Kur’an, kendi kendini himaye edip, koruyor.  Hâkimiyetini, egemenliğini devam ettiriyor.

     Bir şahsı gördüm ki, ümitsizliğe düşmüş! Karamsarlıklar içinde idi. Dedi:  “Âlim ve bilginler; hem kemiyet / nicelik / sayı, hem de keyfiyet / nitelik bakımından sayıları azaldı. Korkarız ki bir zaman gelecek dinimiz sönecek!”

     Dedim: Nasıl kâinat / evren söndürülemezse. İslâmın iman ve inancı da sönemez. Üstelik, zemin yüzüne çakılmış çiviler hükmünde olan İslâm unsurları, mevcudiyetlerini her an koruyorken.

      İslâmı temsil eden semboller, minareler, cami ve mescitler, din kitapları mevcut oldukça, İslâmiyet; sürekli olarak parlamaya devam edecektir.

     Her bir mabet / ibadet edilecek her yer, bir muallim / öğretmen olmuş. İçerdiği İslâmî özellikleriyle, mizaç ve kabiliyetlere ders veriyor. Din ve imana ait her türlü bilgiler de birer üstat olmuşlar; hâl dilleriyle dini telkin ediyor / din gerçeklerini anlatıyorlar. Hatasız, hem de unutmadan unutturmadan.

     Her bir şeair / İslâmî semboller; bir bilgin, mâhir birer hoca ve öğretmen hükmündedir. Asırların geçmesi, zamanın sürekli oluşu sebebiyle, İslâm ruhunu durmadan nazarlara ders veriyor.

      İslâmiyet nurları, şeair / İslâmî semboller sanki cisimlenmiş. Sanki maddî bir hal almış.  Güya İslâmiyetin saf, temiz suyu ibadethaneler içinde, birer iman sütunu / direği olarak donmuş bir durum arz ediyor.

     Din ve imana ait meseleleri, bilgileri içeren İslâm hükümleri, sanki şekillenmiş bir halde.   İslâmiyetin erkânı / rükünleri / temel meseleleri; dünyada birer elmas sütun / elmas direkler hükmündedir. Kaldı ki  zemin ile gökyüzü de onlarla bağlıdır.

     Özellikle beyanı muciz bir hatip olan Kur’an, ezelî  bir hutbe olarak İlâhî gerçekleri tekrarlayıp duruyor. O kadar ki, İslâm dünyasının dört bir köşesinde hiç bir köy, hiçbir mekân bu kutsal çağrıdan mahrum ve yoksun olmamıştır.

     Nutkunu / hitabını, konuşmasını dinlemeyen, talim ettiğini, öğretmek istediğini işitmeyen kimse kalmamıştır. Nitekim:

     “İnna lehu lehafizune.” / “Onu koruyucu olan da biziz.” (Hicr : 9) âyetinin sırrı ile, Kur’anı korumanın bir yolu olan hafızlık pek büyük bir rütbedir. Tilâvet / Kur’an’ı okumak ise, ibadet hükmündedir.

     Bütün bunlardan ötürü, içindeki talim / öğretim, eğitim, ve müsellematı / doğruluğu ve kesinliği herkesçe kabul edilen esasları hatırlatmak kâfidir. Kaldı ki, zamanla tekrarlanan nazariyat / teori ve görüşleri müsellemat şeklini alır. Sonra bedihiyata / delil ve ispata gerek kalmadan herkesçe kabul edilen gerçeklere döner. Böylece daha fazla açıklamaya lüzum kalmaz.

     Din zaruriyatı / temel kuralları, nazariyattan / teori ve görüş olmaktan çıkıp zaruriyat olmuştur. Tezkir / hatırlatma ise kâfidir. İhtar / şiddetle hatırlatma ise vâfi / yeterlidir. Hem de Kur’an şâfidir / her dem şifa vericidir.

     Kuran yaptığı ihtar ve hatırlatmalarla İslâmî ikazın, hem toplumsal uyanışın her birine; umuma / genele ait olan delil ve ölçüler veriyor.

     Madem içtimaî / sosyal, toplumsal hayat İslâm âleminde başlamıştır; her bir Müslümanın imanı kendine mahsus  delil ve kanıta bağlı değil, bir de vicdana dayanır.

     Belki cemaatin kalbinde sınırsız sebeplere de dayanır. Hatta üzerinde durmaya değer bir husus daha vardır: Bağlıları az, düşünce ekolü bir mezhebin; zaman geçtikçe, iptali / ortadan kaldırılması zor olur. 

     Nerede kaldı ki İslâm vahiy ile fıtrat / yaratılış gibi  iki  sağlam esasa  dayanmıştır, nice asır hükmünü her yerde geçerli kılmıştır.

     Sağlam esaslarıyla, apaçık eserleriyle dünyanın yarısıyla kaynaşmış, bir fıtrî / yaratılışa uygun bir ruh; nasıl kararmaya, sönmeye yüz tutar? Asla sönmesi mümkün ve olası değildir. 

     Fakat, üzülerek ifade edelim ki, bazı zevzek / geveze kefere, saçma sapan sözler sarf eden adamlar; şu yüce sarayın sağlam esaslarına imkân buldukça ilişir olmuşlar!

     Belki onları deprettirir / sarsar. Fakat esaslara ilişemez, onlarla oynayamaz. 

     Sussun şimdi dinsizlik; zaten iflâs etti o teres / o şerefsiz. Yeter inkar tecrübesi ve yalan yanlış  ettikleri iddia ve savlar.

     İslâmiyet ruhuyla aydınlanmış kalpler; çok dayanıklı olmalı, çok uyanık bulunmalı; imanın yeri kalptir. Dimağ / beyin ve akıl ise oluyor iman nurunun yansıdığı yer.

      Dimağda vesvese ve kuruntular, hem pek çok ihtimal / olasılık ve olabilirlikler kalp içine / insanın maneviyatına girmezse; sarsılmaz iman ve hakkı kabul duygusu olan vicdan.

     Yoksa bazıların zannettiği gibi, iman dimağda / beyin ve akılda olsa, imanın ruhu, hakikati olan hakka’l-yakîne / hakikatine ererek, yaşayarak görmesine; çok ihtimaller / olasılıklar olur birer insafsız, amansız düşman.

     Kalb ile vicdan, imanın mahallidir. Hads / sezgi ile ilham / Allahın kalplere gizli hatırlatması, imanın delili. Bir altıncı his olup, imanın yoludur. Fikir ile dimağ / beyin ve akıl, imanın bekçisi ve koruyucusudur.