Bir de Marksistler, Aleviliği gerçek yolundan saptırmak için çok uğraşmışlardır. Mesela onlar, “Aleviliğin İslamiyet’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Alevilik bir yaşam tarzı, bir kültürdür.” Derler. Amaçları Alevileri dinden uzaklaştırıp dinsizleştirmektir, devlete millete karşı bir muhalefet hareketi olarak tutmaktır. Onların yukarıdaki sözünü şöyle düzeltmek lazımdır: ”Alevilik İslam içi bir alt kültürdür.”
Bana göre Diyanet İşleri Başkanlığı bütün Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayan her Müslümanın ortak kurumudur. Yani ortak temel İslam anlayışının bir kurumudur. Alevilik İslam içinde bir yol ise, ki Aleviler kendileri böyle tarif ediyorlar, Türkiye’de böyle pek çok yol yani Arapça ifadesiyle “tarikat” var. Türkiye’de hem pek çok tarikat var hem de birçok mezhep var. Bunlar arasında bazı farklı uygulamalar ve düşünceler var ama hepsi ortak ve temel İslam şemsiyesi altında yerlerini alıyorlar. Bu meseleyi şöyle temellendirmek lazım. Türkiye’de emperyalist Batı, Türk milletinin iki temel yapısını parçalamaya çalışıyor: Türklük ve Müslümanlık. Emperyalist Batı, Avrupa Birliği gibi kurumlar vasıtasıyla yaptığı dayatmalarla birden fazla etnik grup, birden fala eğitim dili ve resmî dil üreterek bunların anayasada, devlet kurumlarında temsil edilmesini, yer almasını, uygulanmasını isteyerek Türk millet yapısını parçalamaya çalışıyorlar.
Aynı emperyalist Batı, ortak Müslümanlık yapısını da mezhepleri ve tarikat (yol) ları ayrı ayrı devlet bünyesinde resmen kurumsallaştırarak parçalamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla o kadar tarikat ve mezhep Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yani resmî devlet yapısı içinde kurumsallaşırsa bu ayrılığı, farklılığı derinleştirir ve emperyalist Batının istediği istikamete doğru çekilmesine sebep olabilir. Atatürk de Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken, burada Aleviler de temsil edilsin, onlara bu bünyede ofis açalım dediğini ben duymadım ve herhangi bir kaynaktan da okumadım.
Aleviler, kendilerini Mevleviler gibi ya da başka tarikatlar gibi bir konumda görürlerse Müslüman Türk birliği yapısının sağlamlaştırılmasına katkı sağlamış olurlar. Ayrılarak uzaklaşmak değil, yakınlaşarak kaynaşmak ve birleşmek önemlidir. Dünyanın her yerinde, bütün ülkelerde, İran’da bile Müslümanların ortak ibadet yeri camidir. Hz. Ali de camide ibadet ediyordu, cemevinde değil.
Yine dünyanın her yerinde tarikatların özel ayin yerleri vardır, bunlar da ayrı ayrıdır. O yüzden Alevilik İslam kültürünün bir parçası olarak görülürse, ayrı bir dinmiş gibi kurumsallaştırma düşüncesi olmazsa daha sağlıklı olur. Tek bir millet olma, ahenkli bir milletleşme yapısını üretme yolunda nasıl Kürtçe vs gibi dilleri eğitim dili, resmî dil yapmak yanlışsa Aleviliği de bu anlamda resmen kurumsallaştırmak doğru değildir. Bunları özel kültürel alanlar olarak görmek gerekir.
İmamet, Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanların imamı yani lideri, önderi, devlet başkanı kim olmalıdır? tartışmasıdır. Aleviler Hz. Muhammed’den sonra Müslümanların devlet başkanının Hz. Ali olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Sünniler ise Hz. Ebubekir’in ve diğerlerinin seçimle geldiğini. Alevilere göre devlet başkanlığı demek olan imamet, dinin bir esasıdır ve halkın seçimiyle belirlenemez. İlk imam Hz. Muhammed’dir. Ondan sonra ehl-i beyte mensup olanlar imam olabilir. O zaman ehl-i beyte mensup olan kişi Hz. Ali idi.
Hz Ebubekir’in seçilmesiyle bu hak gasp edilmiştir. Sünnilere göre ise Hz. Muhammed kedisinden sonra kimin imam olacağını bildirmemiş, imamı Müslümanların seçimine bırakmıştır. Ve ona göre Hz. Ebubekir’i seçmişlerdir. Dolayısıyla Asr-ı Saadetteki siyasi bir tartışmayı günümüze taşıyıp kan davası hâline getirmenin manası yok. Sünniler için Hz. Ali de sayılan, sevilen, kabul edilen, benimsenen bir halifedir. Günümüz Türkiye’sinde herkes, Alevi Sünni demeden Müslüman Türk birlikteliği altında sıkı sıksıya kenetlenmeli, asıl büyük tehlike olan Batı emperyalizmine, Avrupa Birliği ve Amerika entrikalarına, şeytanca oyun ve tezgahlarına karşı millî birlik görüntüsü sergilemelidirler.