Sahası Federasyon tarafından bir sezon kapatılmış olan Konyaspor’un yönetimi büyük bir başarı gösterip Türk futbolunun unutulmaz isimlerinden Özkan Sümer ile anlaşmıştı. Trabzonspor ve Galatasaray’ın yanı sıra A Milli Takım teknik direktörlüğü de yapan Sümer imza için Konya’ya gelmeyecek biz Ankara’ya gidecektik. Tarihinde 1. Lig (Bugünkü Süper Lig) havası teneffüs etmemiş olan bir şehrin gazetecileri olarak o günü yaşamak hepimizin arzusuydu. Neticede Yönetim Kurulu Üyeleriyle birlikte aynı otobüste Ankara’nın yolunu tuttuk.

Eski Ankara Otogarında inip yürüyerek 19 Mayıs Kompleksindeki TSYD tesislerine vardık. Şampiyonluk için ilk harcın konulduğu gündü. Hiç unutmam; gazeteci Yusuf Yalkın’la Özkan Sümer mekâna kol kola gelmişlerdi de, basın toplantısı sırasında Yalkın Konya heyetini şoke eden şöyle bir soru yöneltmişti:

“-Özkan Sümer ismi Türk futbolunda tartışılmaz bir markadır. Galatasaray’ı ve A Milli Takımı çalıştırdınız. Konyaspor ise daha geçen sezon sahasında olaylar çıkmış, maçta sahaya tavuklar salınmış ve federasyon tarafından sahası bir sezon kapatılmış bir 2. Lig takımı. Sizin gibi bir futbol markasının Konya gibi bir şehirde ne işi var?”

Yalkın bu soruyu, kol kola geldiği Sümer’e TSYD bahçesine girmeden de sorabilirdi. Ama iyi ki toplantı anında sordu. Sağ olsun Özkan hoca da Konya’nın iyi bir futbol şehri olduğunu, şampiyonluğun kaybedildiği maçtan sonra çıkan olayların abartıldığını ve saha kapatma cezasının adil olmadığını ve bunlara rağmen Konyaspor’un yine şampiyonluğa oynayacağını söyleyerek gereğince bir cevap vermişti.

**

Güneşin kavurduğu saatlerde yüreğimizdeki sevinç ve umutla yine yürüyerek otogara geldik. Gölgenin bile kâr etmediği sıcakta, insanların adım atmakta zorlandığı, Türkiye’nin en berbat otogarlarından birinde hareket saatini bekliyoruz. Ankaralılar alınmasın, başkent bugünkü görkeminde ve modernizasyonda değildi henüz. Öyle bir susuzluk çökmüştü ki, konuşacak takat bırakmıyordu. Önümüzdeki otobüs bizimdi ve kapıları açıktı. Dolabından bir bardak su içmeye de hakkımız olmalıydı. Basamakları çıkıp dolabın kapağını açtım. Şişeyi alıp tam çıkarmıştım ki omuzumdan bir el uzanıp şiddetle çekti aldı. Üstüne bir de “Bırak şunu yahu!” gibi, ‘susuz damağa tuz eken’ bir söz sarf etti. Dedim ya, konuşmaya takatim yoktu; muavinin arkasından boş gözlerle, belki biraz da öfkeyle baktım, o kadar.

Otobüsün karşısındaki duvarın dibinde Şefik Tarhan yanında diğer yöneticilerle olanları göz ucuyla seyrediyordu, hiç ses etmedi. Kızmayın; henüz bakkaldan su alma kültüründe olmadığımız yıllardan bahsediyoruz. Lavaboda elimizi yüzümüzü yıkayıp serinlemek istiyoruz ki, daha kapıya varmadan çevreye yayılan keskin koku ciğerlerimizi yakıyor. Yüzüme bir-iki avuç suyu çarparken nefes almamaya dikkat ediyorum. Yüreğimde bir ses; o suyu kana kana iç!

**

Şükür hareket saatimiz geldi. Arka tarafa, dolaba yakın, muavini görebilecek bir koltuğa oturuyorum. Otobüsümüz ileri geri manevralar yaparak çıkış kapısına varmaya çalışırken yayık küpü gibi sallanıyoruz. Asfalt delik deşik, yol çukurlarla dolu. Kapıdan çıkar çıkmaz, yanımdan geçmekte olan muavine seslendim:

-Su verir misin?

İlk suyumu içerken muavin ön tarafta birkaç dakika oyalandı. Dönüşünde boş bardağı uzatıp ekledim:

-Bir su daha verir misin?

Ben istedikçe yılmadan getirdi. O getirdi ben içtim. Ne aziz şeydi su. İçimizi dışımızı, yüzümüzü, kirimizi yıkayan oydu. Serinlik de, sıcaklık da ondaydı. O gün biraz daha fazla sevdim suyu.

Bir su daha, bir daha, bir daha derken Gölbaşına geldik. Elimdeki boş bardakla, şoförün yanında oturan muavinin dönüşünü bekliyorum. Ah su sen ne azizsin, diye söylenirken muavin dönüyor. Hemen boş bardağı uzatıyorum:

-Bir su daha verir misin?

Gidiyor. Belki bir belki bir buçuk dakika sürüyor dolu bardağın gelmesi. Uzatırken, unuttuğu bir şeyi hatırlıyor sanki:

-Şey, garajda elinden şişeyi aldığım kişi siz miydiniz?

Bardağı alıp suyu hemen içtikten sonra sıra cevaba geliyor:

-Ziyanı yok, biz o suyu da içmiş olduk. Siz bir su daha verir misiniz?

Boş bardağı alıp dolaba doğru yönelirken bir arka çaprazımda oturan ve su serüvenini şişenin elimden alındığı andan itibaren izleyen Şefik Tarhan davudi sesiyle muavine durumu özetledi:

-Hay yavrum, adam susamış, bir bardak su içip bırakacaktı, elinden şişeyi almasan ne vardı? Sen öyle yaparsan işte böyle Konya’ya kadar su taşıtır sana.

Muavin getirdiği dolu bardağı uzattıktan sonra özür beyanında bulunurken ‘özürlü bir söz ettiğinin’ farkında değildi:

-Kusura bakmayın, ben sizin yolcumuz olduğunuzu bilemedim, garajdaki ayakçılardan zannettim.

Boş bardağı geri verirken ‘ikinci kusura istinaden’ bir su daha istemeyi ihmal etmedim tabii. Şoförünün yanına gidip gelmek için izin istedi. Muavin ön tarafa giderken Şefik Tarhan’ın dudaklarında hafif bir tebessüm, gözlerinde takdir ifadeleri vardı:

-Garajdan beri ne yapacağını çok merak ediyordum. Fakat böyle bir şey yapacağın hiç aklıma gelmemişti. İyi ders verdin ama yeter, biraz sonra mola istemeye başlarsan iş tersine döner!

Muavinin özründeki kusuru ifade edip;

-Eksik kalmasın, dedim; bak bir de ayakçıya benzetilmişiz.

**

Neticede muavin Kulu makasına kadar su taşıyıp garajdaki hareketinin karşılığını almış oldu. Özkan Sümer’den sonra ben de gereğince bir cevap vermiştim.

Konyaspor’da o sezon tarihinin en başarılı devrini yaşadı. Önce Sümer’in dediği gibi, bir sezonluk saha kapatma cezası beş maça indirilerek adalet terazisi düzeltildi, sonra Konyaspor sezonun bitimine üç hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. Tarihteki bu ilk şampiyonluk, imza töreninde Yalkın’ın Konya’yı, Konyaspor’u aşağılayan ifadelerinin de bir cevabıydı aslında. Böylece cevaplar tamam olmuştu.

Paris başta olmak üzere Avrupa ‘bizdeki Gezi misali’ yanmaktayken, bunca yoğun ülke ve dünya gündeminin arasında bir otobüs muaviniyle 30 sene önce yaşadığımız su hatırasını paylaşarak yorgun zihinlerimizde bir dinginlik oluşturmak istedik. Kim bilir, belki faydası da olur.