O güzel çocukluk yıllarımız… Her hatırladığım da yüzümü engel olamadığım bir tebessüm kaplar… Keyiflenirim…

Saklambaçı, sobesi, istopu, futbolu, basketbolu, çıkarsız arkadaşlığı ve en güzeli de annemden dinlediğim o derin manalı hikayeler…

En sevdiklerimden; Derenin aşağısında su içen kuzuyu yemek isteyen kurdun, derenin yukarısından gelip de “içtiğim suyu kirlettin” demesi… Olmayacak bir bahane ile kuzuyu yeme hikayesi… Tabiatın güçsüzlere hiç acımadığı ve asla acımayacağını vurgulayan bir hikaye… Ne kadar kuzu gibi sevimli olursan ol, güçlü kalamıyorsan güvende olmadığın bir hikaye… Henüz çocukken akıllarımıza, yüreklerimize dağlanan, kuzuya acıyarak dinlediğimiz bir hikaye…

Ancak ileri ki yaşlarda anladık, acınacak halde olmanın doğru olmadığını…

Kuzu’nun, adı kuzu olduğu için değil, geviş getirdiği içinde değil, güçsüz olduğu için düşmanı çoktur… Kafasını yerde tutarak “Beni göremez ki” felsefesi onu asla kurtarmaz…

Kurdun; Türk mitolojisindeki yerini hepimiz biliriz. Ve ondan, güç ve keyif alırız… Kurdun, hayatta kalmak için yaptıkları, tarihimiz boyunca mihenk taşımız oldu. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında da paramıza resmini bastık ve saygımızı bir kez daha gösterdik…

Akınlarında, yolunu bulamadığında, her zorda kaldığında Oğuz Kağan’a yol gösteren, boz tüylü beyaz yeleli kurt; Tarihimiz boyunca yol göstericimiz kabul edildi.

Kurt; Sürü olarak yaşar. Olabildiğince sosyaldir. Birlikte kalmanın önemini bilir. Adildir, ihtiyacından fazlasını avlamaz. Derdi Dünya’yı tüketmek değil, ekolojik dengeyi sağlamaktır. Esaret sevmez. Çalışkandır. Sürüde her bir kurdun yetkinlik alanı vardır ve av esnasında herkes kendi, en iyi bildiği görevi alır. Lider görev dağılımını “ehil” olana göre yapar. Leşçiler gibi başkasının avladığı ve ondan arta kalanların peşinden koşmaz. Güçlü kalmayı bilir. Elden, yabancıdan medet ummaz. Bu yüzdende boynu kalındır. Aileden eğitimlidir. Zayıf düşmemeyi, birlik olmayı, av olmamayı öğrenmiştir.

Avına şirin görünmek için kuzu postuna girmez, maskeler takmaz… Asla bin bir surat olmaz… Kendi yüzü ile utanıp yapamayacağını, maske takarak sürüsünü de avını da aldatmaz… Değerleri güçlüdür… Kendini, özellikle sürüsünü değersizleştirecek eylemde bulunmaz…

Kurt yalana, aldatmaya, kolaya, leşe bakmaz.

Mirza Tazegül’ün de “İnsan ve Maskesi” adlı kitabının henüz başında dediği gibi; ‘Çünkü gerçekler zor, yalanlar kolaydır. Yalan, dilin ürünü… Gerçek, emeğin ürünüdür’…

Harika bir tanımlama, evet “Gerçek, emeğin ürünüdür…”. Gerçek maskeleri düşürür…

Peki ya bugünkü gerçeklerimiz!..

Şirketlerimiz özellikle ihracatçılarımız zorda… Hali hazırda ithal ettiğimiz malı işleyip ihraç ediyorduk. Son iki aydır bu da bitti. İhracat yapan firmalarımız da döviz gelirlerine güvenerek ve daha uygun faizli olduğundan Eximbank döviz kredisi kullandılar. Bugün ihracat gelirleri çok azaldı. Fakat döviz bazlı borçları sürekli yükseliyor.

Son iki ayda dolar, euro, sterlin, dinar, kron, riyal, leva, yen, ruble bile Türk lirası karşısında değer kazandı… Dolar kredisi almış şirketlerimizin borcu son iki ayda %20 arttı…

Merkez bankası rezervlerinden, 2019 ocaktan bu yana, piyasalara sunduğu 66 milyar dolara rağmen dolar yükselmeye devam ediyor… Taşıma suyu ile değirmen dönmüyor. Yurtdışına ödenecek çok miktarda döviz kredilerimiz var. Ülkeye benzin, doğalgaz bile alırken dolar ile almak zorundayız. Kenarda üç kuruşu olun bile Türk Lirasına güvenmiyor. Değerini yitireceğini düşünüyor, dolar alıyor. Açıkçası bu durum ABD’nin de işine gelmiyor. Çünkü küresel tüketici haline getirdiği Türkiye, artan kur yani artan ithal maliyeti sebebiyle küresel ürünleri alamaz oluyor… Bu da ABD için, üretim azalışı ve işsizliğin artması demek…

Bir yerde “değer kaybı” varsa, hata vardır. Bu “değer kaybı” süreklilik arz ediyorsa hatalar ve yanlışlar sürekli yapılıyor demektir.

Geçmişte sözü senet olan esnaf, iş adamlarımız sözlerini tutmamak için, ödemelerinden kaçmak için bahanelere sığınmaktalar… Sermayesi, gelirleri azalan, giderleri ise hızla artan şirketlerimiz, bahaneye muhtaç… Ve Covid19’u kendilerine kalkan oldu. Banka şubeleri, karşılığı olmayan çek yaprakları ile doldu…

Yeni bir konkordato, işsizlik ve zam dalgası kapımızda…

Reuters’in haberine göre; Merkez bankamızın brüt rezervi 85 milyar dolar, net rezervi ise 28 milyar dolar…

Bir yıl içinde ödememiz gereken dış borcumuz 168,5 milyar dolar… Net rezervler ise 28 milyar dolar… Dış borç bulmakta zorlanıyoruz. ABD Fed başkanının açıkladığı Swap yapılacak ülkeler arasından çıkartıldık. İsmimiz listede yok… Ancak ve ancak, piyasa yatırımcılarından çok çok yüksek faiz ile ve az miktarda borç bulabiliyoruz.

Kredibilitemiz düşük… CDS Oranımız 654’e çıktı… Almanya’nın CDS’i sadece 24, beğenmediğimiz Yunanistan’ın 281, battı denilen Brezilya’nın bile 316 ile kredibilitesi bizden çok çok daha yüksek…

Görüyoruz ki büyük ümitlerle yapılan otoyol ve köprü kurtarıcımız olamadı. Maddi olarak beklentilerimizi karşılamadı. Açıkçası pahalı oluşu ve sorun yaşamış insanların, yabancı köprü sahibi şirketlere ulaşıp derdini çözememesi, halkı uzaklaştırdı… Yetmezmiş gibi; Üretmeyen, duran ve bir de tercih edilmeyen bu yabancı şirketlere daha uzun yıllar vergimiz ile ödeme yapacağız…

Şirket gelirlerinin azaldığı bir dönemde, elbette bütçelenen vergide çıkmayacak… Bu sene bütçe açığımızın çok yüksek olacağını şimdiden görülüyor. Bu da bize yine zam olarak geri dönecek… Gümrük vergileri neredeyse bitti. Konkordato istemiş ya da istemeye hazırlanan, sermayesi erimiş, zarar eden şirketlerde vergi çıkmıyor… Buna müteakip, hazine yeni yeni dolaylı vergiler üretti. Eee bu ürün fiyatlarına yansıdı. Bu sefer ürün satın alınamaz oldu… Ve var olan dolaylı vergide azaldı… Satılamayınca üretim azaldı, işsizlik arttı.

Bu da bize; birden zengin olmak isteyen çiftçinin altın yumurtlayan tavuğu kesmesini hatırlattı…

Ardından zamlar biraz daha arttı… Medyamız aslında bunun zam olmadığını “güncelleme” olduğunu manşet attı… “Zam” diyemedi. Halbuki “Görüp de görmezden gelme” günahların en büyüğü idi… Böylece “Maskeli Balonun” en dikkat çekici maskesi onlar oldu…

Ezanımıza, orucumuza gelebilecek tek tehdidin aslında kendi yanlış uygulamalarımız olduğunu bir gün anlayacağız. “Dış güçler” diye adlandırılan yabancı sermayenin tek derdi; parası ve kazancıdır… Sana verdiği parayı geri alabildikten sonra, ülkemizde ne yaptığımız ile ilgilenmezler… Ama geri almakta tereddütleri varsa, o başka…

Görmezden gelme, kafasını kaldırmadan otlayan bir kuzu olma, kurda davettir…

Kurt olarak hayata devam edebilmek meziyetlere tabidir… Meziyetleri olmayan, hakkaniyetten kopan kurt, kuzu olur, av olur… Son bir gayret maske takıp “kandırayım” dese de… Bu kez gerçekler bırakmaz, maske ayaklara dolanır…