Merhamet Gizli Kibirdir..
Bende biraz fazlaca olduğunu düşündüğüm ve zaman zaman bana acı veren bu duygunun aslında çok da erdem olmadığına dair bir yazı okudum bu sabah.
Üzerinde hiç düşünmediğim bir yaklaşımdı bu.
Aslında merhametin acıma ile iyi niyet arasında bıçak sırtı bir çizgi olduğunu bilirdim hep.
Hangi noktada karşındakine acıyacaksın, hangi noktada acımak doğru olmaz, asla bilemezdim ve bu ikilem hep içimi yerdi.
Merhamet, öteki hislerin hepsinden daha fazla, sonradan elde edilmiş bir his. Çocuklarda merhamet yok mesela. Hep çocuklar çok acımasız demez miyiz kendi aramızda. Merhamet, insanın hafızasının, tecrübelerinin sonucu, hayat acıları ve talihsizliklerinin ürünüdür.
Fakat işin kritik eşiği şudur. İnsanlar karşısındaki merhamet göstermek için onlardan minnet duygusunu beklerler. Erdemli olma iyi niyetiyle yola çıkılan, ama kendi kendini tatminle son bulabilecek taşlı bir yoldur merhamet. Bu nedenle insanoğlu merhametle acıma duygusunu sık sık birbirine karıştırır.
Merhamet kimi zaman sessizdir, kişiseldir, içinizde yaşarsınız. Karşınızdakinin haberi bile olmaz. Acımak ise bağırır, bakışlarınızda ve sözlerinizde. Acımak üstünlük kurmaktır. Merhamet ise, için için sızlar bir kalbinizde ya da beyninizde..
Acımak soğuktur, kişi acıdığı kişiye bakar ve söz konusu olayın kendi başına gelmemesi ve hatta söz konusu olayın varlığını unutmak için olayı veya kişiyi geçiştirmeye çalışır.
Merhamet duygusuna başka bir pencereden baktığımızda ise şunu görürüz. Bir yerde adalet yoksa, ister istemez merhamet duygusu ortaya çıkar. Adaletsizlik merhamet üretir.
Sabahattin Ali, "Kürk Mantolu Madonna"'da merhameti şu şekilde anlatır:
"... bu halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki; ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur... "
İtiraf ediyorum, okuyunca kendi merhamet duygum da o kadar masum değilmiş gibi geldi.. Sabahattin Ali çok güzel yorumlamış ve yazmış. Şöyle de devam ediyor:
"Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi bir ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz." Hadi dürüst olun, sizin merhamet duygunuzda derinlerde bir yerlerde bu yaklaşım da yok mu?
Okuduklarımdan geldiğim sonuç şu: Hangi koşulda olursa olsun, merhamet duyanın içinde -kendisi ayırdında olsa da olmasa da- mutlaka biraz kibir vardır. İşte bu noktada bu sabah okuduğum konunun İslami yaklaşımı ve yazının da yazılış sebebi geliyor. Aynen alıntı yapıyorum:
"Müslüman, kendisi de dahil her kulun Yüce Allah'ın rahmetine muhtaç olduğunu bilir. Allah'tan merhamet diler. Kendisi merhamet etmeye kalkmaz. Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Yine Müslüman, insanın Allah’ın yardımı, dilemesi, oluru olmaksızın bir günahtan sakınması da dahil, hiç bir şeye güç yetirmesinin mümkün olmadığını bilir ve O'ndan merhamet, bağışlanma diler. Allah'tan başka kimseden yardım istenemeyeceğini bilen mümin, kendisinin de kimseye yardım edemeyeceğini bilir. Kendisinden merhamet dilenmesine karşı çıkacağı gibi, yine aynı nedenle kimseden merhamet ummaz ve merhamet etmeye kalkmaz. İnsan, aczinden dolayı kendini yüceltmek için hiç bir fırsatı kaçırmayan reflekslere sahip olduğu için şefkati, merhametle karıştırmaya eğilimli olabilmekte, buradaki ayrıntıya yeterli dikkati gösterebilecek kadar teyakkuzda olamayabilmektedir."
Sözün özü: Son derece insani olan, bir insanda bulunmadığında onu çekilmez ve sevimsiz kılan merhamet duygusu, dozaj karışır da acıma duygusuna dönerse, ya da kibir eşiğine atlarsa, erdem olmaktan çıkıp belki de erdemsizliğe dönüşebilmektedir.
Bu ince çizginin farkında olarak insanlığımızdan ödün vermeden ama kibirli ve mağrur olmadan samimi merhametli insanlar olabilmemiz dileğiyle..