Osman Bey tahta çıktığı yıl iki müjdeye tanık olmuştu. Karacahisar alınmış ve oğlu Orhan dünyaya gelmişti. Orhan Bey de tahta çıktığı sene (1326) babası gibi iki mutlu olayı birlikte yaşadı. Aynı yıl hem Bursa fethedildi hem de Osmanlıların üçüncü padişahı Murat dünyaya geldi. Orhan, ilk iş olarak, kardeşi Alâeddin’e ülkenin bölüşülmesini teklif etti. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk siyasi ve idarî kurumlarının kurucusu olan Alâeddin bu teklifi kabul etmedi. Orhan’ı biricik mirasçı göstermiş bulunan babasının vasiyetine saygı göstererek, babasının mirasının yarısını bile kabul etmeyip, sadece Nilüfer Çayı’nın batı yakasına düşen Kete vadisinde bir köyü istedi. Bunun üzerine Orhan, kardeşi Alâeddin’e: 

“Mademki sana teklif ettiğim atları, inekleri, koyunları almak istemiyorsun; milletimin çobanı, yani vezir ol” dedi. 

Alâeddin bunu uygun gördü ve devletin yükünün ağırlığını, padişah ile bölüştü. Savaş sanatına ilgisiz olduğundan hükümetin ihtiyaçları ile uğraştı. Kardeşi yeni fetihlerle ülke sınırlarını durmadan genişletirken, o da devleti yeni kurumlarla kuvvetlendirdi. Orhan, Bursa’nın fethinden sonra, muhteşem şehre gönlünü kaptırdı. İdare merkezini babasının vasiyeti doğrultusunda Yenişehir’den Bursa’ya nakletti. Orhan Bey’in silah arkadaşları Akça Koca, Konuralp, Abdurrahman Gazi ve Karacabey, İznik ile İzmit’teki Rum askerini son derecede yorduktan sonra, kuzeyde Karadeniz, güneyde İzmit Körfezi ve batıda Boğaziçi ile sınırlanan yarımadaya girdiler. Boğaziçi kıyılarına, Aydos ve Semendere’ye doğru ilerlediler.

Semendere’de kale komutanının oğlunun cenaze alayının geçmesi için kapılar açılıverince; Osmanlılar hücuma geçip komutanı esir aldılar. Sonra da İzmit hâkimi, kurtuluşu için gerekli fidyeyi verince, ölümden yakasını kurtardı. Kaleyi Akça Koca aldı. Ondan sonra da bu bölgeye Koca ili adı verilmiştir. Aydos dağının doğu tarafında kurulmuş bulunan Aydos kalesi, Konuralp ile Gazi Abdurrahman tarafından kuşatıldı. 

Romantik bir olaydan dolayı kalenin kapıları açılmamış olsaydı; yüksek duvarları olan kalenin fethi belki de başarılamayacaktı. Komutanın kızı surların üzerinden Abdurrahman’ı görmüş, hemencecik âşık olmuştu. Bir gece düşünde onu gördü. Sonunda dayanılmaz bir duyguya yenilerek, ona mektup bağlı bir taş atmaktan kendini alamadı. Bu mektupta, geceleyin kaleden içeri girme yolunu tarif ediyor, ayrıca kalenin fethine yardım edeceğine söz veriyordu. Bunun üzerine Gazi Abdurrahman, seksen kişi ile kaleye girdi ve kaleyi aldı.

Fetihten birkaç gün sonra, Konuralp; Gazi Abdurrahman’ı, komutanın kızı ile beraber Aydos’un fethi haberini Sultan Orhan’a ulaştırmakla görevlendirdi. Orhan Bey, kızı mükâfat olarak Abdurrahman’a verdi. Sonraları yiğitlikte babasına rakip olup büyük bir şöhret kazanan Kara Abdurrahman, bu nikâhın meyvesidir. Bu bahadır, düşmanlarını o kadar yıldırmıştır ki Rum kadınları onun ölümünden çok zaman sonraları da çocuklarını, “Kara Abdurrahman geliyor” diye korkuturlardı. 

Ertuğrul’un Anadolu’da yerleşmesinden yüz, Osman’ın bağımsız Bey derecesine yükselmesinden otuz ve Orhan’ın sultanlığa geçmesinden üç yıl sonra, Alâeddin sayesinde, Osmanlı Sultanlığı kanunlar ve kurumlarla pekiştirildi. Alâeddin’in ilk kanunları üç konu ile ilgili idi: Para, kıyafet ve ordu. Doğuda para basmak ve Cuma namazında hutbede adının anılması hükümdarlığın temel haklarındandır. 

Osman’ın adına ancak hükümdarlık sıfatını kazandığı yıl hutbe okunduğu gibi, Orhan’ın saltanatının üçüncü yılında Osmanlı Madeni Paralar Kanunu düzenlendi. Vezir Alâeddin, o zamana kadar Konya Selçukluları adına basılan akçelerin, bundan sonra Orhan’ın adını taşıması gerektiğini söylemiş ve gereği de yapılmıştı. 

Osmanlı sikkelerinde (madeni para) ve basımında zaman içinde, birçok değişme, başkalaşmalar olmuştur. Osmanlılar’da Hutbe üç sefer değiştirilmiştir: İlkönce Yıldırım Bayezit “Emir” unvanını “Sultan’a” çevirmiştir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra, “Sultanü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyn (iki karanın ve iki denizin sahibi)” niteliğini buna ekledi. Daha sonra da Yavuz Sultan Selim, Mısır’ın alınışının peşi sıra,“Hadimü’l-Haremeyn’iş-şerifeyn (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı” sözleriyle bunu tamamlamıştır. 

Orhan Bey’in kardeşi ve Veziri Alâeddin, ikinci derecede kılık - kıyafet meselesini ele aldı. Bununla beraber o, elbiseden çok serpuş ile uğraştı. Her ne kadar sonraları kaftanların, entarilerin, tören kürklerinin şekli, kumaşı, astarı, süsleri sıkı düzenlere bağlı tutulmuşsa da, o zamanlarda sadece sarık, kafaları kurcalamıştır. Keçenin aslı, Hacı Bektaş Veli tarafından Yeniçeriler için dua eylediği günlere kadar gider.

Kısacası: Osmanlı Devleti kuruluşundaki senlik-benlik kavgası olmadan; maneviyat önderlerinin rehberliğinde mayası sağlam bir devlet olarak doğmuştur. Bu inançla başa geçen her hükümdar aynı misyonu benimseyerek devleti “Cihan hakimi” bir devlet haline getirmişlerdir. 

Bugün bu yönetimde örnek almak istersek; yani tarihte ibret almak gerekirse; “at binenin kılıç kuşananın” atasözüne göre; şirketlerde, devlet dairelerinde “işi bilene vermek” ilkesini öne çıkarmak her zaman başarı getirecektir!