24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması, Yeni Türkiye Devleti’nin, Cumhuriyetin tam bağımsızlık ve tam özgürlük temellerinin devletlerarası alanda tespit edilmiş bir belgesidir. Lozan Konferansı siyasi anlamda ve uluslararası ilişkiler alanında gerçekleşen bir meydan savaşı niteliğini taşıyordu.

Bu savaşın bir tarafında kendilerini Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri ilan eden ve savaş sonrası düzeni kendi çıkarları doğrultusunda kurarak, yöneltmek isteyen devletler topluluğu vardı. ”Müttefikler” adı altında bir araya gelen, çeşitli çıkar ve beklentileri çatışan ancak “Türkiye ve Türkler” söz konusu olunca bütün anlaşmazlıkları bir yana iterek kenetlenen bu devletler, acımasız kapitalizmin gereklerini yerine getirmekle birlikte her türlü emperyalizmi diğer devlet ve toplumlar üzerinde uygulamaya çalışıyorlardı. 

Çatışmanın diğer tarafında ise vatanın “hukuk dışı uygulamalarla” işgal edilmiş olmasına karşı çıkan tek  amacı; “ya istiklal, ya ölüm” olan dahası sadece ve sadece “istiklali ve istikbali” için savaşan “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti’nin” temsilcileri bulunuyordu.

Türkiye; Birinci İnönü ve İkinci İnönü’den, Sakarya Savaşı’ndan, Büyük Taarruz’dan, hatta Mudanya’dan, yani kısaca Milli Mücadele’den başarılı bir şekilde çıkmış bir ülke olarak Lozan’a gitmişti. Ancak başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri Türkiye’ye, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmış, Sevr’i onaylamış, yani Osmanlı Devleti’nin devamı olarak bakıyordu. Bu algıyı yıkmak hiç kolay olmadı. Çünkü karşımızda İngiltere gibi, Fransa gibi, İtalya gibi siyasi açıdan güçlü ülkeler vardı. Her ne kadar Anadolu’da büyük bir direnişe imza atıp, büyük zaferler kazandıysak da, karşı taraf doğal olarak bu durumu kabullenmek istemiyordu ve elindeki siyasi gücü, bizim bu kozlarımızı kullanamamamız için kullanıyordu.

Birinci ve İkinci İnönü Savaşları, Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz nasıl ülkemizin ilk büyük askeri başarılarındansa, Lozan da ülkemizin ilk büyük siyasi başarısıdır. Yukarda saydığım nedenlerin dışında, görüşmeler süresince Türkiye’ye, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra mağlup devletlere yaptıkları gibi, hazırladıkları antlaşma metnini önümüze koyup imzalatmak istediler. Ancak bunu kesinlikle kabul etmedik ve bu yolda mücadele ettik. Gerek İsmet Bey’in karşı tarafla eşit şartlarda mücadele ettiğini göstermek amacıyla yaptığı konuşmaları ısrarla Türkçe yapması (İsmet Bey, ileri derecede Fransızca da biliyordu. Hatta konuşma yaparken, çevirmenin yaptığı bazı hatalı çevirmeleri kendisi düzeltmiştir.) gerekse de kendisine söz verilmeyeceği halde “Lord Curzon konuşma yaparsa ben de yaparım.” diyerek yaptığı konuşma, verilen eşitlik mücadelesinin bir göstergesidir. Hatta konferansta bulunan komisyonların başkan yardımcılıklarına Türklerin getirilmesi de İsmet Bey’in baskılarıyla olmuştur ki çok önemli siyasi bir detaydır. Lozan’da belki birkaç hal edilmeyen mesele kalmışsa da daha sonra bu konularda da büyük kazanımlar elde edilmiştir. Örneğin; Boğazlar, Musul, Hatay ve Adalar gibi… Ama Boğazlar(Montrö Antlaşması ile), Hatay(Türkiye’ye katılmıştır) ve Musul(Ankara Antlaşması ile petrol geliri ve Türkmenlerin hakları korunacaktı) konusunda da daha sonra yapılan görüşmeler sonucunda büyük başarılar elde edilmiştir.

Sonuçta; Lozan’daki barış görüşmelerini Kasım 1922’de başlamış, antlaşma 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır. 6 Ekim 1923’te Fatih Sultan Mehmet’in Türk Milleti’ne kutsal emaneti olan İstanbul kurtarılmış; 13 Ekim 1923’te Ankara başkent yapılmış ve de en büyük zafer olarak 29 Ekim 1923’te“Cumhuriyet” ilan edilmiştir. 

Kısacası; Lozan Antlaşması konusunda Mustafa Kemal en güzel vurguyu şöyle yapmıştı: “Bu antlaşma Türk Milleti aleyhinde, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı zannedilmiş, büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir belgedir.”