Batı, 15 inci yüzyılda matbaanın icadıyla çok sayıda basılabilen “İlyada” ve “Odessa” hikayeleri ile büyüdü. İzmir’li bir halk ozanı Homer’in (Homeros) yazdıklarını çok önemsedi ve batı medeniyetinin temel taşı olarak gördü ve lanse etti.

Halbuki Homer, MÖ 800’lü yıllarda Anadolu’da doğmuş ve büyümüş, sazıyla karış karış, oba oba gezen bir Anadolu ozanıydı. Bunu da birkaç kuşak sonraki yazarların “Homer” biyografisinde net olarak görüyoruz. Hepimizin çok iyi bildiği gibi saz şairliği geleneği Anadolu’da ve Orta Asya’da MÖ 800’den çok çok daha eskiye dayanan eğlenceli bir eğitim ve haberleşme geleneğidir… Bugün halen topraklarımızda halk ozanlarımız mevcuttur.

Ama batı, Homer’in Truva’yı anlatan dizelerinde bir hile ile de olsa Aka’lıların, yani Yunanistan’ın galibiyeti ile bitirmesinden midir? Bilinmez… Homer’i Yunan olarak görmek istedi… Hatta birçok batılı tarihçinin uyarmasına rağmen o tarihçileri duymazdan geldi…

Oysaki batıda sazlı halk ozanları hiç olmadı.

Homer’in hikayelerinden yola çıkan, zengin tüccar ve aynı zamanda maceraperest Heinrich Schliemann, 1870’li yıllarında başında Homer’in hikayelerinde ifade ettiği yerlerde Truva’yı aramak için girişimlere başladı.

Ama öncesinde arkeolojik çalışma yapacağı toprağı satın almak istiyordu. Ama Türk halkı bir yabancıya topraklarını satmadı…

Ceddimiz yabancılara topraklarını ve üretim düzeneklerini satan halkların başına neler geldiğini biliyordu… Ayrıca Osman gazinin bunu net olarak ifade eden vasiyeti de vardı… Lâkin dönemin bir paşası, buradan kazanç sağlayabileceğini umarak, iyi bir bedel ödeyerek köylülerden toprakları kendi üzerine aldı.

Ama umduğu gibi olmadı… Toprakları Schliemann’a aynı bedel ile sattı.

Schliemann, tamamı Rum olan kazıcılar işe aldı. Uzun bir süre yer tespitleri ile geçti. Ardından kazılar başladı. Bir süre sonra, Truva’nın ikinci katmanında hazine buldu. Ama bu hazinenin İlyada’da geçen Truva kralına ait olmadığını daha sonra anlayacaktı. Bulmak istediği çoban Paris’in babası kral Priamos’a ait hazine, bunlar değildi… Çok daha sonra 7 inci katmanda başka hazineler ortaya çıktı. İşte bunlar Kral Priamos’a aitti… En önemlisi ise Homer’in İlyada’sının, bir hikayeden ibaret olmadığı da kanıtlandı… 7 inci katmanda kalın bir kül tabakası vardı. Tıpkı Homer’in anlattığı gibi şehir yanmıştı.

Elbette Tüccar Schliemann’ın asıl derdi hazineydi…

Hatta sonraki yıllarda o yörenin köylüleri tarafından “Hırsız Arkeolog” olarak anıldı.

Arkeolojik ve antropolojik bulgular Truva şehir kültürünün Anadolu Sümer, Hitit ve Mısır kültürlerinden etkilendiğini göstermişti. Onlar ile ticareti çok kuvvetliydi. Zengin ve bilimsel olarak ilerideydiler… Mesela bulunan bu hazinelerin içinde düğme büyüklüğünde küçük camlar bulundu. Önce ne olduğu anlaşılamadı ve müzede bir kenara atıldı. Fakat onlar büyüteç ve lens idi. Böylece MÖ 1200’lerde normal gözle görülemeyecek kadar küçük altın işlemelerin sırrı da ortaya çıktı… Sağlık alanında beyin, göz gibi birçok tedavi ve müdahalelerin yapılabildiği ortaya çıktı.

En ilginci ise masal zannedilen, “Mutlu İnsanlar Adası” olarak bilinen Atlantis hakkındaki bulgulardı… Atlantis’te, çalışkan ve verimli insanlar yaşıyordu. Bu sebeple ülkede bolluk vardı. Her yer yemyeşildi… Sanat üst seviyedeydi. Mimarisi çok gelişmişti. İyi eğitim görmüşlerdi. Geceleri, güneş enerjisinin aydınlığı ile bile aydınlanacak teknolojileri vardı.

Gel gelelim hırs Atlantis’i de bozdu… Zenginlik, lüks ve tembellik tanrısının etkisine girdiler. Yönetenler daha da zengin olmak istedi. Ahlak ve erdem unutuldu. Ve yıkımda kaçınılmaz oldu. Atomu ayrıştırabilmiş Atlantis, üç ayrı dönemde büyük radyoaktif patlamalar ile yok oldu. Bu arada yok oluş, göz göre göre geldiğinden birçok Atlantisli Mısır, Hitit, Sümer gibi uygarlıklara göç etmişti… Ve buraya öğrendikleri bilimi, ilimi götürdüler.

Bu arada Truva kazılarında, bronz bir vazoydu Atlantis’in varlığını gösteren… Bu vazoda “Atlantik kralı Chronos’a” yazılıydı… Ve içi değerli hediyeler ile doluydu… Atlantik’in kurucu kralı Chronos…

Chronos ismini biz başka bir yerden daha biliyorduk. Mitolojik tanrıların babası olarak bilinen Zeus’un babasıydı…

Demek ki MÖ 50.000 ve sonrasında insanların hayatlarını kolaylaştıracak, güvende tutacak buluşlara imza atan, ilim insanları, alimler tanrı olarak görülmüştü. Mitolojik tanrılar halkın gönlüne girebilmiş, onlara huzuru getirmiş insanlardı. Sümerler de Hititler de Mısır da ve en son Atina da çok tanrılı inanış görülür… Bilim, ilim sahipleri büyük saygı görmüş. Bilim yolunda gidenler, buluşları ile halkın gönlüne girebilenler tanrı kabul edilmiş… Atlantis, Hitit, Sümer, Mısır, Truva halkları da bu bilimin ışığında hareket ettikleri, Truva kazılarında gözler önüne serildi.

Halbuki Truva hikayesinden de hatırlayacağınız gibi… Yunan kralı Agamennon, sefere çıkmak için ters esen rüzgarın karşısında çaresiz kalmıştı. Yelkenli gemilerini kıyıdan çıkaramıyordu. Diğer Yunan kralları, hatta Odysseus bile çaresizdi… Çünkü ilim, bilim yoktu. En iyi bildikleri şey mızrakla savaşmaktı. Rüzgarı durdurabilmek için rahip görevlendirildi. Ellerinden gelen tek şey dua etmekti. Ama o da fayda etmedi. En sonunda rahip kızını kurban etmesini söyledi. Agamennon, kızının boğazını keserek tanrı Artemis’e kurban verdi…

Ama o tarihten 20.000 bin yıl önce Atlantislilerin, bırak yüzmeyi rüzgara rağmen “Uçan Balon” ile uçtuğunu Mısırlı rahiplerin yazıtlarından okuyoruz…

Sanırım Artemis, Agamennon’a cehaletin ne denli kötü olduğunu kızının kanıyla anlatmak istemişti…

Görülüyor ki!.. Hem dua ederek ruhunu aydınlatan hem de çalışıp, gelişerek dünyasını aydınlatan bir toplum ile… Daha çok dua ile işlerini çözmeye çalışan toplum arasındaki fark “biricik ve tek kızının boğazını kesmek” ile tasvir edilmişti…

Bazen, günümüzde de duyarız, köylüler yağmur duasına çıktı diye…

Çünkü mahsullerine verecek su, hemen üzerine bastığı toprağın altında mevcut olmasına rağmen… Çıkarabilecek bilimsel bir dermanı yoktur… Tek yapabileceği dua ve adak verip, beklemektir…

Halbuki dua ruha ilaçtır, bedene ilaç ilim, bilimdir.

Bugün Dünyamızı saran Korona virüsün tehlikeli oluşu; Hızla yayılabilmesi, bulaşıcı ve öldürücü olmasıdır… Ve tabi ki henüz aşısının olmayışıdır… Günümüzde bazı ülkelerin anonslar ile dua etmesi de bundandır… Daha başka bulaşıcı hastalıklar da var. Ama aşısı olduğundan ona özel dua edilmez. Çünkü bilim, ilim çaresini bulmuştur… Çalışma azmimiz ve bilim şifamız olmuştur…

Korona’da ise henüz sonuç yok…

Birçok ülke, daha çok bilimsel bulgular ile araştırma yaparken… Bazı ülkeler daha çok dua ile çözme derdinde…

Ve elbette bunu eşcinsellik vs. gibi aslı astarı olmayan, bilimden çok çok uzak konular ile “Korona sebebi budur” demek, doğru değil… Bilimsel faaliyetlerle derman aramak yerine… Erdemin, manevi değerlerin, ahlakın unutulduğunu hatırlatmak yerine… Gerici, yıkıcı bir bakış açısı doğru değil…

Korona’ya çare için… Benzer mikropların bir daha ürememesi için… Madde dünyamızı aydınlatan bilimden, ilimden uzaklaşamayız… Arkeolojik bilim ile ispatlanmış, 50.000 sene önce yaşamış uygarlıklardan ders almalıyız… Manevi dünyamızı aydınlatan o güzel ahlaktan uzaklaşamayız…

Yeryüzünde derman; Bilim ve ilimin aydınlığında çalışmakta saklı…

Ahir derman; Dualarda saklı…