Hem Ulûhiyet ve İlahlığın haşmetli, görkemli azamet ve ihtişam ve büyüklüğünün haysiyet ve münasebetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere ve haberleşme mecmuasıdır.

Hem İsm-i Âzamın, Cenabı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânaca diğer isimleri kuşatmış olanının muhit ve mahallinden nüzulle / inerek Arş-ı Âzamın, Allahın büyüklüğünün tecellî ettiği yerin bütün muhatına / kapsam ve kuşatıcılığına bakan, teftiş eden ve denetleyen, hikmet-feşan / hikmet yayan mukaddes, kutsal bir kitaptır.

İşte bu sırdan ötürü, Allahın kelâmı / sözü anlamına gelen “Kelâmullah” unvanı / sanı kemali liyakatle / tam bir lâyık oluşla Kur’ana verilmiş. Daima da veriliyor. Kur’andan sonra diğer enbiyanın, peygamberlerin kütüp / kitapları ve suhufları / sayfaları derecesi gelir.

Diğer sonsuz İlahî kelimelerin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüzî bir isimle ve has bir Rububiyet ve Rablıkla ve mahsus bir saltanat ve hususî bir rahmetle zahir olan / görünen ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânalar suretinde bir mükâleme / karşılıklı konuşmadır.

Melek ve beşer yani insan ve hayvanların ilhamları, külliyet / kapsamlı oluş ve hususiyet itibariyle çok çeşitlidir.

Kur’an, asırları çeşitli bütün enbiyanın kitaplarını, meşrep, usul ve metodları muhtelif / çeşitli bütün evliyanın risalelerini, meslek ve yolları farklı bütün asfiyanın yani Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takva sahibi insanların eserlerini; özet olarak içeren kutsal bir kitaptır.

Kur’anın altı yönü parlak ve evham / vehim ve kuruntulardan uzaktır. Şüphelerin zulümat ve karanlıklarından musaffâ / arınmış ve safileşmiştir.

Kur’anın dayanak noktası bilyakîn / şüphesiz vahyi semavîdir. Allahın Peygambere vahyettiği, kalbine koyduğu şeydir. Kelâmı ezelîdir. Ezelî sözdür.

Kur’anın hedef ve gayesi, görüldüğü gibi ebedî saadet, sonsuz mutluluktur.

Kur’anın içi apaçık, hâlis, saf ve katıksız hidayet yani doğru yoldur.

Kur’anın üstü, zorunlu olarak, ister istemez imanın nur ve ışıklarıdır.

Kur’anın altı, ilmen sâbittir, bilinir ki delil ve burhandır.

Kur’anın sağı, tecrübeyle anlaşılmıştır ki, kalb ve vicdanın teslim olduğu şeylerdir.

Kur’anın solu, gözle görünür kesinlikte akıl, iz’an ve idraki etki altına alacak şekildedir.

Kur’anın meyvesi, yaşanmış bir kesinlikle Rahmet-i Rahmândır. Rahmeti sınırsız Allahın şefkat ve merhametidir. Kur’anın meyvesi; dâr-ı cinân / cennet yurtlarına kavuşmaktır.

Kur’anın makamı ve revacı, kıymet ve değeri -doğru bir sezgiyle- şudur ki: Kur’an Cin, İnsan ve Meleklerin kabul edip beğendikleri, makbul buldukları semavî bir kitaptır.

İşte Kur’an böyle bir semavî, İlahî kitaptır.

Bunun içindir ki denilmiştir:

“Elde Kur’an gibi bir Mûcize-i Bâkî varken,

Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.

Elde Kur’an gibi bir burhan-ı hakikat varken,

Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?”

Demek isteniyor ki bu veciz beyitlerde değerli okur:

“Elde Kur’an gibi devamlı ve kalıcı bir mucize varken,

Başka delil aramak aklıma lüzumsuz görünür.

Elde Kur’an gibi gerçek bir delil varken,

İnkârcıları susturmak için gönlüme sıkıntı mı gelir?”