Kur’ân-ı Kerim’in terceme-i harfiyye sûretiyle terceme edilemeyeceğine bütün İslâm alimleri kail olmuştur. Bu hususta sir İcmâ-i Ümmet vardır. Keffâl-i Kebir, İmam-ı Gazâlî, İbn-i Teymiye, Düsûkî Şey Hasenenyn Mahlûf, Şeyh Muhammed Bâhit gibi eski ve yeni alimler bu mevzuya dâir eserler, makaleler yazmışlar, böyle bir tercemenin mümkün ve câiz olmadığını tasrih etmişlerdir.

Terceme-i Harfiyye’nin muhal ve câiz olmadığına dâir olan mutalaalar şu şekilde hülâsa edilebilir:

1- Kur’ân-ı Mübîn’in fesâhat, belâgat, üslûb, tarz-ı beyan itibariyle olan icâzı, kendine mahsus kudsî mübârek nazmı vasıtasıyla tecelli eder. Bu ulvî nazım aradan çıkınca bu icaz tebârüz edemez. İcâz’dan hâlî bulunan ibâreler ise Kur’ân’dan başka bir şey olur. Binâenaleyh, Kur’ân-ı Kerim’in böyle bir tercemesi muhaldir; haramdır.

2- Nevevî Merhum (Mecmu) da İmâmü’l-Harameyn’den şöyle nakletmiştir: “Kur’ân’ın tercemesi Kur’ân değildir. Bunda Müslümanların icmâı vardır. Çünkü Kur’ân, mucize’dir. Terceme ise mucize değildir.

3- Kur’ân-ı Kerim’in münzel olan nazmına ve tevfîkî bulan resm-i hattına nazaran müteaddid kırâet vecihleri vardır. Bunlardan müteaddid hükümler, nükteler tecelli etmektedir. Tercemelerde, başka resm-i hatlarda ise bunları muhâfazaya imkân yoktur. Binâenaleyh, tercemeler asla Kur’ân sayılmaz.

4- Kur’ân-ı Kerim yalnız nazımdan, yalnız manadan ibâret değil, belki her ikisinin mecmuundan ibârettir. Kur’ân’ın manası İlâhî olduğu gibi nazmı da vahye müstenid, kudsî bir hüvviyete hâizdir. Bu nazmın okunması başlıca ibâdetlerden sayılır. Tercemeler ise mana cihetiyle Kurân’a yaklaşsa bile nazmı itibariyle Kurân’dan ayrılmış, Kurân mahiyyetini hâiz bulunmamış olur. Binâenaleyh, bu bakımdan da Kur’ân-ı Kerim’in tercemesi mümkün ve muvafık değildir.

5- Arapçaya mahsus (edevat) ve (huruf-ı meânî) tabir edilen bir takım kelimeler vardır ki, bunlar diğer kelimeler inzimam edince müteaddid manâlar, hükümler içerirler. Halbuki başka lisanlarda bunların karşılığını bulmak çok kere mümkün olamaz. Böyle bir edetin delâletindeki umumiyet veya latif bir işâreti başka bir lafız ile muhafaza etmek zordur. Maâmâfih böyle bir terceme insanların yazıları arasında kabil olsa da İlâhî bir yazı ile beşerî bir yazı arasında asla kabil olmaz. İşte bu bakımdan da Kur’ân-ı Mübîn’in tercemesi mümkün değildir.

6- Kur’ân-ı Kerim’in nazmını, resm-i hattını değiştirmek İlâhî bir Kelâm’ın kudsiyyetini ve Resûl-i Ekrem’in talim ve işâretine müstenid bir yazının ehemmiyyetini küçümsemek, hürmetini ihlal etmek demektir. Binâenaleyh bu cihetle de Kurân’ın tercemesi câiz olmaz. Maksad Kurân-ı Kerim’in manasını herkese anlatmak ve muhtelif milletlerin ellerinde bulunan tercemelerin yanlışlıklarını göstermek ise bu, tefsir tarzında ve muhkem bir şekilde yazılacak Terceme-i Tefsiriyye ile temin edilebilir. Yoksa (Terceme-i Harfiye) de Tefsire muhtaç aslın ihtiva ettiği manaları ifadeye kâfi gelmeyeceğinden onunla bu maksad temin edilmiş olmaz. Belki Lâhûtî bir nuraniyeti, ışık huzmelerini hâiz olan Kur’ân-ı Azîm, donuk bir şekilde gösterilmiş olur. Böyle bir hareket ise yanlış zehablara sebebiyet verebilir.

7- Din alimlerimizin ittifakı vardır ki, Kur’ân-ı Kerim’in herhangi bir âyeti yalnız manası itibariyle riâyet edilemez. Belki kendisine has olup Resûl-i Ekrem’e indirilmiş  bulunan mübarek nazmi ile riâyet edilir; bir harfi bile tağyir edilemez. (değiştirilemez) Nüzûl mütevâtir olmayan bir kelime, Kurân’dan sayılmaz. O halde terceme (riâyet bi’l-mâna) kabilinden olacağı cihetle Kurân’da câri olmaz. Hadislerde ise böyle riâyet bi’l-mânanın câiz olup-olmadığı ihtilâflı, tafsile tâbi bir meseledir. Nitekim, usûl kitaplarında tasrih edilmiştir.

8- Allahu Te’âlâ Hazretleri Kur’ân’ı “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf 12/2) âyet-i kerimesinde Arabiyyetle vasıflandırıyor. “Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (Nisâ 4/174) ve “Allah kendi emriyle melekleri kullarından dilediği kimseye Ruhla (vahiy) ile, “Benden başka ilah olmadığına dâir (kullarımı) uyarın ve benden korkun” diye gönderir.” (Nahl 16/2) âyetleri ile de Kur’ân’ın bir rûh, bir nûr olduğunu haber veriyor. Binâenaleyh başka lisanlar ile olan terceme, Arabiyyet vasfından mahrum bulunduğu gibi, rûh ile nûr esâsen hiç bir veçhile terceme edilemez. İşte bu itibar ile de Kur’ân-ı Mübîn’in tercemesi kabil değildir.

9- Kur’ân-ı Kerim, ne Resûlullah tarafından ne Ashab-ı Kirâm ile İslâm halifeleri, hükümdarlar tarafından terceme edilmemiş ve tercemeye lüzum da görülmemiştir. Peygamber Efendimiz, Kisra, Kayser gibi hükümdarlara gönderip içlerinde Kur’ân âyetleri de bulunan mübârek mektuplarını Arapça yazdırmış, o hükümdarların lugatlarıyla yazdırmamıştı. Bu da Kur’ân’da tercemesinin câiz olmadığına çok kuvetli bir delildir.

10- Kürre-i arz’ın her tarafında bulunan ve muhtelif ırklara mensup olup başka başka dillerle konuşan Müslümanlar, Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şânı az çok okur Kurân âyetlerini tam bir hürmet ve zevk ile dinler, kâbiliyyetlerine göre ruhânî tesirler içinde kalırlar. Bu cihetle de Müslümanların arasında bir vahdet (birlik) vücuda gelmiş hepsi de Kurân’ın mübarek nazmından- manasını bilsinler bilmesinler- bir feyiz ve neşve almakta bulunmuştur. Kur’ân’ın tercemesi ise bu vahdeti ihlal eder. Bu feyiz ve tesiri temin etmez.

11- Tercemeler, mahdud bir miktarda kalmayıp teaddüd eder. Bunun neticesinde de muhtelif birbirini nakzeden tercemeler meydana çıkmış olur. İcâz mertebesinde Tevrât ile İncil tercemeleri ortadadır. Bunların bile doğru tercemeleri kabil olmadığına göre, icâz mertebesinde bulunan Kurân’ı Mübîn’in sahih, tam bir tercemesi nasıl vücuda getirilebilir? Artık, bu tercemelerden hangisi tercih edilecek, hangisine sahih nazarıyla bakılacaktır.

12- Terceme-i Harfiyye bir ibdâl’den (bedel-karşılık) öyleyse asıl ile bedel tam birbirinin misli olmalıdır. Bedel aslının muhteviyatını tamâmıyla ihtiva etmelidir. Böyle bir ibdâl ise Kur’ân-ı Kerim hakkında mümkün değildir. Çünkü ne Kurân’a has nazm-ı arabî’nin tam bir nazîri bulunabilir, ne de Kur’ân-ı Mübîn’in ihtiva eylediği manâlar, işâretler başka muâdil bir tabir ile gösterilebilir. Hiç bir icâz hârikasına beşerî ibâreler müsâvî olabilir mi?

13- Ulemâ arasında Kur’ân-ı Kerim’in terceme edilebileceğine kail olanlar var ise onların maksadları bir (Terceme-i  Tefsiriyye)’den başka değildir. Tefsirdeki veya terceme-i tefsiriyyedeki noksanlar nazm-ı Kur’ân’a değil, müelliflerin hatalarına müsamahalarına hamledilir. Çünkü bunlar ile beraber asıl Kur’ân-ı Mübîn de yazılır. Bunları okuyanlar aynı sahifelerde Kur’ân’ın yazılmış âyetlerini de nazar-ı mülâhazaya alarak ona göre mutalâalarına devam edebilirler. Terceme-i Harfiyye’de görülecek bir noksan ise aslından münbais zannedilebileceğinden Kur’ân-ı Azîm hakkında yanlış bir fikre sebebiyet verebilir. Nitekim, pek çok milletlerin ellerinde bulunan Kur’ân tercemeleri böylesine nice noksanları ihtiva etmektedir.

Velhasıl: Kur’ân-ı Mübîn’in bir bedîa-i semâviyye, bir mucize-i ebediyye olduğuna tam olarak inanan herhangi bir insan, terceme-i harfiyye’nin imkânına kâil olmaz...

İlim, Allah el-Müeâl’in ınd-i manevviyyesindedir!...