Her âyet, mânevî bir mücevher kutusu. Bu durumda her sûre mânevî bir mücevher sandığı. Tüm Kur’an ise, tabii ki mücevherlerle dolu sandıklar hazinesi.

     Evet, Kur’an bir çiçekistan / bir çiçek diyarı. Her sûre, o bahçenin kısımları, her âyet ise bu kısımların bölümleri.

     Kur’an denen manevî bahçeden etrafa rayihalar, hoş mânâ kokuları saçılır. O bahçeye giren bir daha çıkmak istemez.

     Hakikat ve gerçeklerden mânen mest olur, kendinden geçer. Yükseklere, İlahî huzura doğru  kanat açar. Yükseldikçe yükselir.

     Kur’an âyet ve cümlelerinin derinliklerine inmek, onun mânâ enginliklerinde dolaşmak; Kur’an fezasında tayeran etmek / uçmak demektir.

     Merak ilmin hocası. Öyleyse en çok Kur’an’ı merak etmeli, onu bilmeli, onu tanımalı ve onu sevmeli. Onda yok olmalı. O’nun mânevî huzuruna çıkmalı, mânevî havasını teneffüs etmeli / içine çekmeli. Doyumsuz hazzına ermeli.

     Kur’an’a ehl-i tahkik / tahkik ehli, araştırıcı olarak girmeli. Kulağımızı ve gözümüzü dört açmalıyız. Çünkü âyetlerin mânâları; nazara çarpan, kulakda yankılanan, insanı aydınlatan; ilk bilgi, huzme ve şualardan ibaret değil.

     Zira bir âyeti anladığımızı sanırken karşımıza, kendilerinin de anlaşılmaları gerektiğini ima eden, daha birçok meçhul tarafları çıkıverir.

     Âdeta, beni de anla, benim de farkıma var diyerek, dört bir yandan dikkatimizi çekmeye çalışırlar.  

     Suyu çekilen kuyu misali, başka mânâ ve anlamlar dibinden kaynadıkça kaynar, coştukça coşar. Bizleri ilmin serinliği ve mânâ gölgelerinde misafir ederek; dur bakalım bizde daha neler neler var derler.

     Evet, her âyet bir mânâ hazinesi. Her sûre ise âyetlerden oluştuğuna göre, demek ki, Kur’an hazineler hazinesi be dostlar!

     Hakikaten her sûre; âyet hazînelerinden oluşan muazzam / çok büyük bir hazîne. Daha doğrusu hazineler hazinesi.

     Böyle olmasa, Kur’an mânâlarını yazmak için; denizler ve okyanuslar dolusu mürekkebe, ağaçlar sayısınca kaleme ihtiyaç duyulur mu?

     Kaldı ki, mânâları yazmak için mürekkeb biter, kalem kurur, yine de Kur’an’ın / Allah’ın kelâmının mânâları bitmez. İnsan olan insana: “Hel min mezîd?” / “Daha yok mu?” dedirtir.

     Okuyalım. Hep okuyalım ve anlamıya çalışalım derken, anlamadıklarımızı boşuna okumuşuz diye, sakın ola ki, pişmanlık belirtileri göstermiyelim. Çünkü anlamasak da lâtifelerimiz / çok ince, hassas ve kalbe bağlı duygularımız istifade  eder.

     Nasıl ki, kitabı anlamak için yazarı, yaratılmışı anlamak için Yaratanı tanımak gerekiyorsa, Kur’an’ı lâyıkıyla anlamak için de, her şeyden önce, Kur’an’ı vahyedici olan Allahı tanımak, bilmek; onu her şeyden çok sevmek icab eder. 

    Çünkü gönderdiği Kur’an; insandaki bütün duyulara seslenir. Hemen hepsini tatmin ve ikna eder, rahatlatır. Aradıkları cevabı verir.

    Çünkü bilelim ki, istikbal ve gelecekte hüküm sürecek ve her kıt’ada mutlak hakim olacak; yalnız İslâmiyet hakikati ve gerçeğidir.

    Öyleyse, geliniz, ona tarziye verelim. / 

    Pişmanlık duyduğumuzu anlatarak özür dileyelim. 

    O’nu kendimizden râzı edelim. 

    El birliğiyle sadakat elimizi uzatalım / 

    O’na kalben bağlılığımızı, samimî dostluğumuzu sunalım. 

    İçten vefakârlığımızı / ahdimize sâdık kaldığımızı gösterelim. 

    Onun hablü’l-metînine / sağlam ipine, sımsıkı sarılalım be dostlar!