1918’de vatanımızı fiilen işgal etmiş olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan, Yunan ordularının amacı, bu coğrafyada, bu vatanda Türk varlığını yok etmek, önce Ermenistan, Kürdistan, Pontus Rum Devleti gibi parçalara ayırmak, sonra da kolayca sömürülebilir bir yapı içinde Türk varlığını yok etmekti. İşte bu ortamda Türkiye’de yaşayan insanlar ikiye ayrıldılar: Bir kısmı, yeterli gücümüz yok, o yüzden biz bu işgalci devletlere direnemeyiz. Dolayısıyla onlara teslim olalım dediler. Bu bağlamda İngiliz Muhipler Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti gibi oluşumlar ve başka bazıları, İngiliz mandacılığı, Amerikan, İtalyan, Fransız mandacılığı gibi fikirlere saptılar.
Yani dediler ki, “Türkler kendi kendilerini yönetemezler, acizdirler, zayıftırlar, reşit değillerdir, devlet kurmayı ve yönetmeyi bilmezler. En iyisi bizi İngilizler veya diğer batılı Hristiyan devletler yönetsin, efendimiz onlar olsun, biz de onlara tabi olalım.” Bunlar, kendilerine ve Allah’a güvenlerini kaybetmiş teslimiyetçi cepheyi oluşturuyordu. Bunların içinde dindarı da vardı, Avrupacısı, liberali, sosyalisti, Kürtçüsü, Ermenicisi, Rumcusu, padişahçısı da her kesimden insan vardı.
İkinci bir grup da çıktı dedi ki, “hayır biz dünyanın en eski medeniyetlerine sahip, onlarca devlet kurmuş, devlet kurmanın ve yönetmenin ne demek olduğunu herkesten daha iyi bilen bir milletiz. Biz bu işin hem kitabını yazdık, hem destanını yazdık, hem de muhteşem uygulamalarını ortaya koyduk. Şimdi vatanımızı işgal eden bu emperyalist Batılı işgal çapulcuları, son haçlı sürüleridir. Bunlara pabuç bırakmak yok. Kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz, onları vatanımızdan kovacağız, tam bağımsız ve bağlantısız hür bir Türk devleti kuracağız.
İlkemiz “ya istiklal ya ölüm”dür. Biz, şerefli Türk milletiyiz, gavura boyun eğmeyiz. Biz, “inanıyorsanız üstünsünüz” ilkesine inanmış insanlarız. Kuva-yı Milliye teşkilatları etrafında toplanan, Müslümanlık ve Türklük değerlerini korumaya, gavura çiğnetmemeye and içmiş bu yiğit serdengeçtiler, bir destan daha yazarak imkânsızı mümkün kılarak, Allah’ın inayetiyle emperyalist işgalci Haçlı sürülerini Müslüman Türk vatanından söküp attılar. Atatürk’ün önderliğini yaptığı Türk milliyetçi cephesini oluşturan bu kesim, esas itibariyle Müslüman Türklerden meydana geliyor idiyse de aralarında kendini Türk kabul eden, Türklüğü samimi olarak benimseyen etnik ve dinî kökeni farklı insanlar da vardı tabii.
O zamanın mandacı, İngilizci, teslimiyetçi, özgüvenden yoksun insanları, bugün karşımıza vatanı siyasetiyle, ekonomisiyle, toprağıyla, kültürüyle; her şeyiyle Avrupa Birliğine teslim etmeyi politika zanneden kesim olarak çıkmaktadırlar. Bu kesime PKK’nın siyasi temsilcilerini, onlarla aşağı yukarı aynı söyleme sahip bazı yazar ve politikacıları ve onları destekleyen kişisel menfaatçi ve Batılı firmalarla ortaklık içinde olan kapitalistleri, Türk düşmanlığına dayalı etnik ayrımcılık politikası güdenleri gösterebiliriz. Tamamen iyi niyetle, iyi bir şey olacağını zannederek Avrupa Birliği taraftarlığı yapanlara bir şey demiyoruz, onlara sadece yanıldıklarını hatırlatmakla yetiniyoruz. Zaten bir süre sonra da yanıldıklarını anlayacaklar ve kafalarını duvarlara vuracaklardır.
O zaman ülkemizi işgal eden ve “İtilaf Devletleri” adı altında bir nevi Avrupalı devletler birliği oluşturan İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan gibi devletler, bugün yine yeni bir ad altında birleşmişler, birlik olmuşlar ve bu sefer “Avrupa Birliği” olarak karşımıza çıkmışlardır. O zaman Avrupa devletleri vatanımıza biz istemeden zorla gelmişlerdi, şimdi ise bizim Avrupa Birliğine üye olma talebimiz doğrultusunda arzumuzla geliyorlar.
O zaman, Sevr Muahedesi’nde olduğu gibi bizim aleyhimize olup da zorla yapamadıklarını bugün politikayla, dayatmayla, tehditle, ekonomik bağımlılıkla, değişik ultra modern yollarla kendi elimizle bize yaptırmaya çalışıyorlar. Bu süreç içinde Avrupa Birliği, dindar insanlar arasında da anlaşılması mümkün olmayan gerekçelerle şaşılacak şekilde gönüllü taraftarlar buluyor. Bunların bir bölümü aşağı yukarı 1990’lı yıllara kadar “Hristiyan klüp” diye muhalif oldukları Avrupa Birliği’ne 1990’lardan sonra birdenbire keskin bir dönüş yaparak taraftar olmaya; hatta gönüllü propagandisti olmaya başladılar.