Çocukluğumdan günümüze hemen her bayram içimi bir hüzün kaplamıştır!... Bu durumun düşündürücü bir yönü de yoktur. Çünkü; hemen, hemen hiçbir bayram param olmamış, yeterince zevkine varamamışımdır. Lâkin, yine de bayramları sevmişimdir. Çünkü, paran dahi olmazsa, bayram yerlerindeki cıvıl, cıvıl oynaşan çocuk ve gençlerin hareketli ve oyuncaklara dahi tesir edebilen neşeleri, sizi kendi halinize bırakmamakta ve lunaparklar’ın kalbine doğru çekmektedir!... 
Evet! 40’lı, 50’li yıllarda bayramlarda, çocuklar ve gençlerin hayatları böylesi bir atmosfer içinde geçmekteydi. Ayrıca aralarında “yardımlaşma” fonu dahi mevcuttu. Yanî hemen hiçbir bayram, kendi gruplarındaki herhangi bir arkadaşlarını, yalnız bırakmaz, nereye gitseler, onun masrafını aralarında bölüşerek, mahrum bırakmazlardı. 
Görülüyor ki, o yılların insanları, günümüzdeki insanlardan çok farklı ve de yaşantılarında yekdiğerine bağlılık hat safhada!... Bu durum niçin böylesine incelik sergileyebilmekte, böylesine güçlü sevgi bağları bütün kötülükleri geri plana itebilmekteydi!.. Niçin böyleydi? Böyleydi zira, insanlarda Allah inancı sağlam, Peygamberlere olan saygı ve sevgileri de kusursuzdu. 
Günümüzde ise, bu ulvi hislerden bir nebze olsun eser kalmamıştır!... 
Gerçi bütün bunlar hemen hepimizin bildikleri klasik deyimlerdir. Ancak, çok yönlü ünlü ses sanatçılarımızdan Ajda Pekkan Hanımın, “Kurban mevzuundaki” eksantrik görüşünü gazetelerde okuyunca ki yaklaşık şöyle buyurmuşlardı: (Kurban Bayramı, kan bayramı). 
Şimdi o ünlü san’atçıya sormak lâzım: “Siz sanatçı değil misiniz?” Dini konular sizi fersah, fersah aşmaz mı!... 
Ajda Hanım! Sizin eleştiri sahanız, san’at âlemidir. İnanç dünyası sizlerin anlayamayacağı derecede, gizemli yönleri olan bir değişik alemdir!... 
Hz. Allah katında, hemen her insan ayrı bir zümrenin mensubu olarak dikkate alınır ve “doğru-eğri yönleri” ölçüye vurularak ona göre ya lehinde veya aleyhinde yargıya varılır. 
Demem odur ki, sizin inançlarınıza göre hareket ederek, dini vecibeler hakkında ileri, geri konuşamazsınız. Çünkü; adına “Hürriyet” dediğimiz nesne, başkasının hürriyet sahasına giriyorsa, bunun adı demokrasi değil, depotizm olur! Lütfen, böylesi konuların tamamen dışında kalın. Çünkü, sizin dünyanız daha ziyade kozmopolit bir felsefeye saygı duyar. Onlar için, san’at alemi, hemen her dünyanın üstündedir ve San’atçı ise mensubu bulunduğu ekolün ürünüdür ve o ürünü, san’at dünyası’nın efendileri dilediklerince kullanır ve posası çıktıktan sonra ise, çöplüğe boylatır... 
Demem odur ki, Ajda Pekkan Hanım, meselenin bu yönünü de düşünmek mecburiyetindedir!... 
Hemen her bayram, tatile çıkan ve yollarda nice kazalara kurban giden insanlarımız ise, her geçen gün daha da artmaktadır. TV’lerimiz ise, mezkûr kazaların haberini geçerken, elinden geldiğince bizleri üzmek için her ne lazımsa yapmakta ve kaza ile alakalı resimleri defalarca ekrana getirerek sözde klas habercilik(!) yapmaktadırlar... 
Hele arife günleri verilen “Hava raporları” gerçekten bahse değerdir: Mesela (Bayramın birinci günü, hava açık olacak ama, kalan günleri fırtınalı ve sağanak yağışlı geçecektir...) Nasıl, bu güzel mi?... Sanki hazret kendisi de Müslüman değilmiş gibi; üzerine basa, basa bayram haftasının bozuk bir hava ile geçeceğini adeta(!) müjdelemektedir ki, çoğu zaman da hava onu aldatmakta ve nice bayram haftaları gayet mükemmel bir hava ile bir çok raporcuyu yalancı çıkarmıştır!.. 
TV’ler, oynattıkları bir çok dizi ile halkın kalbini kazandıklarını sanmakta ve böylece hata üstüne hata işleyerek, bilhassa hanım seyircilerin ilgilerini yitirip, sessizce ikinci plana kaymaktaydılar, ancak bugünkülerin tabiriyle yeni kuşak hanımları, hemen her yeniliğe gözü kapalı evet diyebildikleri için, TV’ler eski rağbetine tekrar kavuşup, malûm icraatına daha cüretkâr bir şekilde devam ettirmeye başlamış ve bu durum günümüzde daha da cüretkâr bir hâl almıştır!.. 
Bizim insanımıza, beleşten yaşamak aşkına, hemen her nevi şaklabanlığı yapabilecek duruma getirilmiştir. İstisnalar kaideyi bozmaz. İnsanımızın muhtelif TV-Programlarına çıkarak, beleş bir nesne elde edebilmek uğruna, zavallı ve acınacak durumlara düşmesi, “Millî Birliğimizin” yarınları hakkında hiç de olumlu sinyaller vermemektedir!... 
MİLLİ BÜTÜNLÜĞÜ SAĞLAYABİLMENİN ALTIN ÖĞÜTLERİ!..
Ülkemiz insanının “Millî Bütünlük Mücadelesinde” neyi ve hangi ölçüyü esas alması icap ettiğini, “Belediye Başkan Adaylarına” (152 sayfalık bir öneri listesi) sunarak, adaylarına yol gösteren bir siyasî partimiz, bu tavsiyelerini sıralarken, Türkiye’miz insanının hangi alanlarda ne derece zayıf olduğunu böylece dile getirmiştir. 
Büyük bir dikkatle seçilen önerilere bakıldığı zaman, bizlerin bilhassa görgü kuralları açısından hâlâ yaya olduğumuzu meydana koymuştur!... Okuyalım ve bizleri idare etmeye aday kişilerin görgü kuralları açısından ne derece yaya kaldıklarını görerek, ona göre bir tutum sergileyelim!.. 
Düşünün adam mektep medrese görmüş ve yetişkin bir fert olarak siyasî bir kuruluşa üye olmuş ve böylece ülke idaresinde ben de varım diyerek, “Belediye Başkanlığı” seçimlerine adaylığını koymuş, koymuş ama, “görgü kuralları” açısından zayıf olduğu intibaını bıraktığından ona “150 sayfalık öneri listesi” sunulmuş. Şimdi bakalım bu listenin temel kuralları nelermiş?... 
1-: Kimseyi bekletmeyin, geciktiğinizde özür dileyin. 
2-: Özel görüşmelere yalnız gitmeyin. Yanınızda bir erkek bir kadın görevli not almalı, 2-3 kişi güvenliği sağlamalı, bu arkadaşlar konuşmamalı, tepki göstermemeli. Ciddi, iyi giyimli bakımlı olmalı. Yumuşak bakışlı, gülümseyen yüzler, nazik davranışlar her saniye oyunuzu arttırır. 
3-: Herkesle tokalaşın; Ne çok kötü arabayla fakirlik edebiyatı, ne de pahalı bir araba ile hava atıyormuş görüntüsü vermeyin. Orta sınıf arabayı tercih edin. Uzun konvoylar seçmeni rahatsız eder. Gereksiz güç gösterisinden öteye gitmez. 
4-: Gülümseyin, herkesle mutlaka tokalaşın. Tokalaşırken muhakkak gözlerinin içine bakın ve elini sıkıca tutmayı ihmal etmeyin. Hanımlarda ise, onların el uzatmalarını bekleyin. Uzatırlarsa kibarca tokalaşın. İnsanlarla konuşurken; gözlerinizi, gözlerinden kaçırmayın. 
5-: İkramları mutlaka tadın. 
6-: Konuşma sırasında ezan okunuyorsa, ara verin. Futbol konuşmayın. Dini konularda espri yapmayın. Azınlıklarla ilgili fıkra anlatmayın. 
7-: Mümkünse diğer parti liderlerini eleştirmeyin. Oy istediğiniz kişi, geçmiş dönem o partiye, lidere oy vermiş olabilir. İktidarı eleştirirken hakaret etmeyin. 
8-: Eleştirileri anlayışla karşılayın. Tartışmaya girmeyin. Terslenen, bağıran, kızanı yanınıza çağırın, yanına gidin. Elini sıkın, gerekirse sarılın. Bağırmak sizi haklı kılmaz, yumuşak ve ılımlı olun.
9-: Koyu renk elbiselerle, koyu renk gömlek giymeyin. Güvenni ve masumiyetin rengi olan beyaz veya çok açık renk gömlek giyinin. Traşsız halkın önüne çıkmayın. “Pazar günleri kravat takmayın.” Seçim boyunca 5-10 toplantıya eşinizle birlikte katılın. Eşinizin görüntüsü açık-kapalı nasıl olursa olsun, kadın seçmen kendisinin önemsendiğini hissedecektir. 
10-: Sadece cenazelere taziyeye gitmekle kalmayın. Doğum ve evlilikleri de kutlayın. Kendi el yazınızla küçük notlar gönderin. 
11-: STK’larla iyi ilişkiler geliştirin. 
12-: İnterneti önemseyin. Sosyal medya, twiter, facebook’ta kendi sayfalarınızı oluşturun. 
13-: Cep telefonunuzu siz açın, aramaları bizzat siz yapın. 
14-: Çevreye zarar verecek malzemeler kullanmayın. 
15-: İyi bir eş, müşfik bir ebeveyn olduğunuzu göstermek için, Pazar günleri ailenizle katılabileceğiniz toplantılar tertip edin. 
16-: Seçmen iletişim merkezlerinde görevli personelin traşlı ve bakımlı olmaları sağlanmalı. Her ziyaret görevli personelin traşlı ve bakımlı olmaları sağlanmalı. Her ziyaretçiye çay, kahve ikramı yapılmalı. 
17-: Basına sitemlerinizi yumuşak bir dille dile getirin. Korkutma, meydan okumadan özellikle kaçının. 
18-: Kapalı alanlarda sigara içmeyin, seçmene sigara bağımlısı olduğunuzu göstermeyin. 
19-: İkramlarda ada, yasemin gibi çayları tercih edin. 
20-: Her gün, 1 veya 2 saat yalnız bir odada hayal kurun sonra çalışın.
21-: Vitamin ve antidepresan desteği alın. 
22-: Başaracağınıza inanın. 
“Azınlıklarla ilgili fıkra anlatmayın” ve “Pazar günleri kravat takmayın” gibi öneriler, nasıl bir düşüncenin ürünleridir bilemeyiz?... Ama, bizlere İkinci Meşrutiyet’ten şu tarihi ve düşündürücü beyanı hatırlatıyor: 
(Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin! Bundan böyle ‘Gavura, Gavur’ denmeyecek!)
Buyurun bir de günümüz dünyasından bir eksantrik haber: (15 Ekim 2013 Salı) – “Milliyet Gazetesi”: (Malezya’da bir temyiz mahkemesi: (2009’da bir alt mahkeme’nin aldığı kararı bozarak, “Gayrimüslimlerin ‘Allah’ sözcüğünü kullanmayacağına” hükmetti.) 
Bu eksantrik haber de bana merhum Ziya Paşa’nın şu uyarıcı vecizesini hatırlattı: 
(Gezdim diyar-ı küfrü, hep kâşaneler gördüm. 
Gezdim mülkü İslâm’ı, hep viraneler gördüm!...) 
Görülüyor ki, sadece İslam dininden olmanın yeterli olmadığı; ayrıca dünya görüşümüzün de kuvvetli sezgileri olması şarttır!... 
Belediye Başkanlığı mevzuatında, Başkanlık namzetleri için hazırlanan önerideki tavsiyeler, “ilk okul düzeyinde” önerilerden ibaret olduğunu görmekteyiz. Bir insan ki, muayyen bir yaşa gelmiş, çoluk çocuğa karışmış olmasıyla birlikte hâlâ örgü kurallarının bu basit akidelerinden habersiz yaşıyorsa, değil Belediye Başkanı, sadece namzet olmaya dahi hiçbir surette hakkı yoktur!
Pazar günleri kravat takılmamasını(!) öneren bir zihniyetten nasıl “Millî Birlik ve Beraberlik” gibi son derece önemli bir duyguya sahip olması beklenebilir ki?... 
Türk adını; “somurtkan, Türk insanı dışında olanları külliyen düşman addeden bir kör zihniyetin sahipleri”, hiçbir zaman değil dünya milletlerini kendi çevresini dahi görememiş, kör kuyunun dışına bir türlü çıkamamıştır!.. 
Ben ve benim gibi düşünenlerin ve de düşündüklerini Türk Milletiyle birlikte yaşayabilmek için kitap ve makaleler yazan sözde “azınlık” mensupları, böylesi durumlarda ruhen üzülmekte ve böylelerinin basiretinin açılabilmesi için hemen her gün dua etmekteyiz!.. 
“Azınlık mensubu olmayan” vatandaşlar, bu durumun Azınlıkları ne derece üzdüğünü ne anlayabilir ve ne de hissedebilir!... Ve de Türkiye’de böylesi dertler var iken, “Pazar günleri kravat takmayın” diyebilenlerin varlığı, böylesi konularda bizler istesek de istemesek de fırsatı buldu mu ön plâna çıkabilmektedir!... 
Ben pek ihtimal vermemekteyim ama, bu konuda otorite addedilen bazı otorite kalemler: “Bütün bunların temelinde; ‘Siyonizm’ faktörü yatmaktadır.” diyebilmektedir!.. 
Temeli eskiye dayanan ve fakat günümüzde de gündemde olup, bilhassa siyasî açıdan değerlendirilen bazı deyimler, günümüzdeki kitaplarda da yer almakta ve ona göre yorumlanmaktadır. Meselâ; MÖ. 551-479 yılları arasında yaşamış ve günümüzde dahi, Çin Milletine yön veren (18 Eylül 2013 Pazartesi) p asırlar öncesinden günümüze, umum insanlığa şöyle buyurmuş: 
1-: Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir. 
2-: İyi insan ancak dünya bütünüyle yaşayan insandır. 
3-: Karanlığa söveceğine, kalk da bir mum yak. 
4-: Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün. 
5-: Bilgi özgüveni, özgüven ise gücü yaratır. 
Saygıdeğer okuyucularım! 
Naçiz makalemin başından itibaren ele aldığım konuların hemen hiçbirisi, bir futbol bahsi derecesinde kıymet taşımaz. Ama biz yine de yazalım, değersiz de olsa, sevgili okuyucularımıza birkaç satır karalayıp, onlarla dertleşebilelim dedim!... 
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile hepinize mutlu tatiller dilerim efendim. Saygılarımla.