Tanzimattan beri Batı’ya sadece şeklen benzemeğe çalışıyoruz. Olmuyor.

     Karga, şeklen kendini benzetse de, ne kadar Bülbül gibi görünmeye devam edebilir ki, ötmeye başladığı an iş biter. Takke düşer kel görünür.

     Er üniforma giyse de, ne zamana değin Mareşal olarak gözükebilir veya gösterebilir ki kendini? Konuştuğu an hemen yakayı ele verir.

     İşin esasını alıp kendi şartlarımıza göre çıkış kapısı arayacağımız yerde; salt benzetmeye veya benzemeye çalışarak çıkış yolu arıyor ve tabii çıkmaza giriyor. Yolumuz çıkmaz. Yolumuz yol vermez oluyor.

     Alacağımızı soyut olarak alıyor. Kendi bünyemize uyar mı uymaz mı diye hiç düşünmüyoruz.

     Nitekim Avrupa’yı her cihetle taklit ediyor. Hattâ çok mukaddes ve kutsal şeylerimizi o yolda feda ederek hareket ediyoruz.

     Halbuki her milletin boyu bosu başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir.

     Meselâ bir ihtiyar hocaya tango bir kadın elbisesi giydirilmez. Çünkü körü körüne taklit dahi, çok defa maskaralık olur.

X

     19. asır aydınlarımız; Batı dine mi cephe aldı! Biz de almalıyız dediler.

     Batı haklıydı. Çünkü aslıyla alâkası olmayan din onları geri bırakıyor. Teknik gelişmeye imkân vermiyor, bilimsel açılımlara imkân tanımıyordu.

     Bizde ise durum tam tersineydi.

     Batı dine sarıldığı için geri kalıyor.

     Biz ise sarılmadığımız için geri kalıyorduk.

     Çünkü İslâm da dindi ama Hristiyanlık gibi bozulmamıştı bu bir. İlme yöneltiyordu bizi, bu iki.

     Ama İslâmın içeriğinden habersiz aydınlar, sathî / yüzeysel bir benzetmeye kapılarak mâneviyat yerine materyalist yolu seçtiler.

     Maddî olarak da körü körüne benzer olmayı benimsemiş. Aynı şeyleri hemen almayı yeğlemiş. Bünyeye uyup uymadığı üstünde hiç mi hiç durmamıştık. Bu yüzden çok şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık.

X

     Bunun somut örneklerini AB aşkına yaptıklarımızda -meselâ 2005’lerde- bol bol görmekteyiz.

     Çünkü idealist davranıyor. Yazık ki realist olamıyoruz.

     Yaptıklarımız soyut olarak doğru olsa bile, realite bakımından yanlış.

     Düşünmek istemiyor. Daha doğrusu düşünmeyi bile bir kenara koymuş bulunuyoruz.

     Ne Türkiye’nin jeostratejik durumu geliyor aklımıza ne de Türkiye’nin keyfiyeti / içeriği.

     Ne Batı’nın -ABD dahil- hakkımızda beslediği kötü emeller hatırımıza geliyor, ne de Türkiye’ye  ne gözle baktıkları.

     Ne yedi düvelin; daha dün denecek kadar kısa bir geçmişte yedi koldan vatanımızı işgal ettiklerini göz önüne getiriyor, ne de aynı işgali yeniden gündeme getirmenin alt yapısını hazırladıklarını düşünüyoruz.

     Ne Kıbrıs’ta başımıza örülen çorabı görüyor, ne de Ege’ye çıkması; Türk Devleti’ne çok görülen  sinsi kısıtlama çalışmalarını ciddiye alıyoruz.

     Ne Fener Patrikhanesi’nin çevirdiği dolapları nazarı itibara alıyor, ne de Devlet içinde devlet olma arzu ve iştiyaklarını önemsiyoruz.

     Ne komşu devletlerin gizli emellerini hesaba katıyor; ne de Türkiye’yi parçalama taktiklerine kulak asıyoruz.

     Sanki Türkiye fezada, uzayda bir yerde.

     Sanki Türkiye kuş uçmaz kervan geçmez bir mekânda.

     Evet henüz Batılılardan alacak çok şey var daha

     Biz kalarak alırsak işte o zaman sağlanır fayda

     Yoksa başkasının yürüyüşünü taklit ede ede

     Sonunda unutur kendi asıl yürüyüşünü bile

     Olur el âleme dünyada gündüz gece tam bir maskara

     Çıkamaz olur kimsenin huzuruna çünkü yüzü kara