Mevlana diyor ki: İnsanda asıl kirlilik dışta değil içtedir, kirlilik elbisede değil kalpte olur. Dıştaki leke ne kadar kötü görünse de yıkanınca temizlenebilir, suyla arınır. Oysa insanda yıkanmayla çıkmayan tek kir kalplere yerleşmiş kıskançlık ve artniyettir.
Tanrı insanın kibirli olmasını sevmez.Tevazu sahibi olmamızı ister. Bu nedenle en haklı durumlarda bile üstünlük sağlamaya çalışmadan, karşıya üstünlük duygusu hissettirmeden tevazu göstermeli.
Mevlana şöyle der: Ben ömrünü seccade üstünde tesbih çekerek dervişlerden değilim. Öyleleri var tabi. Onlar Kutsal Kitabımızı yüzeysel olarak okur, derinliğine inmezler.
Ben ise Kur’anı heryerde okurum:
Her buğday başağında
Her karıncada,
Her bulutta... Canlı, nefes alan Kur’an dır benim okuduğum..
Her insan açık bir kitaptır okunmayı bekleyen, yeter ki öz benliğimizi iyi tanıyalım.
Şeytan dışımızda bizleri ayartmaya çalışan korkunç bir mahluk değil bizzat içimizdeki bir sesdir. Şeytanı kendinde ara başka yerlerde değil.. Ve unutma ki kendi benliğini ve nefsini iyi tanıyan Tanrısını da iyi bilir, iyi tanır.
Mevlana Celaleddin Rumi konuşurken vurgu yapmayı da severdi:
Yüce Tanrı kaderi yaratmış ki tezatından mutluluk doğsun. Bu dünyada herşey tezatından doğar. Bir tek Tanrı nın zıddı yoktur.
O yüzdendir ki Tanrı hep sır olarak kalır.
Aşağıda toprak yukarıda sema, dünyanın her hali işte böyledir:
Bolluk ve kıtlık,
Savaş ve barış..
Her nesnenin mutlaka karşıtı var. Asla hiç bir şeyi unutmayan Allah hiç bir şeyi boşa yaratmamıştır. Tek bir tahıl tanesinin bile bu ilahi düzende bir yeri, bir anlamı vardır.
Anladım ki şu alemde tesadüfi veya  luzumsuz olan hiç bir şey yok, herşey bir amaca hizmet ediyor, der Mevlana.
Başı pek karnı tok varlıklı bir ailede hiç sıkıntı çekmeden yaşayan, Mevlana sıkıntı çekmenin erdemini inanılmaz bir ustalıkla anlatır aynı duyguları en az  çekenler kadar derinliğine hissederek dizelerine yansıtırdı.
Kadınlar için Fi-ma-fih adlı eserinde bakın ne diyor Mevlana:
Sizler kadınların kapanmasını istedikçe herkeste onu görme isteğini kamçılarsınız. Bir kadının yüreği iyi ise yasak koymasan da o iyilik yolunda gidecektir. Kötüyse ne yaparsan yap onu hiç bir şekilde etkileyemezsin. Erkek kadından üstün değildir.
Ancak hayvani duyguları ağır basan erkekler kadından üstün olduğunu düşünür.
Başkasının ne düşündüğüne çok kafa yormamalı der Mevlana. Bilesin ki başkalarından kabul ve hürmet görmek istiyorsan onların eleştiri ve dedikodularına o ölçüde hazırlıklı olmalısın.
Mevlana’nın ilk dönemlerinde şiirle hiç ilgisi yoktu hatta benden şair olmaz derdi. Ancak hayatına çok büyük etkisi olan Şems-i Tebrizi  ile tanıştıktan sonra şiir de yazmaya başlar. Bir başka deyişle Şems Mevlana’dan bir muhteşem bir şair çıkarır.
Eserlerini devrin geleneklerine uyarak yine o devrin kabul gören edebi ve ilmi dilleri Farsça ve Arapça veren Mevlana Türklüğüyle daima övünmüş, her fırsatta Türküm diye haykırmıştır. Gazellerinde “aslen Türk est egerçihinduguyem” yani her ne kadar Farsça söylüyorsam da aslım Türkdür tarzı ifadelerine sıkça rastlanır.
Tebriz-i Şems Konya’ya Mevlana için gelişini şöyle ifade eder:
Madem ki bu dünya ‘Kün’ deyince oldu, yani bir kelimedir varoluşumuzun özü, ben de harflerden kelimeleri, kelimelerden hakikatleri çıkaracak dilcanbazı bir kişiye yardıma geldim.
Şems Konya’ya gelişini şöyle anlatır: Konya da beni neyin beklediğini bilmiyordum. Ama bu şehir bana nasıl bir kader hazırlamışsa kucaklamaya hazırdım, tüm kahırlarıyla beraber.
 Mevlana, Şems’ten çok etkilenmişti adeta coşarak:
Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha çok sahte hoca, şeyh, şıh var, Onların çoğu insanları kendine hayran etmeye çalışmaktan öteye bir şey yapmıyorlar. Oysa hakiki mürşid seni içine bakmaya ve nefsini aşıp kendi iç güzelliklerimizi  bir bir keşfetmeye yönlendiren kişidir. Tutup da kendine hayran etmeye değil.. Ben Şems’te işte bunu gördüm.
Başkalarının inançları ne kadar sağlam veya değil bunu sınamak bize düşmez. Bunu yapmak Allah’tan rol çalmak olur.
Kulun imanını ölçüp tartmak kul harcı değildir, bilmez misin ?
 Okumak, çalışmak, başkalarını aydınlatmak insanın Allah’a borcudur, unutmayın der Mevlana...
Mevlana ilk kez gideceği yerler hakkında seyahat öncesi şöyle konuşur:
Varacağım yerlerde ağırlıklı olarak müslümanlar, hristiyanlar ve yahudiler yada mecusiler yaşıyor olabilir, hiç farketmez.
Heryerde mutlaka bir veli veya veliler vardır. Onlarda din, mutlaka cemin ve cismani farklılıkların ötesine geçmiştir.
Veli dediğin zaten ayrım yapmaksızın tüm insanların rehberi değilmidir ?
 Mevlana ve Şems ısrarla şu noktanın altını çizerek vurgular:
Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Tanrı herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak Tanrı’nın kutsal düzenine saygısızlık etmektir.
Bir gün Şems ile şu sohbet geçer aralarında: Şu şarap niye günahtır anlamam. Madem fenadır niye cennette serbesttir?
Madem cennette serbest neden burada yasak?
Eğer şu dünyada düşünüp sorgulayıp soru sormazsak bizim ‘lahana+dan ne farkımız kalır? Mesele badede değil bizdedir. Bildiğim bir şey varsa herkesin kendi kumaşına göre içtiğidir.
Şu hayatta ne yaparsak yapalım niyetimizdir farkı yaratan.
Görünüşümüz, mevki, ve ünvanımız değil farkı yaratan.
Mevlana hayatı sürekli bir seyahat hali olarak tanımlar ve:
Beşikten mezara yolculuk halinde ve seferdeyiz, der.
DEVAM EDECEK