Mehlika Sultan romanına giriş
-Yahu bir kere herkesin sevgilisi olan birisi kimsenin sevgilisi değildir. Güneş herkese doğuyorsa kimsenin güneşi olamaz.
- Ya güneş kendisi için doğuyorsa! Dedi ve bıraktı.
Böyleydi işte. Sembollerle bezeli bir aşktı onlarınki.
Kadın kumral teni, siyah saçlarıyla, Çerkez kadını boyuyla ilgi çeken birisiydi. Etrafı her zaman karşı cinsten insanlarla dopdolu geçti. Güzel değildi kadın, işveli, edalı da değildi. Dişilik akmıyordu hiçbir yanından. Ama çevresindeki erkeklerin her biri ifade edilmeyen duygularla dopdoluydular.
Radyoda bir mahalli şarkı söyleniyordu. Ne güzeldi şu halk musikisi, ne kadar da anlamlı sözlerden örülmüştü!
Mavi yelek mor düğme
Yeni düştüm bu derde
Ağam ben nasıl ediym
Saz getir fasıl ediym
Pek de güzel değilsin
Gönüldür nasıl ediym
Kadın iç dünyasını ele verecek biçimde olanları değerlendiriyordu:
İçten içe gülüyor, onunla eğleniyordum aslında. İnsanların ahlak kalesi içine gizlendiklerini, o kale kapısının birazcık aralanması halinde neler olacağını hep merak etmişimdir. Doğrusu istenirse onun kendinden emin halleri, bir mecliste en yetkili kişi oluvermesini, ona göre hükümler vererek söz etmesini, kimseden korkmadan düşüncelerini ifade etmesini sevmiştim. Çok uzun süre aynı mekanda, aynı ortamlarda bulunmamıza rağmen onun ahlak kalesinde bir kapı açamadım. Ama sonunda o artık benimdi.
Adam kadının etrafındaki diğer duygu dolu insanların farkındaydı. Onun için isyan bayrağı sallıyordu zaten. Kadın da inkar etmiyordu. Ben kimsenin değil herkesin sevgilisiyim, ben kimsenin değil herkesin güneşiyim demiyor muydu? Hatta daha ileri giderek dudaklarında muzip bir tebessüm, ‘Güneş kimse için değil, kendisi için doğuyor’ diyordu. Yani aslında o kimsenin değil sadece kendisinin sevdiği idi.
Adam kadının bu hallerine sinirleniyordu ama tam bırakıp gidecek olduğunda kadın bir açıklama yapıyordu kendince. ‘Ama herkesin yeri farklı’ diyordu.
Salih artık sevdiği kadını iyi tahlil ettiğine inanıyordu. O açıktan kimseyle aşk yaşayacak bir kadın değildi. Ama o tam bir Yahya Kemal’in Mehlika Sultanı’ydı. Etrafında ona aşık her yaştan onlarca erkek.
MEHLİKA SULTAN
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı: Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Kara sevdalı birer aşıktı. Bir hayalet gibi dünya güzeli Girdiğinden beri rü'yalarına; Hepsi meşhur, o muamma güzeli Gittiler görmeye Kaf dağlarına. Hepsi, sırtında aba, günlerce Gittiler içleri hicranla dolu; Her günün ufkunu sardıkça gece Dediler: ''Belki bu son akşamdır'' Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür: Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür. Mehlika'nın kara sevdalıları Vardılar cikrigi yok bir kuyuya, Mehlika'nın kara sevdalıları Baktılar korkulu gözlerle suya. Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan.. Ufku çepçevre ölüm servileri.....'' Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlu, uzun saçlı peri. Bu hazin yolcuların en küçüğü Bir zaman baktı o viran kuyuya. Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü Parmağından sıyırıp attı suya. Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!.. Erdiler yolculuğun son demine; Bir hayal alemi peyda oldu Göçtüler hep o hayal alemine. Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Seneler geçti, henüz gelmediler; Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Oradan gelmeyecekmiş dediler!..
Arife Haskuka’dan bir tahlil:
Görüldü gibi şiir dokuz dörtlük, otuz iki mısradan oluşmaktadır… İlk okunduğunda şiirin teması bir aşk hikâyesinden ibarettir. Mehlika Sultan’ı rüyalarında gören yedi genç, âşık olup iflah olmaz hale gelirler. Böylece Kaf Dağı’nın ardında bulunduğu rivayet edilen Mehlika Sultan’ı bulmak için yola çıkarlar. Yol bitmek bilmez. Gençler ümitlerini kaybetmeden, durmadan yürürler. Mehlikalarına kavuşacaklardır, öyle zannederler. Ne var ki yolda bir kaya kuyuyla karşılaşan gençler, kuyudaki suya bakarlar. İçlerinden en küçüğü parmağındaki gümüş yüzüğü çıkarıp suya atar. Su bir rüya olup, hayal âlemine dönüşür. Gençler o aleme göçüp bir daha geri dönmemek üzere ortadan kaybolurlar.