Her hafta oyuncuların, yönetmenlerin, yazarlarımızın sohbetini getirdim sizlere. Bu hafta bir değişiklik yapmak istedim. İzlediğimiz, sevdiğimiz neredeyse sanatçı dediğimiz herkesin bir menajeri var. Onları temsil eden, ekrandaki, projelerdeki devamlılığını, göz önünde bulundurulma durumunu arttıran görünmez şövalyelere; menajerlerin –Suat Ünal’ın da dediği gibi- Basın Danışmanlarının gözünden bir sohbet getirmek istedim.

Bu mesleğe yıllarını vermiş, kariyer yapmanın da ötesinde dirsek çürütmüş bir isim olan Suat Ünal, hem benim hem de birçok sanatçının abisi olmuş bir isim. Gazetecilik kariyerim boyunca, her zaman yanımda oldu ve yaptığı mesleği nasıl titizlikle yaptığını bilen biri olarak ona bu röportajı teklif ettim. O da sağ olsun beni kırmadı. Bu röportajı okuduktan sonra oyuncuların basamakları çıkarken hangi ellerden merdiven desteği aldığını çok daha net göreceksiniz. İyi okurlar diliyorum...

RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Merhaba Suat Bey, televizyonun her biriminde muhabirlikten montaja çalışmış biri olarak yolculuğunuz nasıl başladı?

- 1990 yılında Show Haber’de stajyer olarak başladım. Orada biz iş öğrenmek istediğimiz için, elimizde bir meslek olması için her bölümde çalıştık. Onu en çok biz istedik. Tabiri caizse işin mutfağına inmek istedik. İstedim ki, yarın öbür gün herhangi bir kanala gittiğimde sıkıntı zorluk yaşamayayım diye. Ve iyi ki öyle yapmışım. Montaj setlerinde çalıştım, seslendirmeleri aldım, akşam altıyla sekiz buçuk arası ana haber zamanı montaj olur kimse hiçbir işle ilgilenmez, herkes koşuşturur bugünki teknolojiyle, benim çalıştığım dönemlerdeki teknoloji arasında dağlar kadar fark var. O zaman kart montajları vardı, vtr’leri takıyorduk... Şartlarımız çok zordu ve bunların içinde mücadele ettim ben. Artı haber montajı biter, herkes oturur ben hiç üşenmezdim setlerdeki kasetleri toplar arşive koyardım. Kucağımda kasetlerle her yere girip çıkardım.

- Şimdi kaset devri bitti, kurtuldunuz. USB’ler daha hafif

- Şimdi flashbellek, simkart bir sürü teknoloji mucizesi var. o dönemler televizyonculuk daha zordu. Ve bizlerde öğrenme isteği vardı, ama şimdiki stajyerlere baktığımızda, benim yanıma staj yapmaya geldiğinde bir haber yazmayı bilmiyor. Üniversiteyi bitirmiş, Amerika’da master yapmış, İngiltere’de dil eğitimi almış, ama haber yazamıyor. Çünkü alışmış, her şey önüne gelsin istiyor. İmzalayayım vereyim.

Önceden sizi Tümay Özokur menajerlik bünyesinde tanımıştım. Şimdilerde bireysel çalışıyorsunuz...

- Evet. Buraya gelmeden önce televizyonculuk hayatım benim 2010’a kadar devam etti. En son Atv’de bıraktım ve işi zirvede bıraktığımı düşünüyorum. Gayet mutluydum, parada kazanıyordum, ama şimdiki televizyonculukta para kazanılmıyor, sadece karın tokluğuna çalışıyor insanlar.

- Oyuncular dahil demeyeceksiniz değil mi (gülerek)?

- Hayır, tabi ki (gülerek)... Kulağı çınlasın, kendisini sevgi ve saygıyla anıyorum, Tümay Özokur ile çalışmaya başladım. Bir Cumartesi günü telefonum çaldı. “Merhaba ben Tümay” dedi, “Suat nasılsın”... İsmini çok duymuş biri değildim, bir anda tanıyamadım, “Pardon, özür dilerim isminizi alamadım ben” dedim. “Ben Tümay, menajerim... Telefonunuzu falanca falanca bir kişiden aldım. Benimle çalışır mısın?” dedi. Tabi ilk önce ben şaşırdım, ama “olabilir” dedim. Tabi, bizim yıllarımızın bir birikimi var. Tümay Özokur ajansı da benim için bir okul oldu. Gazetecilik tarafındayken o taraftan sadece bir pencereden bakıyordum. Menajerlik kısmına geçtikten sonra başka bir tarafın daha kapıları açılıyor, başka bir pencere... Oyuncuların hayatını daha iyi anlıyorsun. Çünkü bir oyuncu Tümay Hanım’a geliyor, hayatında hiç oynamamış, noname, parası pulu yok, bir yerde oyunculuk yapıyor, yükseliyor. Hayatı değişiyor. Şan var, şöhret var, ün var, para var... Bu adam ne yapar? –Şımarır. Her şey bir anda olduğu için. Ben böyle tip insanları da gördüm, mütevazi dediğimiz insanları da gördüm. Türk halkının daha çok sevdiği insanlar.

- Verilendeki hakkını kabul edenler.

- Aynen öyle. Bazı insanlar öyle olamıyor ne yazık ki! Onlar ünlendikten sonra egolarına zayıf düşerler. Tabi ki bir insanın başarılı olması için egosu olması gerekiyor ama egonu parlatırken de karşındakileri kırmamak lazım, onların ışığını söndürmemek lazım. Zaten ego olmazsa başarısız olursun.

Sanatçılarınız kimler?

- Atv’de Beni Bırakma dizisinde oynayan Emrah Akduman var, onun şahsi basın danışmanlığını yapıyorum. Semra Güzel var, Ebru Küçükakar Managent’te oradaki oyuncuların basın danışmanlığını yapıyorum. Ayşe Erbulak Yazarlık ve Oyunculuk okulunun kurumsal PR yapıyorum. Şarkıcılardan Davut Güloğlu ve Keremcem ,Alp Navruz ile çalıştım. Daha öncesinde birçok oyuncunun basın danışmanlığını yapmıştım. Ceyda Ateş,Işıl Yücesoy ,Asuman Dabak, Timur Acar ,Fırat Tanış, Ufuk Özkan Caner Cindoruk, Bennu Yıldırımlar, İlker Ayrık, Ayça Ayşin Turan, Başak Parlak, Burçin Abdullah, Öykü Çelik , Yusra Geyik ,Yağmur Ün ,Aslıhan Güner... Onların da Tümay Özokur ile birlikteyken basın danışmanlığını yaptım.

Türkiye’de birbiriyle iç içe geçmiş birçok meslek var. menajerlik ve basın danışmanlığı da bunlardan biri... Siz mesela, basın danışmanı mısınız menajer mi?

- Bu soru için çok teşekkür ederim öncelikle. Evet, sizin de dediğiniz gibi menajerlik ve basın danışmalığını karıştırıyorlar. Bana diyorlar ki “Menajerlik mi yapıyorsun?” Hayır, ben basın danışmanıyım. Menajerlik apayrı bir konum, basın danışmanlığı apayrı bir konum. Biz de bunu aynı anda yapanlar var, ama böyle bir durumda da bocalama ve başarısızlık söz konusu oluyor. Kısacası bir yere odaklanırsan hedefine ulaşman daha kolay olur. Bizim sektörde şöyle bir handikap var; iki, üç gazeteci tanıyan herkes basın danışmanı. Benim bu meslekte 28 yılım bitmiş. Ben o okuldan kep atalı neredeyse yarım ömür oldu. Öyle doğduğun gibi koşmaya başlayamazsın. Kolay gelemezsin bu duruma.

- İletişim çok önemli.

- Evet, iletişim. Ben halkla sanatçı arasında bir duvarım, süngerim... Çok sert gelir, sertliği yumuşatırım, çok sert gelir, onu kalın bir duvar örüp karşılarım, onu göğsümde hafifçe yumuşatır sanatçıyla öyle birleştiririm. Ortak bir payda da olumsuzlukları yer değiştiren bir noktadayım.

Milliyet.com sitesinde blog yazarlığı yapıyorsunuz. Aynı zamanda Keyf gazetesinin de sahibisiniz. Bu gazetelerde ne tür bir çalışmanız oluyor?

- Yıllar önce Milliyet gazetesinde magazin müdürü bir arkadaşım vardı.Bana bir teklifte bulundu.Onların televizyon eki vardı, “sen bu işi bilen insansın bana röportaj yapabilir misin?” Bende kabul ettim  bunu prestij için yaparım.dedim  Hiç olmazsa kan kaybı yaşamamış olurum. Ben basın danışmanlığı yapıyorum ama gazeteci kimliğimi kaybetmek istemiyorum. Onun için bir televizyon sayfasında oyuncularla röportajlar yapmaya başladım. Arkasından kaldırıldı, daha sonrasında “blog yazarlığı yapar mısın?” dediler. Burada, benim blogumda 76  bin takipçim var. Benim yaptığım haberleri neredeyse 80 bin kişi okuyor. Düzenli giremediğim için rakamlar değişiyor. Çünkü vaktim olmuyor. Keyf gazetesinin kuruluşu da benim asistanımla konuşurken oldu “Abi, senin gibi bir çevresi olan adamın neden bir gazetesi yok? Ben sana bir tane site açmak istiyorum” dedi. Ondan sonra Keyf gazetesi açıldı, isim babası da benim zaten. Şimdi isim vermek istemiyorum, ama gazete kimliği altında hiç gazete yazılarına benzemeyen siteler var. Ben öyle olmak istemiyorum. Eğer ben gazeteciysem, yazılarımın da gazeteye uygun olması lazım. Günde 30, 50 tane haber giriyoruz. Bazılarının da kaynak bildirmek şartıyla birçok gazeteden röportaj, haber giriyorum.

Basın danışmanlığı oyunculuk, yapımcılık, yönetmenlik gibi bir dal değil, ama hepsinin önünde geliyor, çünkü bir oyuncuyu vezir eden de, rezil eden de menajeri, basın danışmanı...

- Şimdi çok güzel bir konuya değindiniz. Biraz önce dedim ya, herkes basın danışmanı, menajer... Bir gece kulübünde bir oyuncuyla tanışıyor, onunla arkadaşlık kuruyor, oyuncu diyor ki “ sen benim menajerliği mi yapar mısın?”. Menajerlik aslında o kadar kolay bir meslek değil. Yükümlülüğü çok zor. Menajer, oyuncuya para kazandıran kişidir. Oyuncuya para kazandırırsanız oyuncu sizden memnundur, fakat oyuncuya para kazandırmazsanız, oyuncu hep şikayet eder menajerinden. Ona para kazandırdığınızda da size teşekkür etmez. Bunu, sizin göreviniz olarak görür. Oyuncu gidip yapımcıyla fiyat konuşmaz, bütün bunlardan menajer sorumludur.

Peki, yapımcı yönetmen, oyuncu türü sanatçıları kriterlere ayırdığınızda hangi meslek türünü temsil etmek daha zahmetli oluyor?

- Her dalın bir güzelliği ve zorluğu vardır. Yemek yerken ne yapıyorsun? – Çiğneyerek yutuyorsun, o da bir zahmettir, çenen ağrır. Yönetmen gözüyle görür, kulağıyla duyar. Oyuncu kötü oynarsa yeri gelir kızar. Adı üstünde yönetendir. Onun bir güzelliği vardır. Yapımcı, parası vardır veya bir yerden bir para bulmuştur hayalindeki filmi yapmak ister. Onun da oyunculuk seçimini kendi yapar. Oyuncu da, bu işi meslek haline getirmiştir, para kazanmak için bütün bunu yapar. Bu üç sektöründe ortak yanı, üçü de para kazanmak için ortak payda da buluşuyor, ama mutlu olanı var ama bunu sadece maddi durumlardan ötürü yapanlar var. o görecelidir. Bana sorarsan, yönetmen mi olmak isterdin, oyuncu mu olmak isterdin? – ben yönetmen olmak isterdim. Bana göre hepsinden daha üstünde.

- Aslında göz önünde bulunan oyuncu ama gizli kahraman her zaman yönetmendir. Aslında televizyon dediğimiz şey yazar olmazsa çeken olmaz çeken olmazsa oynayanın bir kıymeti kalmaz.

- Benim duygularımı siz anlattınız. Ben aslında böyle toparlamak istiyordum. Her şey bir zincirin bütünleşmesiyle oluşur. Bunların hepsi birbirine bağlıdır. Işık şefi olmasa, görün yönetmeni olmasa, bırakın onları set çaycısı bile olmasa o gün o set yürümez. Eper ortaya güzel bir iş çıkarmak istiyorsanız bütün olmak zorundasınız.

Peki daha çok sanatçıların kapısını tıklattığı veya kapı tıklatan biri mi oldunuz?

- Ben sanatçıların kapısını tıklatmadım, onlar beni tercih etmiştir. Çok şükür, bugüne kadar böyle oldu. Benim de çalışmak istediğim oyuncular oldu. Gönül ister ki Kıvanç Tatlıtuğ , Barış Aeduç , Halit Ergenç’in, Bergüzer Korel’in basın danışmanlığını yapmak isterim. Genelde seçilen, tercih edilen biri olmuş umdur. O da benim dürüstlüğüme, kişiliğime bağlı.

Özellikle en çok oyunculuk göz önünde yapılan bir meslek. Siz onların gerçekten gönül abisi olma kıvamına geliyor musunuz?

- Çok güzel bir soru. Teşekkür ederim böyle bir soru sorduğun için. Genelde çalıştığım oyuncular yaş itibarıyla benden küçük oluyorlar ve ben onların abileri oluyorum. Onların abileri olduğum için genelde, bazen takıldıkları senaryolarda bana telefon açıp sorarlar “Abi, bana bir senaryo geldi, karakter açılımları bu. Sence bu senaryonun içinde yer almalı mıyım, almamalı mıyım? Bir gazeteci olarak sence, bana bir artısı olur mu, eksisi olur mu?”, ben bakarım sinopsise, ona göre, o kişinin karakterine göre fikrimi söylerim. Bu konuda başarılı olduğumu da düşünüyorum.

Bir oyuncunun bir projenin içine seçilme süreci nasıl geçiyor?

- Çok iyi biliyorum o süreci. Dediğim gibi yine yapımcı da bitiyor her şey. O senaryodaki karakter açılımına göre kafasında zaten bir oyuncu beliriyor. Ve menajerini bulup veya oyuncu menajersiz çalışıyorsa kendini bulup görüşmelere başlıyorlar. Sonrasında odeyşınlar başlıyor, karakter açılımına çalışılıyor. Eğer oyuncu karakteri beğenirse, beğenirse -bak bu çok önemli- illa ki o oyuncu verilen karakteri oynayacak diye bir kural yok. Zaten gönülsüz oynarsa istedikleri karakter ortaya çıkmaz, hem oyuncunun hem yapımcının. İşte oyuncu o karakteri beğenirse, açılımlarını çözer, kilit noktalarındaki patlamaları yaparsa, karşılıklı bir beğeni söz konusu olursa el sıkışılır. Ama dikkat ederseniz oyuncunun istemesi lazım, menajerin değil. Menajer para kazanmak için önüne gelen projeyi kabul etmesini ister. o sadece getirisine bakar. Eğer her hususta anlaşma sağlanırsa, menajer yüzdesini alır, oyuncu sete gider.

Televizyon kanallarında dirsek çürütmüş biri olarak, bu mesleğin size ilk öğrettiği şey ne oldu?

- Güzel yerden yakaladın, dersine çalışmışsın (gülerek). Amacım bu meslekte başarılı olmaktı. Çok çalıştım, çok çalışarak geldim. Ben buradan tüm meslek dallarındaki başlamış ya da başlayacak olan gençlere şunu tavsiye ediyorum, hani Cem Yılmaz’ın bir lafı vardı “Üç tane şey tavsiye ediyorum, eğitim şart, eğitim şart, eğitim şart!”... Ben de diyorum ki “Çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak”. Başarılı olmak için önce çalışmak.

Televizyon sektörü gerçekten, hele de son zamanlarda çok zor bir sektör haline geldi. Ani dalgalanmalar, hızlı boğulmalar, alaborada kaybolmalar... Özellikle televizyon için çok geçerli bir durum. Televizyonun sekteye uğramasının sizce nedeni nedir?

- En başında ekonomi...

- Ama ekonomi böyle değilken de herşey tozpembe değildi.

- İkincisi senaryolara bağlıyorum. Siz de bir senaristsiniz, senaryolar yazıyorsunuz ve içerideki hataları biliyorsunuz. Genelde senaryolar birbirlerini tekrar ettiği için, copy fast olduğu için, hep aynısının bir değişiğiyle ekran karşısına çıktığı için başarısız oluyor. Yaratıcılık olmadığı zaman, seyirci aynı şeyleri izlemekten sıkılıyor. Bunun dışında bir de yapımcı faktörü var. Gerisi zaten zincirden boşanırcasına geliyor. Sonrasında oyuncu ve en sonunda da televizyon geliyor. Yani, bunların hepsi birbirlerine bağlı. Ama ben en büyük sebebi ekonomiye bağlıyorum.

Sizde bir izleyici olarak televizyon karşısına geçtiğiniz zaman gözleriniz kaliteli bir yapım arıyor mu?

- Evet, arıyor. Ben de oyunculuk sektöründe 15 yıldır olduğum için artık her şeyi farklı bir perspektiften görüyorum. Daha ilk bölümden bir diziyi izlediğim zaman, o dizinin gidişatının nasıl olacağını çözüyorum. Benim bir dizinin içerisinde ilk dikkat ettiğim şey karakterlerdir. Bir oyuncunun o karakteri nasıl yaşatabildiğiyle, yazılandan çok, gösterilenden çok içine nasıl bir kıyafet gibi girdiğiyle alakalı. İkinci olarak oyunculuklara bakarım, ekranda duyguları nasıl veriyor, verebiliyor mu? Üçüncüsü çekim... Yönetmen nasıl çekmiş? Nasıl yansıtmış? Biliyorsun, bir izleyici olarak ne veriyorlarsa onu alıyoruz.

Eski dizilerin süresi daha kısa, hatta konular birbirine benzer, diyaloglar daha net, ama o dönemler izleniyor... Bunun sonucunu kalemi tutan ele mi yoksa reji koltuğunda oturan dev’e mi kesmeli?

- Eski hiçbir zaman eskimez. Eskiye rağbet hep artar, çünkü yeni nesil artık gelişen teknolojiye ayak uydurmak zorunda. Zamana ayak uydurmak zorundayız. Zaman, artık para puldan daha değerli hale geldi. 24 saat üren insana yetmiyor. O yüzden kalitesizlik oluşuyor. Eskiden zaman vardı, bu kadar çok teknoloji ilerlememişti, ama kaliteli işler çıkıyordu. Şimdi çok para kazanma hırsıyla kaliteyi düşürdüler. Bana göre kalitesiz işler yapılıyor. Eskiden daha kaliteli yapılıyordu. Para kazanalım, oyuncuya az para verelim, süresini uzun yapalım, reklam alalım moduna geçtik. Biz altı yedi reklam kuşağı deriz. Akşam kuşağında ister o reklam bir dakikalık olsun, ister on dakikalık olsun. Haliyle bir kalitesizlik ön plana çıkmış oluyor. Para kazanma hırsı bütün sektöre yansıyor. Çok para kazanma hırsı bizi köreltmiş durumda, ama unutmayalım fazla su gemiyi batırır.

Siz daha çok ekran karşısında mı, sinemada mı, tiyatroda mı vakit geçirmeyi seversiniz?

- Ben daha çok ekran karşısında izlemeyi severim. İyi bir gözlemciyimdir. Ben şuanda sizinle röportaj yaparken bile çevremde kimin ne yaptığını gözlemleyen bir yapıya sahibimdir. Bu bana muhabirliğin verdiği bir mesleki alışkanlıktır.

Pek, son olarak benim sormayı unuttuğum, sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?

- Çok teşekkür ederim. Her şeyi sormuşsunuz zaten. Ben teşekkür ederim bu güzel sorular ve bu güzel sohbet için.