Kur’an yazılarında, Kur’an için dile getirilenler hakkında : “Bürhan ve delilinize şekk-i itiraz / itiraz şüphesi geldikçe, iman ve inancınız sarsılmaz mı? 

     “Bu ma’reke-i evham / kuruntu ve vesveselerin çarpışma yeri olan istidlâliyatla / delile dayanarak, sonuç çıkarmakla taharri etmek / araştırmak zarar vermez mi?” Diye sorulacak olursa deriz ki:

     Eğer netice; bürhan / delil ile bağlı, onunla ikame / meydana konmuş ve ispat suretiyle olsa; tahakkuk-u hakaika / gerçeklerin meydana çıkmasına ölçü olarak; adem-i delilden / delilsizlikten adem-i medlûlü / ispatlanan, kanıtlanan şeyin yokluğunu tevehhüm / vehm etse, kuruntuya kapılsa zarar olur. Halbuki, iman incecik bir bürhan ve delile yüklenmez. 

     Belki öyle bir hadse / sezişe bina ve istinat eder / dayanır ki; o hads / sezgi öyle menabiden / menba ve kaynaklardan kuvvet ve öyle maadinden / madenlerden ışık alır ki, söndürülmesi, kâinatın söndürülmesi demektir ki bu da imkânsız.

     Birinci Menba: En azîm / en büyük icma / görüş birliğinin sırrını ve en vâsi / en geniş tevatürün / doğruluğuna güvenilen haberlerin mânâ ve anlamını tazammun eden / içeren, milyonlar ehl-i hakikatin / hakikat ehlinin / inançlı âlim ve bilginlerin ittifakı / aynı fikir ve görüşte birleşmeleridir.

     Sırr-ı icma / âlimlerin aynı konuda aynı kanıya varmaları ve tevatür / güvenilirlik noktasından tecelli eden / kendini gösteren, ortaya çıkan bir hads-i mukni / kesin bilgi ile, o netice zihinde karar kılmıştır.

     Zira her bir muhakkikin / araştırıcı âlimin bir bürhanı / delili var. Ve o bürhanın / delilin mahiyeti / keyfiyet ve niteliği teşhis edilmese / ne olduğu anlaşılmasa da, vücudu / varlığı kat’iyen / kesin olarak bilinir.

     Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki, milyarlar bürhan ve delil iplerinden teşekkül etmiş / meydana gelmiş şu habl-i metîni / Kur’an denen sağlam ipi kesebilsin? 

     Çünkü: Vahdete / Allah’ın Bir ve Tek oluşuna dair şu neticeyi; hasra gelmez, sayısız tahkik ehlinin / araştırıcının her biri, bir bürhan ve delil veya deliller ile hakikat olarak görmüşler. 

     Demek, onların bütün bürhan ve delilleri sarsılmaz birer bürhan ve delildir. 

     Çünkü o bürhanları / delil ve kanıtları tanımasa da, var oluşlarını bilir. 

     Zira onlar, hads ve sezginin zengin bir menbaı / kaynağıdır.      

     İkinci Menba: Kâinatın bütün şehadatı / şahitlik ve tanıklıklarıdır.

     Üçüncü Menba: Vicdan / iyi, doğru ve güzeli bulma duygusundaki fıtrat / yaratılış göstergesidir.

     Bunlar gibi daha çok menba ve kaynak var. 

     İşte bu hads ve sezgi, bütün menabii / menba ve kaynakları söndürülmezse, sönmez.

     Şüphe, bir delili, yüz delili atsa da, medlûle / ispatlanana iras-ı zarar edemez / zarar veremez. 

     Çünkü o kubbe-i âliye / yüksek kubbe; yalnız bir direk üstünde kaim / durucu değil.

     Zihnin cüz’iyeti / azlığı hasebiyle, müşteri / istekli ve talip nazarıyla ispatına çalışmak hatar / tehlike. Belki bu istidlâlat / delil ve şahitler ve berahîn / bürhan ve kanıtların vazîfe ve görevi menfî / olumsuz; matlabı / isteği tavzih eder / açıklar. Tasfiye eder / saflaştırır. Bazen de takviye eder / kuvvetlendirir.

     Tetkik / araştırma iki çeşittir: Biri gittikçe, nûr üstüne nur olarak, tenevvür eder / parlar. Diğeri gittikçe şübehat zulümatına / şüphe karanlıklarına düşer. Meselâ, bir tatlı suyun menbaı / kaynağı var. O menbadan binlerce cedavil ve cedvellerden / su yollarından şubeler ayrılarak çok yerlerde dolaşıp, başka su yollarıyla bulaşmış olsun.

     İşte bir adam menbaı gördü, tattı; hakkalyakînle / kesin bir şekilde tatlılığını anladı. Teşaubat / şubeleşme ve kollara ayrılmanın yakınlığını derk etti / anlayıp kavradı. Sonra hangi su yoluna, yahut herhangi bir kol ve bölümüne rastgelse, pek az bir emare / alâmet; tatlılığına dair ona kanaat verir; tâ aksi, kat’î / kesin bir delille tebeyyün edinceye / belirinceye kadar. O vakit “Başka madde karışmış” der. Ancak bu çeşit bir nazar ve tetkik; Kur’an ve hakikatine, imanın kuvvet, inkişaf ve gelişmesine yardım eder.