parçalara ayrılıp parça parça Berline taşınmış, Bergama müzesinde tekrar inşa edilmiştir.

Berlin Bergama Müzesinde Miletos Agora Kapısı[/caption]
Bunların dışında Batı Agorası, Güney Agorası, sinagog ve kiliseler, hamamlar, kutsal alanlar antik şehirde görebileceğiniz yerlerdir.