O malûm, "Sevres Antlaşması" (10 Ağustos 1920) emperyalistlerin arzuladıkları neticeye ulaştıramayınca, bu sefer de bir başka plânlarını yürürlüğe sokmuşlar ve tarihi "Lozan Konferansı" böylece devreye girdiğinde, iğrenç plânlarını derakap uygulama safhasına koydular ve plâna göre, bilhassa İngiliz istekleri harfiyen uygulanacaktı. Neydi bu istekler? Bir de ona bakalım!.. (Lozan Görüşmeleri) esnasında, İsmet Paşa'nın "Müşaviri" sıfatına hâiz bulunan Haham Başı, Hayim Naum Efendi ki, bunun doğruluk derecesi kısmidir ve daha ziyade Hahambaşı Efendi'nin gayret ve çabaları neticesi böyle bir durumun varlığı ciddiyet kazanmış ve bilhassa Lord Gürzon'un takip ettiği politikayı, aynen Türkiye'ye kabul ettirebilmenin yollarını aramaktaydı. Lord Gürzon'un hedefi ise, başta "Hilâfetin İlgası" ve bilahare, "Musul"un Türkler tarafından terk edilmesi gibi pek hayati meseleler ele alınmaktaydı ve zaten İsmet Paşa'nın konferansın birinci bölümünün nihayetinde derakap Ankara'ya dönerek, Mustafa Kemal Paşa'ya bilgi aktarması ve konferansın ikinci bölümünde de şartların kısa zamanda kabul edilmesi gibi gelişmeler, Lozan Barış Görüşmeleri'ni en hayati noktaları olmuştur. Evet Lozan Barış Görüşmeleri'nin Türkiye üzerinde yapılan pazarlıkların bir çok yönü vardır ve bütün siyasî manevraların, iğrenç ihanetlerin, muhtelif budalalıkların sayısı çok olmuştur. Hele "Basın Mensupları"nın bilerek veya bilmeyerek yaptıkları ihanetlerin haddi hesabı yoktur denebilir ve tabii ki bütün bunları bu yazımıza sığdırabilmemize imkân yoktur!.. Dolayısıyla şayet nasipse bir başka seri yazımda mezkûr konuyu A'dan, Z'ye işleyebilmem nasip olur. Yüce Önderimiz, bütün bu siyasî oyunlar karşısında hiç mi hiç bocalamamış ve "savaşa meydan verebilecek" bütün tehlikeli gelişmeleri gayet mahir manevralarla atlatmasını bilmişlerdir. Evet eşsiz Önderimiz Atatürk'ümüzün en değerli yönlerinden birisi de budur; "hemen her hadiseyi soğukkanlılıkla karşılayıp, nihayet kendi arzu ettiği yöne çevirebilmesi." Lozan'da görüşülen bir çok mesele içinde en önemlilerinden ikisi muhakkak ki, "Hilâfetin İlgası ile Musul Meselesi" idi. Tabii ki Atatürk'ümüz her iki önemli faktörü de, rakip tarafın arzu ettiğinin tam tersi şeklinde neticelendirmiş ve böylece ülkemizin başında dolaşan bir büyük belâyı da böylece atlatmıştı. Emperyalist devletler, "Hilâfet Meselesinde" Atatürk'ün şartları kabul etmeyeceğini ve ayrıca "Musul"dan da asla vazgeçmeyeceğini hesap etmişler ve son derece yıpranmış ve yorgun olan Türk Ordusu'nu savaşa sokarak, ülkemizi yeniden bir belânın içine sürüklemeyi tasarlamışlardı. Ancak eşsiz, emsâlsiz Halâskârımız, bu tuzağı düşmemiş ve gayet mahirane manevralarla geri çekilerek, onların tuzaklarına düşmemişti. Atatürk'ümüzün plânı şuydu ki, aynen tatbik etmiş ve böylece ülkemiz korkunç bir belâdan kurtulmuştur: (Göstermelik olarak Orduyu tehris etmiş ve geri plânda ise yeniden organize ederek, daha güçlü ve kuvvetli bir Ordunun kısa zamanda meydana gelebilmesi için seri çalışmalara girişmiştir. Musul meselesi ise, bilahare hâlledilmesi icap eden bir faktör olarak ele alınmış ve hâlli için uygun bir zamana ihtiyaç duymuşlardır. Hilâfet meselesi de aynı plân içinde değerlendirilmiştir. Evet, durum budur ve bütün bu vakalar zinciri penceresinden bakılacak olursa, "Lozan Barış Antlaşması"nın daha başka boyutları olduğunu görememek için bir insanın bakar kör olması lâzımdır diyebiliriz!.. Lozan'daki gelişmeler ve daha önceki olayları dikkatle izleyen İngilizler, bu sefer bir başka taktik uygulamışlar ve en etkili silâhlarını devreye sokmuşlardı. Ve bu silâhın adı "Irkçılıktı". Ondan daha müessir bir silâh düşünülemezdi bile ve bu İngilizlerin bilhassa sömürgelerinde kullandıkları, hem de sık sık kullandıkları bir silâhtı... Tecridi şekilde başlatılan bu akım, 1930'larda açıklıkla renk vermeye başlamış ve Yüce Önderimiz, bunun iyi bir gidiş olmadığını anında kavramışlardı!.. Nitekim, bir akademisyen ve bürokrat olan merhum, Mahmut Esat Bozkurt'a ait bir şiir: (ANADOLU GAZETESİNDE) neşredilmişti ve şöyle diyordu: (Türk bu memleketin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman ve hatta dağlar böyle bilsin!) Yüce Önderimiz, böylesi akımların, yarınlarda nelere, nasıl felâketlere öncülük edeceğini son derece iyi bilmekte ve tecridi şekilde tedbir almakla meşguldü. Şöyle ki; yakın mesai arkadaşına iki zarif vazo gösterdi birisi tek renk, diğeri ise karma renklerle süslenmiş iki değerli vazoydu bunlar ve şöyle buyurdular: "Bunlardan hangisi daha güzeldir?..." "Hiç şüphesiz alacalı olanı Paşam." Atatürk gülümseyerek şu tarihi cevabı vermişler: "İsabet buyurdun İsmet; Ermenisi, Yahudisi ile bu ülke bir bütündür. Ayırmak hayır getirmez. Yeter ki, Türklüğü benimsemiş ve yurttaşlık prensiplerini idrâk etmiş olsunlar." Gerçi geçen yazımda mezkûr şiir ve muhavereye temas etmiştim. Lakin, tekrarında fayda görmekteyim. Zira 1930'larda bazıları nasıl bir düşünceye sahiptiyse, günümüzde de pek değişen bir şey olmamış ve aynı mihvâl üzerine gidenlerimiz mevcuttur. Hem de her geçen gün daha da güç kazanarak... Gerçi, Mahmud Esat Bozkurt; Üniversite'de ders vermek istediğini ileri sürerek bakanlık görevinden istifa etmiş ve kendi rızasıyla öğretim alânına dönmüştü. Lâkin kendisinin de hemfikir olduğu bir zararlı akım, gün geçtikçe yavaş, yavaş daha güçlenmekte Türkiye'nin ülke bütünlüğü, "Millî Birlik ve Beraberlik" açısından erozyona uğramaktaydı. Yüce Önderimizin vefatlarından sonra; yıllar yılları kovalamış ve muhtelif vak'alar, muhtelif savaşlar, umum insanlığa adeta kan kusturmuştu... Ne var ki, Türkiye'de: "Var mı Ermeni, yok mu Ermeni" taktikleriyle, ülke içinde etnik gerilim daha da karmaşık hâle getirilmekteydi... "Lozan" dendiği zaman sadece bir "Türk Başarısı" olarak dikkate almanın ne kadar yanlış olduğunu, baştan beri saydıklarımla bariz olarak görülmektedir!.. Lozan; Sevres Antlaşması'nın Batılılar açısından, "doğarken, ölen" bir mahlukatın yerini alan ve daha başka görünümlerle bilhassa İngiltere'nin isteklerini temelden kucaklayan, apayrı bir yapıya sahiptir!... Yânî "Lozan Barış Antlaşması" Türkiye açısından kısmen pozitif, kısmen de negatif görünümler sergileyen bir bukalemundur, diyebiliriz!.. Biz Ermenileri birinci plâna boşuna almadık. Çünkü aslı budur. Gerçi: (Musevilerin Trakya Göçü, Rumların 6-7 Eylül trajedisi) vs. mevcuttur. Ancak bütün hepsi bir şekilde unutulmuş ve fakat Ermeni Meselesi asla unutulmadı. Zira, "Türkiye'ye karşı koz olarak" elde bulundurulabilecek, yegâne güçsüz ve fakat güçsüz olduğu için de her daim kullanılmaya müsait bir nesnedir... İşte bu sebeple, Ermeni'ye karşı aşağılayıcı, tiksindirici ve dehusûmet aşılayıcı, sinsi bir propaganda, bilhassa "Türk-Ermenilerini" pek müşkül bir durumda bırakıyordu ki, sırf bu sebeple (1970-1980) yılları arasında Türkiye'den göç ederek, yabancı ülkelere yerleşen binlerce Türk-Ermenisi, "vatansızlığa mahkûm olmuşlardır." Vatansızlığa diyorum, zira bendeniz "ikinci vatan" diye bir mevhum asla tanımadım ve de inanmak da istemiyorum. Çünkü, bir insanın öz vatanı; "doğup, büyüdüğü topraktır". Bunun dışında herhangi bir toprak parçası asla ve asla vatan olamaz. Vatan sayılamaz! Günümüzde ise, "Türk-Ermenilerinin" durumları daha da naziktir. Meselâ, Türkiye'nin plânına göre değil de, bazı bürokrat ve siyasilerin plânlarına göre: (Azeri-Ermeni anlaşmazlığını sürekli kılmak ve böylece "Türk-Ermeni barışını" önleyerek, Türk-Ermenilerinin öz vatanları olan Türkiye dışına sürebilmek.) Bu olabilir mi? Mümkün mü?.. Olup, olmadığını nasipse, önümüzdeki yazımda öğrenmeye çalışacağız!.. Deniyor ki: "Kara-Bağ Ermeni işgali altında" kaldığı müddetçe hiç bir anlaşma olamaz vs. Peki, "Uygur Türkleri" yıllardır Kıta-Çin tarafından muhtelif şekilde çile çektirilmektedir. Peki onlar Türk değil mi? "soydaş-soydaş" deniyor. Peki onlar soydaş değil mi? Sırf Ermeni asıllı olduğumuz için mi bizler tam vatandaş sayılmıyoruz?... Evet bu konular üzerinde de sonraki makalemde duracağım ve bir bir ele alacağım. Saygıdeğer okuyucularım, şayet nasipse bir daha ki, makalemde buluşmak üzere, mutlu tatiller diliyorum efendim. Önemli not: Bu makale: (6 Nisan 2009 Pazartesi) günü yazılmıştır.