KÜRESELCİLİĞE KARŞI İSTİKLALCİ MİLLİYETÇİLİK

Abone Ol
Türkiyeli küreselcilerin küreselciliği bu kadar sevmelerinin bir gerekçesi, kişisel menfaatlerini emperyalistlerin menfaatleriyle birleştirmesi, onlarla maddî anlamda işbirliğine girmesidir. Bir başka gerekçesi de bunların çoğunun Türk düşmanlığı histerileridir. Bunlar, ya Türk olmadıklarını söylerler, ya Türk iseler bile Türklüklerinden utanan mankurtlaşmış tiplerdir. Küreselcilik bunlara Türk millî varlığını ve devletini yok etme, Türk ordusunu etkisiz hâle getirme, Türkiye’yi etnik parçalara ayırma imkanı sağlamaktadır. 
Türk düşmanlığına dayalı etnik ırkçılar, amaçlarına ulaşabilmek için küreselciliği bir araç olarak kullanmaktadırlar. Çünkü onların amaçları ile küreselci emperyalistlerin emelleri birleşmektedir. Emperyalist küreselci çeteciler, güçlü bir Türk milleti ve birleşik, dayanışmacı, bütünlüklü bir Türk millî yapısı istemezler. 
Küreselci cerbezelerden, demagojilerden birisi de milliyetçiliğin içe kapanmak olduğu şeklindedir. Bu tamamen yalandır ve insanları aldatmaya dönüktür. Küreselciler, sadece Amerika ve Avrupa Birliği ile tek taraflı kazıklanmaya dayalı küreselci ilişkiye girerler. Milliyetçi ruha sahip Türkler ise sadece batılı ülkelerle değil, bütün dünya devletleri ve milletleriyle eşitlik ve hakkını gasp ettirmeme ilkelerine göre ilişki kurarlar. 
Kendi içine kapanan bir devlet ve millet olmadıkları gibi sadece Batıyla ilişki kurmakla yetinmek de istemezler. Menfaatleri icabı olarak dünyada kim varsa onlarla her türlü münasebete girerler. Giderler gelirler, alış veriş yaparlar, işbirlikleri yaparlar vs. Ama bu münasebetlerde kimseyi sömürmezler ve kimseye kendilerini sömürtmezler, milletin haklarını gavura peşkeş çekmezler. Türk millî kültürünün yok olmasına değil, tam tersine bütün dünyaya yayılmasına çalışırlar. 
Küreselci ibişler, Avrupa Birliği’ne girersek Amerika’yla iyi ilişkiler kurarsak, dinler arası diyalog kurarsak İslamı oralarda da yayarız gibi alakasız bir şeyden bahsederler. Bir defa emperyalist Batı, kurumsal işbirliklerinde hiçbir zaman, gel İslamını bende yay demez, bunun için gerekli olan altyapının kurulmasına da izin vermez. Nitekim Batının bugün İslam karşısındaki sert önlemleri, uygulamaları ve politikaları ortadadır. Onlar o kadar aptal ve enayi değildir. Tam tersine bu tür ilişkilerden Batı, kendi hesabına yararlanmak ister. Yani dinler arası diyalog, Avrupa Birliği üyeliği vs gibi kurumsal yapıları, misyonerlik için kullanabilecekleri bir zemine dönüştürür. 
Nitekim, bu süre içinde meyvelerini de bol bol almaktadırlar. İkincisi, sen İslamı yaymak istiyorsan buna bir mani yoktur. Tebliğ müessesesi, her zaman açıktır. Dinler arası diyalog kurmadan önce de, Avrupa Birliği’ne girmene gerek kalmadan da tebliğ yapılmıştır, yapılmaya devam eder. Buna bir mani yok. Kaldı ki İslam sadece Batıya tebliğ edilecek bir din değil, bütün insanlığa tebliğ edilecek bir dindir. Âlemlere rahmet olarak gelmiş bir dindir. 
Özgüvenini kaybetmiş mankurt küreselci aydınlar, saf ve gafil Türklere mesela şöyle diyorlar: Gelişen bilimsel, teknolojik imkan ve şartlar altında Dünya bir köye döndü, millî sınırlar, devletler, bayraklar, ekonomiler, kültürler artık anlamını yitirdi. İletişim ulaşım imkanları çoğaldı. Bütün dünya birbirleriyle her türlü ilişkiye ve işbirliğine geçti. Bu durumda uygar dünyayla birlikte hareket etmeliyiz, onlarla aynı birlik yapısı içinde yer almalıyız, küreselleşmemiz lazım. Milliyetçilikle dünyada yalnızlığa itilip, dünyadan tecrid edilerek yok olacağımıza küreselleşerek ayakta kalalım. Bizim etimiz ne budumuz ne, dünyaya kafa tutamayız. Onlarla sulh yoluyla anlaşarak geçinebiliriz vs. 
Bu tiplerin en acınası hâllerine Mütareke ve Millî Mücadele döneminde şahit olduk. O zamanın mankurt küreselcileri İngiliz mandacılığı, Amerikan mandacılığı istiyorlardı. Bunların karşısında da Türk milletinin haklarını savunan, bu uğurda gerekirse, ya istiklal ya ölüm diye savaşa atılan milliyetçi Atatürk vardı. Mütareke döneminde ülkemizi işgal eden İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Amerika gibi devletler, birleşik haçlı orduları hâlinde bizi yok etmek, Türk millî varlığını tarihten silmek için gelmişlerdi. Bugün bu devletler, değişik yollardan, diplomasiyle, siyasetle, ekonomiyle, medyayla, kültürle, propagandayla Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik devletleri olarak karşımıza çıkmışlardır. 
Millî Mücadelemiz dönemindeki İngiliz ya da Amerikan mandacıları ile günümüzdeki her ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliğine girmeliyiz, bu yolda onlar ne emir verirse yapmaya hazırız, onlar tekmeleriyle ağzımıza vursa da biz eteklerine yapışıp yalvaracağız ya da Amerika süper devlet, ona karşı çıkamayız, onunla birlikte hareket etmeliyiz deyiciler aşağı yukarı aynı düşünce paralelindedirler. Millî Mücadele döneminin mandacılarının gerekçeleriyle günümüz tam teslimiyetçi küreselci batıcılarının gerekçeleri aşağı yukarı birbirine benzemektedir. 
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını müteakip emperyalist batılı devletler ülkemizi işgal etmiş, bu ortamda Allah’a ve kendine güvenini kaybetmiş bazı mankurt aydın ve siyasetçiler, kurtuluşu hemen bu işgalci devletlerin birinin eteğinin altına sığınmakta yani onun mandaterliğini, onun yönetimi altına girmeyi, yani gönüllü olarak sömürge olmayı kabul etmekte bulmuştu. Hatta Sivas Kongresi’nde bu mandacılar açık açık fikirlerini söylediler. 
Reşit bey gibi bazıları Fransız mandasını istemiş, hatta Fransız Muhipler Cemiyeti kurulmuş. Öte yandan Şahin ve Ahmet Dino gibi bazı kişiler Türk-İtalyan Dostluk Derneği’ni kurarak bunlar da İtalyan mandasını istemişler. Fakat hem Fransız hem de İtalyan mandacıları zayıf kaldılar. Asıl kuvvetli taraf İngiliz ve Amerikan Mandacıları idi. Yani ülke yönetimini İngiliz ve Amerikalılara teslim etmek isteyen teslimiyetçi küreselciler çoğunluktaydı. Bu durum bugün de değişmemiştir.