Masal Deyip Geçmeyin?(1)

Abone Ol
1 Mayıs Bayramı’nı kutluyorum. Temenni ediyorum ki emek hak ettiği karşılığı alsın ve Türkiye esnek çalışma modellerinin güvencesizleştirilmiş ortamlarında gelecek kaygısıyla kıvranan insanlar ülkesi olmaktan çıksın.
Bugün 3 Mayıs Türkçüler Bayramı. Bütün milliyetçilere kutlu olsun. Türk milliyetçiliğinin soğuk savaş döneminin kalıntısı anti komünist zihniyet kalıpları ve marazi muhafazakar- reaksiyoner tavırlardan kurtulmasına, milli varlığımızın biricik ifadesi olarak yarattığı Türkiye Cumhuriyeti’ni  sonsuz  geleceğe taşımaya azimli, aydınlanmış, güçlü bir halk hareketi haline gelmesine vesile olsun.
Cumhuriyetimizin banisi Görklü Gazi’nin; “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.” cümlesini de “anti parantez” diyerek alıntılayıp masalımıza geçelim:
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde; güzeller güzeli bir memleket varmış. Bu ülkenin insanları yoksul olmalarına rağmen memleketlerini sevdikleri kadar özgürlüklerine de düşkünmüşler. Öyle ki eskiden çok geniş bir coğrafyayı kapsayan ülkeleri dünyanın tamahkâr, yağmacı devletlerince istilaya kalkışılınca son bir kuvvetle ayağa kalkmışlar. Allah ne verdiyse, var güçleriyle savaşmışlar ve şimdi yaşadıkları vatanlarını zar zor elde tutmayı başarmışlar.
Savaş ocakları söndürmüş, babalar analar evlatsız, genç kızlar yarsız, gelinler kocasız kalmış. Yaralı, hasta, sakat ve fukaradan mürekkep bir kılıç bakiyesi kalmış geriye. Memleketin her alanda inşaya, kalkınmaya ihtiyacı varmış. Açlar doyurulmak, çıplaklar giydirilmek istiyormuş. Geçmişin toprakları çoook büyük devletinden bir don fabrikası bile devralamamış bu yeni memleket (nasılda Türkiye’ye benziyor sevgili okurlarım).Elindeki  sınırlı imkânlarla bir yandan borçlarını öderken öte yandan da geleceğini inşa etmek için kemerleri iyice sıkmaya başlamış. Neyse bu kemer sıkma ile birkaç on yıl idare eden kadro gün gelmiş ikiye bölünmüş. “Biz”, demişler, “Artık yarışmacı bir yönetim oluşturacağız kardeşim. İyi olan kazansın.” Bunların dışında yıllarca yer altında yaşamış farklı düşünce çevreleri de partileşip yarışmaya katılmışlar. Aslında bir çok kimse, bu yeni durumun kafasının içindeki tilkilerle meşhur Lider Yimset ile onun partisinden ayrılanların lideri Boyar’ın arasında “danışıklı dövüş” olduğunu düşünüyormuş. “Bunların aslında aynı kaptan yiyen adamlar” olup ve “ birbirlerinden farkları olmadığını” söyleseler de halk ikinci grubu seçmiş. Yani eski yönetim kadrosunun muhalif kanadını seçmiş. Bu da aslında halkın devletten memnun olduğunu ama  idare tarzını değiştirmek istediğini gösteriyormuş.
Buraya kadar her şey güzel gitmiş.... Ama zaman geçtikçe eski ahbaplar birbirlerine düşman olmaya başlamışlar. Bu millet de biz Türkler gibi çok savaşçı bir millet olmakla övünür atalarıyla gurur duyarmış. Yetmiş düvele meydan okuyup memleketlerini kurtarmış olmakla iftihar ederlermiş, bizim yedi düvel ne ki efendim...
Laf lafı açıyor, aklıma ne geldi bakın... Fransızların bir Jan Jak Russo’ ları var ya(İnadına orijinal yazılışıyla yazmıyorum. Onlar Fransızca metinlerde bizim adlarımızı bizim yazdığımız gibi yazıyorlar mı? Mütekabiliyet denir buna…övünmek gibi olmasın Dışişleri Bakanı olacak adamım yani.) demiş ki adam:
“İnsan özgür doğar,oysa her yerde zincire vurulmuştur.”
“Kölelik doğal bir duruma gelmişse, doğaya aykırı bir köleliğin sonucudur bu. İlk köleleri köle yapan kaba güçse,onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur.”
“...İnsan zindanda da sessizlik içinde yaşar ama,bu kadarı orayı özlenir bir yer yapmaya yeter mi?”
“Özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinde, insanlık haklarından, hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir.”

Neyse efendime söyleyeyim; şimdi bu ukalalık faslını müteakip, masalımıza devam edebiliriz:
Sivil siyaset bu kadim ve savaşçı milletin yeni yeni öğrenmeye çalıştığı bir usulmüş. Çünkü bunlar tarihte her zaman siyasetin en önemli aracı olarak savaşıgörmüşler. Kaderleri, komşuları, karşılaştıkları zorluklar bu milleti bu alanda uzmanlaştırmış  ve zamanla savaşsızlık hallerini unutur olmuşlar. Ne zamanki son büyük savaşlarını kaybedip ardından son bir silkinişle anayurtlarını zar zor kurtarmışlar,bu sefer şaşkınlıkla birbirlerine baka kalmışlar. “Savaş bitti, artık kılıç kalkan yok... Şimdi biz ne yapacağız ,nasıl yaşayacağız diye kara kara düşünür olmuşlar...” (En meraklı yerinde kestim. Devamı haftaya...)