“TÜRKAN SULTAN”, BEYAZPERDE BİR GÖRÜNÜP BİR KAYBOLAN BİR HAYAL DEĞİLDİ. ANADOLU İNSANIN DERDİNE DERMAN, İSYANINA AVAZ OLMASI NİYETİYLE ÜRETTİĞİ, TÜRKAN ŞORAY’IN ŞAHSINDA ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜRDÜĞÜ BİR EFSANEYDİ. TÜRKAN ŞORAY’IN “TÜRKAN SULTAN”A DÖNÜŞMESİ BİR SOSYOLOJİK FENOMENDİ. O NEDENLE, “TÜRKAN SULTAN”, BÜTÜN BU SÖZÜNÜ ETTİĞİMİZ YÖNLERİYLE DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE, YALNIZ TÜRK SİNEMA TARİHİ AÇISINDAN DEĞİL, TÜRK SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN DA İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKEN ÇOK ÖNEMLİ BİR OLGUDUR.
“TÜRKAN SULTAN”, EVİMİZİN KADINI, KIZI, GENÇ KIZLARIMIZIN İLMEK İLMEK İŞLEDİKLERİ İĞNE OYASI MOTİFLERİNİN ADI OLUYORDU. ÜZERİNE FOTOĞRAFI BASILAN ÇAKI, ÇAMAK, AYNA, TARAK, KOLYE, TİŞÖRT GİBİ GÜNLÜK HAYATIMIZDA EN ÇOK KULLANDIĞIMIZ NESNELERİN SATIŞ GARANTİSİ OLUYORDU. “TÜRKAN SULTAN”, BÜYÜMEK HEVESİ İLE ÜRETİM YAPAN ESNAFIN, SANAYİCİNİN UĞURUNA İNANDIĞI BİR BEREKET SEMBOLÜNE DÖNÜŞMÜŞTÜ. KİBELE’DEN BİNLERCE YIL SONRA ANADOLU İNSANIN ÜRETTİĞİ YENİ BEREKET TANRIÇASININ ADI, “TÜRKAN SULTAN”DI. GÜNLÜK HAYATIMIZDA EN ÇOK KULLANDIĞIMIZ EŞYALAR ÜZERİNDEKİ “TÜRKAN SUTAN” MOTİFİNİN BULUNMASINI BAŞKA NASIL AÇIKLAYABİLİRİZ?

Türk sinema tarihi incelendiğinde karşımıza bir Türkan Şoray abidesi, bir “Türkan Sultan” efsanesi çıkar.
Türkan Sultan, salon filmlerinde olduğu kadar, kırsal kesim konulu filmlerde de pek çok riski göze alarak oynamış, başarılı kompozisyonlar çizmiş, Türk sinemasına “yüzakı” olarak nitelenen filmler kazandırmıştır.
Hem salon filmlerinde, hem de kırsal kesim konulu filmlerde oynayan Türkan Şoray’ın filmleri, aynı zamanda, birer belgesel niteliğindedir. Türk sinema tarihinin en titiz rejisörleri yönetiminde ve konuları özenle seçilmiş filmlerde rol alan Türkan Sultan, Türk sinemasının klasikleri sayılan filmlere imza atmış bir sanatçıdır.
Türkan Şoray’ı “Türkan Sultan” yapan ve onun, Türk sinemasına kendisiyle aynı dönemde hizmet veren meslektaşlarından ayrı değerlendirilmesine neden olan büyü neydi?
Aynalara, taraklara, çakılara çakmaklara, küpelere, kolyelere, asker mektupluklarına, tişörtlere resmi en çok basılan sanatçı olmasının sırrı neydi?
Kadınlarımız, kızlarımız el emeği göz nuru ile yarattıkları iğne oyası motiflerine hangi nedenle “Türkan Şoray kirpiği” adını veriyorlardı?
Analarımız, nazar değer korkusuyla bakmaya kıyamadıkları ve bahtlarının açık olmasını diledikleri kızlarını neden “Türkan Sultan” ünvanıyla çağırıyorlardı?
“Türkan Sultan”, neden ezilen kadınımızın tesellisi ya da umut kaynağının simgesi oluyordu?
“Türkan Sultan”, karanlık sinema salonlarında beyazperdeye akseden her filmiyle, Anadolu insanının boğazında düğümlenen hıçkırık, toplumdaki adaletsizliklere karşı beslediği öfke ve isyan, gönlünden coşup taşan neşe, kısaca, yediden yetmişe hepimizin çeşitli nedenlerle gem vurmak zorunda kaldığımız duygularımzın ifadesi oluyordu.
60’lı yıllarda itibaren giderek artan seyirci sayısı ile, sinema salonları birer terapi merkezine, sinema, bir eğlence olmasının yanı sıra, bir eğitim aracına dönüşüyordu. Bu dönüşümde, sinema salonlarını tıklım tılım dolmasını sağlayan “Türkan Sultan”ın rolü ve katkısı inkar edilebilir mi?
“Türkan Sultan”, evimizin kadını, kızı, genç kızlarımızın ilmek ilmek işledikleri iğne oyası motiflerinin adı oluyordu. Üzerine fotoğrafı basılan çakı, çamak, ayna, tarak, kolye, tişört gibi günlük hayatımızda en çok kullandığımız nesnelerin satış garantisi oluyordu. “Türkan Sultan”, büyümek hevesi ile üretim yapan esnafın, sanayicinin uğuruna inandığı bir bereket sembolüne dönüşmüştü. Kibele’den binlerce yıl sonra Anadolu insanın ürettiği yeni bereket tanrıçasının adı, “Türkan Sultan”dı. Günlük hayatımızda en çok kullandığımız eşyalar üzerindeki “Türkan Sutan” motifinin bulunmasını başka nasıl açıklayabiliriz?

TÜRKAN ŞORAY’IN “TÜRKAN SULTAN”A DÖNÜŞMESİ, YALNIZCA TÜRK SİNEMASI AÇISINDAN DEĞİL, TÜRK SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN DA DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKEN BİR OLGUDUR.

 “Türkan Sultan”, beyazperde bir görünüp bir kaybolan bir hayal değildi. Anadolu insanın derdine derman, isyanına avaz olması niyetiyle ürettiği, Türkan Şoray’ın şahsında ete kemiğe büründürdüğü bir efsaneydi. “Türkan Sultan” bir sosyolojik fenomendi. O nedenle, Türkan Şoray’ın “Türkan Sultan”a dönüşümü, bütün bu sözünü ettiğimiz yönleriyle değerlendirildiğinde, yalnız Türk sinema tarihi açısından değil, Türk sosyolojisi açısından da incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken çok önemli bir olgudur.
Bugün Anadolu’muzun her köşesinde çeşitli duyguların ifadesini güçlendirmek adına anlatılan bir “Türkan Sultan Efsanesi” vardır ve bu efsanenin doğuşunu, yalnızca sinema tarihi açısından bakarak açıklamak mümkün değildir.
Yarınlarda, Türk sinemasını olduğu gibi, Türk sosyal hayatını inceleyecekler açısından da, Türkan Şoray’ın “Türkan Sultan Efsanesi”ne dönüşmesi, ilginç bir inceleme konusu olacaktır. Türkan Şoray, şöhretinin zirvesinde olduğu yıllarda salon filmlerine ağırlık verebilir, sağlığını riske atmadan rahat ortamlarda çekilen filmlerde oynayabilir, yine de sinema salonlarını doldurabilirdi. Fakat,“Türkan Sultan”, senaryosunu beğendiği ve rejisörüne güvendiği hiçbir projeye “hayır” demedi. Kırsal kesimlerde, dağda, bayırda canını tehlikeye atarak çektiği filmlerle, bir “Türk Sineması” yaratılmasına çok önemli katkılar sağladı. Türk edebiyatının ünlü kalemlerinin yazdıkları eserleri beyazperdeye aktararak, kitap sayfalarında kalan toplumsal sorunlarımızın geniş halk kitleleri tarafından algılanmasını, konuşulmasını, tartışılmasını sağladı. Toplumsal sorunlarımızın günlük hayatımıza yansıtılmasında, sinemanın bir eğitim aracı olarak kullanılmasında “Türkan Sultan”ın katkıları asla inkar edilemez.

“TÜRKAN SULTAN”IN FİLMLERİ AYNI ZAMANDA BİRER BELGESELDİR

Türkan Sultan’ı, liseye giderken sinemayla bir tesadüf eseri tanışan Fatihli genç kızın başarıları olarak anlatmak, hiçbir zaman gerçeğin ifadesi olmayacaktır. “Türkan Sultan” fenomenini, efsanesini anlatabilmek için, onu yalnızca başarılı bir sinema oyuncusu olarak tanımlamak da yeterli olmayacaktır. Türkan Şoray’ın nasıl olup da “Türkan Sultan”a dönüştüğünü Türk sinema tarihçileri değil, Türk sosyologları anlatabileceklerdir. Çünkü, bu dönüşüm, Türkan Şoray’dan “Türkan Sultan” efsanesinin doğuş nedenleri, ancak sosyoloji biliminin aydınlatabileceği çok yönlü bilimsel açıklamalar gerektiren bir konudur. Çünkü, “Türkan Sultan”ın imzasını taşıyan filmler, konularıyla, çekildiği mekanlarla, yerel figüranları hatta oyuncularıyla yalnızca bir sinema filmi değil, aynı zamanda birer belgeseldir.
Geçen hafta Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleştiren bir etkinlikte, başta Türkan Şoray olmak üzere, filmin oyuncu ve teknik adamlarıyla birlikte izlediğimiz HAZAL, 1975’te çekilmiş olmasına rağmen, son zamanlarda gazete sayfalarına yansıyan ve hepimizin yüreğine bir hançer gibi saplanan bir toplumsal sorunumuzu, töreler nedeniyle Anadolu kadınının çektiği çileleri, yüzyıllardır değiştirilemeyen kaderini yansıtan bir filmdi. HAZAL, kocası ölen bir kadının, töreler gereğince, henüz 10 yaşında olan kocasının kardeşiyle evlenmek zorunda kalışının yürek dağlayan hikayesini anlatıyordu. Diğer yandan, böyle bir gösterim için, HAZAL’ın eli ayağı düzgün bir kopyasının bulunamaması da, Türk sinemasının arşiv konusundaki perişanlığını göstermesi açısından, ayrı bir üzüntü konusuydu.
HAZAL, büyük zorluklara ve sıkıntılara katlanılarak, olayın geçtiği köyde çekilmiş bir filmdi. Bir sinema emektarı olarak, Türkan Şoray’ı “Türkan Sultan” yapan bir fedakarlık belgesiydi. Filmin gösterilmesinden sonra düzenlenen söyleşide filmin rejisörü Ali Özgentürk’ün ve filmde rol alan oyuncuların da anlattığı gibi, film çok zor koşullarda çekilmişti. Dağ başındaki köye figüran götürmek ve onları günlerce oralarda tutmak mümkün olmadığı için, köylüler figüran olarak kullanılmış, filmde önemli bir rolü olan genç çocuk da köylüler arasından seçilmişti. Filmin çekilişinde çekilen zorlukların derecesini  “Türkan Sultan”dan dinledik: “Çok yorgun olmamıza rağmen, muhtarın bize verdiği köy odalarında uyumak mümkün olmuyordu. Çünkü, gaz lambalarını kısıp uykuya yattığımızda tüylerimizi diken diken eden bir çıtırtı başlıyor, tavandan üzerimize böcekler yağıyordu!”
Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen HAZAL filminin gösterimine ve sonrasındaki söyleşiye Türkan Şoray, Talat Bulut, Meral Çetinkaya, filmin yönetmeni Ali Özgentürk, filmin yapımcısı Abdurrahman Keskiner, filmin müzüklerini yapan Arif Sağ ve sinema tarihçisi Atilla Dorsay katıldı. Söyleşinin moderatörlüğünü yapan Atilla Dorsay, 23 yıl önce çekilen HAZAL’la ilgili anılarını anlattıktan sonra Türk Sineması’nın arşiv açısından ne kadar içler acısı durumda olduğunu ortaya koydu. Yabancı ülkelerde yapılan festivallere de katılan HAZAL’ın elimizde her yönüyle sağlam denilebilecek bir kopyası yoktu!
Genlik yıllarında magazin muhabirliği yapmış, Yıldız Magazin dergisini yayınlamış ve afiş sanayine yıllarını vermiş biri olarak biri olarak, Türk sinemasının film üretiminde yaşadığı derbederliğe yakinen tanıklık etmişizdir. Yayın hayatımızla ilgili her basılı eserin kendisine verilmesi yasal bir zorunluluk olan Derleme Müdürlüğü’nün sinema eserlerini de toplaması gerektiğine ilişkin önerilerimiz o zamanlar nedense dikkate alınmamıştı.
Bugün Türker İnanoğlu gibi, Necip Sarıcı gibi vefalı işadamlarımız, sanat dostlarımız olmasa, Türk sinemasının tarihine ilişkin elimizde hiçbir belge olmayacaktı.

TÜRKAN ŞORAY MÜZESİ VE ARAŞTIRMA MERKEZİ KURULMALIDIR

HAZAL’ın gösteriminin ardından düzenlenen söyleşinin soru-yanıt bölümünde söz alıp “Türkan Sultan” ve dostlarının önünde dile getirmek istediğimiz, fakat zaman darlığı nedeniyle seslendiremediğimiz önerimizi buradan duyurmak istiyoruz: müze formatında bir TÜRKAN ŞORAY ARAŞTIRMA MERKEZİ kurulmalıdır. Türkan Şoray’ın “Türkan Sultan”a dönüşümü yalnızca bir sinema olayı değil, sosyologların araştırma konusu olan bir sosyal olaydır. Yarınlarda bu konuda pek çok araştırma yapılacak ve tezler yazılacaktır.
Bu konuda çalışma yapacaklar için, başta filmlerinin kopyaları olmak üzere, Türkan Şoray’la ilgili herşeyin bir çatı altında toplanması gereklidir. “Ben, kuruluşunuzun çatısı altında bir “TÜRKAN ŞORAY MÜZESİ ve ARAŞTIRMA MERKEZİ” kurmak istiyorum” dediğinde, sanata saygılı hiçbir kuruluşumuzun “Türkan Sultan”a, “hayır” diyeceğini sanmıyoruz. Türkan Şoray’ın efsanevi şöhretine rağmen, ne kadar çekingen bir insan olduğunu biliyoruz. Bu konuda öncülük, Atilla Dorsay gibi saygın Türkan Şoray dostlarına düşüyor.  
“TÜRKAN ŞORAY MÜZESİ ve ARAŞTIRMA MERKEZİ”nin gerçekleştirilmesi, başta Turizm ve Kültür Bakanlığı olmak üzere, hepimizin görevidir.        

 “TÜRKAN SULTAN”IN FİLMLERİ AYNI ZAMANDA BİRER BELGESELDİR

17 yaşında bir genç kız olarak omuzladığı Türkan Şoray’ı bir “Türkan Sultan” efsanesine dönüştüren ve yarım yüzyıl zirvede kalmayı başaran bir sanatçının yaşamı, yalnızca Türk sineması açısından değil, Türk sosyolojisi açısından da incelenmesi gereken önemli bir olaydır.
Türkan Şoray, şöhretinin zirvesinde olduğu yıllarda salon filmlerine ağırlık verebilir, sağlığını riske atmadan rahat ortamlarda çekilen filmlerde oynayabilir, yine de sinema salonlarını doldurabilirdi. Fakat,“Türkan Sultan”, senaryosunu beğendiği ve rejisörüne güvendiği hiçbir projeye “hayır” demedi. Kırsal kesimlerde, dağda, bayırda canını tehlikeye atarak çektiği filmlerle, bir “Türk Sineması” yaratılmasına çok önemli katkılar sağladı. Türk edebiyatının ünlü kalemlerinin yazdıkları eserleri beyazperdeye aktararak, kitap sayfalarında kalan toplumsal sorunlarımızın geniş halk kitleleri tarafından algılanmasını, konuşulmasını, tartışılmasını sağladı. Toplumsal sorunlarımızın günlük hayatımıza yansıtılmasında, sinemanın bir eğitim aracı olarak kullanılmasında “Türkan Sultan”ın katkıları asla inkar edilemez.
Türkan Şoray’ın nasıl olup da “Türkan Sultan”a dönüştüğünü Türk sinema tarihçileri değil, Türk sosyologları anlatabileceklerdir. Çünkü, bu dönüşüm, Türkan Şoray’dan “Türkan Sultan” efsanesinin doğuş nedenleri, ancak sosyoloji biliminin aydınlatabileceği, çok yönlü bilimsel açıklamalar gerektiren bir konudur. Çünkü, “Türkan Sultan”ın imzasını taşıyan filmler, konularıyla, çekildiği mekanlarla, yerel figüranları hatta oyuncularıyla yalnızca bir sinema filmi değil, aynı zamanda birer belgeseldir.
En yakın zamanda bir “Türkan Şoray Müzesi ve Araştırma Merkezi” kurulmalıdır.