LİBERALİZM ÜZERİNE

Abone Ol
Ekonomik liberalizm, serbest piyasa ekonomisinin işlemesiyle ilgilenir, devletin üretim sürecine müdahale etmemesi esastır. Mal ve hizmetlerin fiyatını, arz ve talep belirler. Adam Smith’e göre, “görünmeyen el” vasıtasıyla,  devlet karışmasa da ekonomi, kendi kendine dengeyi bulur. Bireyler, çıkarlarını arttırmak için çalışırlar, böylelikle toplumlar ve devletler zenginleşir.
Siyasal liberalizm ise, eşitlik, özgürlük, hoşgörü, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi kavramlarıyla beraber açıklanır. Kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, doğal haklarının korunması önemlidir.
Uluslararası liberal teori, ekonomik ve siyasal liberalizm kuramlarını içerir, olayları sistem bazında analiz eder. Uluslararası politik ekonomi yanında, kültürel ve çevresel konularla ilgilenir. Fertlere önem verir, fertler, devletler, uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları, çatışmaların çözümünde, barışın tesisinde, önemli rol oynarlar. Evrensel liberal değerler, insan hakları, demokrasi, uluslararası hukuk, kuramın açıklayıcı ana parçalarıdır. Bu teorinin savunduğu ana kavram, serbest küresel ticaretin, sistemdeki tüm devletlerin zenginleşmesini sağlayacağıdır. Böylelikle, küresel barış elde edilecektir. 
Uluslararası liberal teoriye en değerli katkı Immanuel Kant’tan gelmiştir. Kant’ın 1795 yılında kaleme aldığı Ebedi Barış adlı eseri bugün bile güncelliğini korumaktadır. Kant, ebedi barışın sağlanmasının şartları üzerinde durmuştur. Buna göre, barış antlaşmalarında, gelecekte bir savaşa yol açacak gizli madde bulunamamalıdır. Daimi ordular, ortadan kaldırılmalıdır. Ordu olmazsa, savaşlar da olmayacaktır. Bu şartlar, kulağa hoş geliyor ancak uygulanmasında ciddi zorluklar yaşanıyor. Kant’ın demokratik barış teorisi, “liberal devletlerin, liberal devletlerle savaşmayacağını” söyler. Liberal devletler, liberal olmayan devletlerle, liberal değerleri yaymak için savaşırlar.
Bu teori, George W. Bush’un Irak saldırısı sırasında kullandığı dili hatırlatmaktadır. Bush’un Irak’a saldırısı, özgürlük, insan hakları ve demokrasiyi, bu bölgeye götürmek içindi. Arap Baharı, demokrasi, liberalizm, özgürlük kavramları ne zaman yan yana, sıkça kullanılsa, bir ürperti kaplıyor benliğimi. 1990’larda yankılanan yeni dünya düzeni fikrinin sunuluşunu hatırlıyorum. Sonra yakın geçmişte, aynı yemek, yeniden ısıtılarak sofraya kondu. Büyük Ortadoğu politikasıyla, demokratik değerler bölgeye empoze edilecek ve “domino etkisiyle”, demokratik, medeni, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan yönetimlerin kurulması sağlanacaktı. Aslına bakarsak, haritaların ve etki alanlarının şekillenmesi süreci, bu bölgede 19.yüzyıldan beri hızla devam etmektedir. Yani, yeni olan pek bir şey yok. Beden ve ruh aynı. Demokrasi ve özgürlük ise yeni kıyafetler... Büyük resim fazla değişmedi.