“Îlâ-yı Kelimetullah (Allahın ismini yüceltmek, İslâmı dünyanın dört bir yanına götürmek, İslâmı bilmeyen insanlara, İslâmı tanıtmak. Onlara İslâmı bildirmek ve anlatmak demektir. Bunun için dün kılıçla, bugün ise kalemle yani ilimle mânevî bir mücahede ve cihad içinde olmaktır. Îlâ-yı Kelimetullah) şu zamanda maddeten terakkîye (ilerlemiş, yükselmiş, kuvvetli bir millet ve devlet olmaya) mütevakkıf olduğunu (dayandığını) bil(mek gerek).”

     Kişi bile iyi bir konumda, giyim-kuşamı yerinde, maddî durumu yüksek ise, mevki-makamı

     Büyükse, çevresinde hatırı sayılır bir saygınlığı varsa; 

     İşte ancak o zaman, sözü daha çok dinlenir. 

     İşte ancak o zaman, sözü daha çok tutulur. 

     İşte ancak o zaman, sözü daha çok kabul görür. 

     İşte ancak o zaman sözü daha çok değer kazanır.

     İşte bu dünyevî üstünlükleri olan kimseler; mânevî üstünlüğü başkalara sirayet ettirmekte.

     Anlatmakta. Yaymakta ve etkilemekte, çok daha fazla imkâna sahiptirler.

     Başarmaları da kuvvetle ihtimal dahilindedir. Başarı şansları yüksektir. 

     Çünkü zâhir cezbeder, bâtın mesteder. Biri kabuk öteki özdür. Birbirisiz olmaz.

     Devletler de öyledir. Kuvvetli, haşmetli oldukları sürece; etkileyicilikleri had safhadadır. 

     Çünkü aşılamak istedikleri inanç; evvelemirde kendi üstlerinde görülmekte, 

     Karşı tarafın gözlerini kamaştırmaktadır.

     Nitekim Osmanlıların ordularında, atların techiz ve donatımında bile gösterdikleri göz alıcı

     Haşmet ve maddî üstünlük görüntüsü; biraz da bu amaca yöneliktir.

     Keza Hz. Muhammedin, Hilâfetin güçlü ellerde bulunmasını ima edişi. 

     Osmanlı Devleti’nin Mısırdaki hilâfeti kendi üzerine alması için sefere çıkmasını gerektirmiştir.

     Çünkü büyük dâvalar, bîçare ellerde perîşan olur. Bu açıdan bakınca, Hilafetin kaldırılmasındaki 

     Kaderin hikmetini düşünecek olursak aynı kanıya varırız. 

     Artık hilafeti taşıyacak kuvvetli, kudretli ellerden mahrumduk. Kolumuz kanadımız kırılmıştı.

     Hilafeti lâyıkı veçhiyle temsil edecek vasıf ve liyakatten artık uzak düşmüştük. 

     O da bize küstü. Şimdilik meçhuliyet / bilinmezlik örtüsüne büründü. Görünmez oldu.

     Demek istiyorum ki aziz okur! 

     Taşıdığımız değerleri muhafaza ve müdafaa keyfiyetinden, 

     Geri  kalmayacak durumda olmalıyız. 

     Onları başkalarına benimsetmek; 

     Ancak bu şekilde, imkân dâhiline girer.

     Çünkü biz İslâma lâyık doğruluğu ve doğru İslâmiyeti 

     Yaşayıp yaşatmadıkça; 

     Bunu üzerimizde gösterirken, 

     Ona lâyık üstünlüğü de temin etmedikçe, 

     O yüksek fikirleri başkalarına ulaştırmaktan, 

     Onu onlara benimsetmekten uzak düşeriz.

     Nitekim düşmüşüz. 

     Ama yeis ve ümitsizliğe yer yok. 

     Düştüğümüz yerden 

     Doğrulmak üzereyiz. 

     Âlemi İslâm da peşimizde olarak. 

     İslâm sancağını ruh ve kalplerde, tekrar dalgalandıracağız.

     Çünkü, kararan gecelerin sabahı çok yakındır.

     Yeter ki, bizler intibaha gelip, uyanalım. 

     Zaten kendimize geliyoruz. 

     Ne gam be dostlar!