Lale Orta Asya kökenli bir bitki olup Türklerin tabiat kültüne uygun Gök-Tanrı anlayışı çerçevesinde şekillenerek günümüze kadar getirdiği önemli sembollerinden birisi olarak kabul edilir.

Her ne kadar Anadolu’nun değişik coğrafyalarında bilinse de Batı Anadolu’da ayrı bir yeri vardır.

Günümüzde Manisa dağ ve ovalarını süsleyen lale Türklerin Batı Anadolu’ya gelişiyle yaygınlaşmış ve dini bir misyon yüklenerek gülle birlikte anılır olmuştur. Özellikle şiir, musiki ve tasavvuf edebiyatında çokça kullanılmıştır. Hatta Osmanlı’da ‘Lale devri’ olarak bilinen bir döneme de adını verecek kadar önemli hale gelmiştir.

Nâbî Divanı’nda yer alan bir kaside de Manisa şehrinin güzellikleri ve klasik şiirde sıklıkla bahsedilen Manisa lâlesi ile lalezarlarının tasvirine dairdir. “O lâlezâr ki yokdur nazîri ‘âlemde Hak eylemiş anı hass-ı diyâr-ı Magnîsâ .... ‘Aceb ki lâlesinün dâgı yok derûnında Sitânbul olsa n’ola dâgdâr-ı Magnîsâ.”

Rivayete göre Saruhanoğluları Beyliğiyle birlikte Batı Anadolu’da yaygınlaşmış ve Osmanlı şehzadelerinin Manisa’ya gelmesiyle saray bahçelerini, sanatı süslemeye devam etmiştir.

Manisa’da yetişen Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra İstanbul sokakları ve sanatında laleye çok önem ve yer vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet'in tahta çıkması ve İstanbul'un fethiyle birlikte saray bahçelerine Manisa'daki Saray-ı Amire’ den götürülen lale soğanlarının süslediği görülmektedir.

Baharın gelişini kulaklara fısıldayan Dumanlı Dağdan esen son soğuk rüzgârın sesi de lalelerin boy boy, al al açan yanaklarından dökülen şehla bakışlı bir dilberin gülüşlerinin sesidir bazılarına göre!

Cemrenin düştüğü ilk ilkbahar sabahı baharın yeniden geldiğine kani olursunuz. Laleler sabahın ilk saatlerinde şehri uyandırmak için avazı çıktığı kadar bağırır! Lalenin bahar serenadıyla ezan sesleri birbirini tamamlar. Laleler baharı müjdeleyen müziğinin seslerini terennüm eder.

XVI. yüzyıla kadar, gülle rekabet edememiş gibi görünse de Baki’nin lâle redifli gazelinde tâcına lâlelerden mücevher takarak çemenliğin sultanı olur. Lâlelerden takınur tâcına gevher lâle Şâh olupdur çemen iklîmine benzer lâle gülden aşağı kalır, gülü yalnız bırakır değildir.

XV. yüzyıl şairlerinden Necati’nin (öl.1509)

“Lâle hadler yine gülşende neler itmediler/Servi yürütmediler, gonceyi söyletmediler/ Taşradan geldi çemen sahnına bîçâre durur /Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler” şiirinden de anlaşıldığı gibi 1400’lü yıllarda lale edebiyatımızda önemli bir figürdür.

Lale üzerine ilk akla gelen şiirlerden birisi de Şair Nedim’in (1681-1730) “Erişti Nev-Bahar Eyyâmı” şiiridir: “Erişti nev-bahar eyyâmı, açıldı gül-i gülşen
Çerâğan vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen
Çemenler döndü rûy-i yâre reng-i lâle vü gülden
Çerâğan vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen

Açıldı dilberin ruhsârı gibi lâleler güller
Yakıştı zülf-i hûban-veş zemîne saçlı sünbüller
Nevâsâz olmada bin şevk ile âşüfte bülbüller
Çerâğan vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen”

Bahar ayı biraz da lale ayıdır. Sevginin, canlılığın ve sevecenliğin Çalap’la olan bağın tabiatta yeniden neşvünema bulduğu aydır.