Geçen hafta yitirdiğimiz büyük Türk Komedyeni ve Tiyatro adamı merhum üstat Levent Kırca’yı, (1950-2015) seven sanat dünyasının bazı meşhurları: Dünya çapında, sinema ve sahne komedyeni olan Şarlo’yu esas alarak; “Türkiye’nin Charles S. Chapline idi.” deyip, istemeden de olsa, merhum Levent’i ikinci plana iterek, bir başka komedyenin benzeri olduğu gafletine düşmüşüz ki, bu yabancı hayranlığı bizde hayli eskiye dayanan bir zaafımızdır.

Şöyle ki; Sinemamızın bilhassa halkımız tarafından benimsenmiş meşhur jönlerimizden merhum “Muzaffer Tema” ilk filmi olan “Dudaktan Kalbe” adlı yapımda Beyaz-Perde’de seyirci huzuruna çıktığında işte bizim “Alan Ladd”ımız demiş, merhum “Ayhan Işık” için de bıyık benzerliğinden dolayı, işte bizim “Clark Gable”miz demekten kendimizi alamamıştık. Çünkü, bu Batı hayranlığı bizde “Jön-Türk” dönemine kadar uzanır ve daha sonra ABD hayranlığı şeklinde varlığını devam ettirir. Meselenin en dikkate şayan yönü de, ABD’nin ülkemizde Amerikan hayranlığı açısından hemen hiçbir özel propaganda yatırımına girişmemiş olmasıdır!... Zira, Amerikalıların elinde, hemen her ülke için müessir olan müthiş bir propaganda silâhı vardı ve bu silâh adına sinema denen sihirli bir icadın, ABD tarafından esas değerinin diğer ülkelerden daha evvel keşfetmiş olmalarıydı.

Meselenin en hazin ve düşündürücü yanı da, bu müthiş propaganda silâhı’nın henüz emekleme döneminde asıl değerini ilk keşfeden ülkelerin başında bizim oluşumuz. Sinema’nın çok güçlü bir propaganda silâhı olduğunu kavrayıp, bu hususta milletimizi uyaran “Enver Paşa” ve bilahare “Mustafa Kemal Atatürk” oluşudur.

Ve ne acıdır ki, büyüklerimizin dikkatlere çekmiş olmalarına rağmen, asıl değerini bir türlü kavrayamamış ve sadece “eğlence aracı” olarak değerlendirmişiz!...

Esas konumuz olan merhum Levent Kırca bahsine gelince. Dünya “Siyonizmi”nin akıl almaz propagandası sayesinde, dünya çapında bir komedyen olarak şöhret yapmış ve fakat aslında, kendisini meşhur eden “Şarlo” tipini, Fransa ve dünyanın en ünlü Sessiz-Sinema Komedyeni “MAX LİNDER”in, (1883-1925) Birinci Cihan Harbi’nde cephede aldığı ağır yaralar neticesi, hastanede uzun bir tedaviye tabi tutulması, onun Beyaz Perde’de uzun yıllar görünmemesine sebep olmuş ve böylece unutulanlar listesinde yer aldığını fırsat bilen Chapline, büyük sanatçının meydana getirmiş olduğu Şarlo tipini az bir değişiklikle kendine mal etmiş ve “Dünya Siyonist Teşkilâtı”nın da yardımı ile günümüzdeki şöhrete erişebilmiştir.

Kimi kalemimiz “işinden olur” endişesiyle ve kimi kalemimiz de bilgi yetersizliğinden, Şarlo’nun gerçek yüzünü dile getirebilmekten yoksun kalmış ve böylece aziz milletimiz daha bir çok konuda olduğu gibi, bu hususta da yaya bırakılmıştır!...

Dolayısıyla, Şarlo tipi altında yatan gerçekleri aziz milletimizin açıkça öğrenmesinin zamanı çoktan gelmiş ve de geçmektedir diyerek, bu konuyu A’dan, Z’ye ele alıp, aziz okuyucularımıza sunmayı bir “Millî borç” addetmekteyiz. Merhum Kırca’mızın benzerlik durumuna gelince, bizim Mizah Ustamız hakkında en güzel tanıtımı, değerli ve romantik ses sanatçımız saygıdeğer, “Erol Evgin” yapmışlardır. Okuyalım ve kendimize gelelim!...

(-: Yeryüzünün en büyük mizah ustalarından birini kaybettik, acımız büyük!...)

Denecektir ki, ikisi arasında hiçbir benzer taraf yok mudur?... Yoktur! Efendim yoktur! Olmadığını da, hayata veda etmiş anlarındaki durumları ile sanat hayatlarında istifade ettikleri kaynaklar, hiçbir müşterek yanları olmadığını açıklıkla gösterir:

Kırca: Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde okuyup, sahne hayatındaki basamakları bir, bir çıkabilme çilesine katlanırken, diğeri çift çift atlaması bir yana bir de başkasının meydana getirdiği kimliği çalarak, kendine mal etmiştir...

Kırca: Tedavi gördüğü Pendik Marmara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayata gözlerine yumarken. Diğeri, İsviçre’nin Cenevre kıyılarındaki muhteşem villasında vefat etmiştir.

Yönetmen, Senarist, Yapımcı ve Oyuncu Levent Kırca, san’at hayatında manevi olduğu kadar, maddi açıdan da zirveye çıkabilmiş ve fakat; Zevcesinden boşanma tazminatı, TV’de program yapamama talihsizliği ve de tiyatrosunu ayakta tutabilme mücadelesi vs. Bu büyük sanatçıyı maddi açıdan pek zayıf düşürmüş ve hastalığı da baş gösterince, son eşim dediği sevgilisi “Aslı Çetiner”in maddi ve manevi desteğiyle zorlukları karşılamaya çalıştı.

Hastane odasında yazdığı veda mektubunda ise, Türkiye’nin günümüzdeki içler acısı durumunu dile getiren bir özelliğe sahipti ki, günümüz tarihine geçirilmesi şart da değil, kesinlikle elzemdi:

(Dik durun... Adil olun, sabırlı olun.

Daha iyi bir dünyada görüşmek dileğiyle.

Atatürk’le kalın, Cumhuriyetle kalın,

Hoşça kalın!)

Merhum, büyük sanatçı Levent Kırca’nın siyasi inancında, sadece Atatürk’e bağlılığı yönünü paylaşır, kalanı üzerinde pek durmam diyebilirim. Zira (İzim)lerin hemen hepsinin değilsem de, yandaşı olduğum da yoktur. Kemalizm’den gayrı, hemen hiçbir “İzim” beni ırgalamaz. Çünkü, hemen hiç birisi bizim bünyemizden doğmuş değildir. Bizim karakter ve ruh yapımızın dışında kalırlar.

Sırası gelmişken, hemen her önemli meselede ünlülerin diyecekleri önemli bulunur ve onların demeçleri, olsun Medya’da ve olsun TV’de halkımıza duyurulur.

Bu niçin böyledir ve bu haksızlık değil midir!.. Ünü olmayan, sıradan insanlarımız, bu mukaddes ülke için canını dahi vermekten geri kalmazken, onun ne düşündüğü, herhangi bir mesele zuhur edince, tavrı ve görüşü ne merkezde olur?... Bütün bunlar ne duyulur ve ne de merak edilir!...

Çünkü; Bürokratlar, Siyasiler ve kendilerine “Dördüncü Kuvvet” olmayı yakıştıran “Sesli-Sessiz Medya” her daim bilhassa “Ünlüler” üzerinde durur...

Ancak, gerçek manâda “Halkımıza mal olmuş” sanatçılar hakkında da aynı yolun takip edilmesi, bu tutumun tamamen hem yanlış ve hem de büyük çapta haksızlık olduğu aşikârdır!...

Bu durum, ülkemizde, “İmtiyazlı Sınıf Hâkimiyeti”nin tecridi de olsa, güç kazanmaya başlamasını işaret etmektedir ki, böyle bir durumun istenmese de, “dikta rejimine” zemin hazırlama tehlikesi meydana getirdiğini görmemek için tek kelime ile kör olmak lazımdır!...

Nitekim, tamamen halkımıza mal olmuş ve bir sanatçı olan merhum Kırca Üstadın, cenaze namazı ve merasimi esnasında daha açık görülebilmiştir.

Levent Camii avlu ve dışında, yağmura rağmen binlerce kişinin oluşu ve aynı durumun Zincirlikuyu Kabristanı’nda da var oluşu, Büyük Sanatçıyı son yolculuğuna uğurlayanların sadece ünlüler olmadığının ispatıdır.

Ve bu konu nasipse önümüzdeki makalemde devam edecektir. Saygılarımla.

Not: Perşembe günleri neşredilen “Tarihimizle Baş başa” adlı makalem yayın yasağından dolayı yayınlanamamıştır.