İşte bu gayb hazinelerinin miftah ve anahtarı Kur’an’da vardır. O’na lâyık şekilde Kur’anın kapısını çalanlara bu sır verilmekte, kişi ve kullar, esrar ve sırlara hemdem olma imkânına kavuşturulmaktadır.

Kur’an, âlemi şehadette, görünen âlemde; âlemi gaybın, görünmeyen âlemin lisanı ve dilidir.

Daha bu dünyadayken, şu maddî evrendeyken, görünmeyen fakat varlığı kesin olan; mahiyet ve içyüzü, ancak Allah tarafından bilinen başka dünyalardan bahseder Kur’an bizlere.

Kur’an, şu şehadet / görünen âlem perdesi arkasında olan gayb / görünmez âlemin cihet ve tarafından gelen ve Rahman olan Allahın sonsuz merhamet, iltifat, lütuf, ilgi ve yardımlarının hazinesidir.

Kur’an, Sübhan olan Allahın ezelî hitaplarının hazinesidir. Yani kusur ve aczden yüce olan Allahın ezelî konuşmalarının mahzenidir.

Çünkü Kur’anı azîmüşşan, Rahman olan yüce Allahın, öte âlemde, âhirette ebediyyen devam edecek olan, maddî-manevî lütuf, ihsan ve keremlerinden sitayişle, övgüyle bahsedip, söz eden bir müjdeler hazinesidir.

Ganiyyi Mutlak olan Allahın bitmez tükenmez hazinelerini, kullarının âdeta başından aşağı boca edeceği ve zaten her an ettiği ve etmekte olduğu ihsan ve vergilerden bahseden bir hazinedir.

Kur’an ne değil ki aziz okur! Kur’an bir şey değil her şey!

Büyüklük zâtını vasfedip nitelemekte küçük kalan yüce Allahın tenezzülü ilâhî ile, kulun anlayabileceği bir üslûp ve tarzda onun seviyesine inerek, kuluna ettiği bin bir çeşit hitap edişler manzumesidir; şu Kur’anı Mecîd a dostlar!

Kur’an şu İslâmiyet âlemi mânevîsinin, mânevî âlem, mâna ve anlam yumağı olan İslâmiyetin güneşi, temeli, hendesesi ve plânıdır.

Evet İslâmiyet mânevî âlemdir. Mâna âlemidir. Kur’an bu mânevî, bu mâna âleminin güneşidir. Temelidir.

Kâinat, Kur’anın mânasına kılıf olmuş. Kâinat zarf, Kur’an mazruf yani zarflanan yani büyük kâinat insanının ruhu. Fakat ruh, bedene hâkim olması hasebiyle de, bu defa kâinat mazruf; zarflanan, kılıflanan ve hıfz ve muhafaza altına alınandır.

Ruh ise kucaklayıcı bir mâna kılıfıdır. Demek ki bazan kâinat zarf ve kılıf oluyor. Kur’andan neş’et eden, çıkan mâna âlemi ise mazruf, zarflanan ve kılıflanan oluyor.

Bazan da oluyor ki, Kur’an güneşinin aydınlattığı İslâmiyet yani manevî âlem zarf oluyor; kuşatıcı ve koruyucu oluyor. Kâinat ise mazruf, zarflanan kılıflanan, koruma altına alınan olarak karşımıza çıkıyor.

Bazan öyle bazan böyle, fakat ne şekilde olursa olsun, madde ve mâna, kabuk ve öz; birbirisiz olamıyor. Birbirisiz sağlam kalamıyor. Âdeta et ile kemik gibi birbirine muhtaç oluyor.

Kur’an öyle mânevî bir güneş ki, hem insan bedenine nefes aldırıyor, hem de insan ruhuna. Tabii aynı şekilde hem dünyanın, kâinatın maddesini aydınlatıp bize yorumluyor. Hem de manasının ne anlama geldiğini söylüyor.

Vahiy olan Allah kelâmı, Allah sözü olan Kur’anla Allahın yer ve semaların nasıl nûru olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Kur’an uhrevî, ahiret avalim ve âlemlerinin mukaddes ve kutsal haritasıdır.

Harita, âdeta minyatür bir âlemdir. Haritayla, bir yerin tamamına kuş bakışı topluca bakabilmiş oluruz. Topluca ana hatlarıyla orayı temaşa etmiş olur. Bu bizde uzaktan seyrettiklerimizi yakından görme istek ve arzusu verir.

Üstelik elimizde harita da vardır. Nereye nasıl gideceğimizi göstermekte, nerede nasıl kalacağımızı ve orada ne bulacağımızı bize belletmektedir.

İşte Kur’an öte âlemlerin, bilinmez yerlerin haritasını sunmakta bizlere. Gayrete getirerek bizleri. Oralara nasıl, ne şekilde erişebileceğimizi serer gözlerimizin önüne, ötelerden haber verir bizlere. Göreyim sizi, yol bulun kendinize der. Sanki hadi uğurlar olsun sizlere söyler.