Hürriyet Hanım merhaba sizi tanıyabilir miyiz?

Sizlere de merhaba. 1960 senesinde Ankara doğumluyum. Eski İstanbullu bir ailenin kızıyım. Mevlevi Zekai Dede Efendinin torunlarından biriyim. 200- 300 yıllık bir soyacağımız vardır. Mevlevi kökenli bir aileyiz biz. Tasavvuf felsefesinin içinde büyüdüm. Mevlevi kökenli olmaktan dolayı böyle yetiştirildim. Çok güzel bir aileye konuk olduğumu düşünüyorum, bu dünyaya gelişte. Çünkü nefis bir annem ve nefis bir babam vardı. Çok eğitimli, çok bilinçli insanlardı. Farklılardı ve o farklılıklarının farkında değillerdi. Ya da farkında olduklarının ben farkında değildim. Güzel yetiştirildim. Çocukluğumdan beri farklı meraklarım oldu. Mesela, çocukluğum boyunca ölümün ne olduğunu çok merak etmişimdir. İnanılmaz resimler yapmışımdır. Okulda arkadaşlarım derste yazı yazarken, ben okuma yazmayı biliyordum tahtaya yazı yazmak için çağrıldığımda ben tahtaya deniz kızı çiziyordum. Öğretmenimiz matematik dersi öğretirdi. Sorduğu soruların yanıtlarını bilirdim, çözümlemesini yapabiliyorum ama o matematiği yazdırırken ben roman yazıyordum. 

“İlk romanımı 9 yaşında yazdım”

9 yaşındaki bir çocuk için o kadar büyük bir şeydi ki, şimdiler de ergen yaş sınırlamasında olan çocuklar için o zamanki kitabımı yayınlamayı düşünüyorum.

Çocuklarınızdan bahseder misiniz?

Bir kız, bir oğlan olmak üzere iki çocuğum var. Bir kız bir oğlan olmak üzere de iki torunum var. Çocuklarımla aramda yaş farkım çok az. Oğlum, oyuncu ve opera solistiydi. Daha sonra oyunculuğu seçti. Şimdilerde tiyatro oyuncusu ve opera solisti olarak meslek yaşamına devam ediyor. Aynı zamanda ders veriyor. Çok iyi piyano çalar ve çok güzel sesi vardır. Kızım ise iki ayrı üniversitede eğitim kariyeri yaptı. Hem fabrika hem işletme müdürüydü kimya sektöründe. Ardından evlenip çocuğuna bakmayı tercih etti. Aslında anne olma konusunda benim kadar erken davransaydı, Şu anda torunumun çocuğunu sevme şansım olabilirdi. 

"Kızım şuan 35 yaşında ikinci çocuğunu dünyaya getirmeye hazırlanıyor. Ben 16 yaşında çocuk doğurdum. Kızımın 16 yaşında çocuğu olsaydı, torunum olduğunda ben 33 yaşında olacaktım. Torunum 16 yaşında evlenseydi torunumun çocuğu, torunumun torununa doğru gidiyorduk..."

Bu dünya da yaşamakta kısmetin ötesinde nerede, ne zaman karşımıza ne çıkacağını bilemiyoruz. İnşallah sağlıklı bireyler olarak ayakta yaşayıp ayakta ölmek hepimize nasip olsun. Çok fazla dünya da kalmaya da inanmıyorum aslında. Ve çok gerekli olduğunu düşünmüyorum. Fakat biliyoruz ki, İnsanlar vadesi kadar dünya da kalmak zorundalar. Durdurun dünyayı inecek var diyemiyorsunuz. Herkesin bir görevi var ve herkes o görevini tamamlamak için geliyor diye düşünüyorum. 

Çocukluğumdan beri hep sanatçıydım. Benim dönemlerimde 7- 8 yaşında okula alınıyorduk. Ben 5- 6 yaşındayken okula gidiyordum. 2x2'nin 4 ettiğini öğrendiğimiz zamanlarda ben çarpım tablosunu bildiğim için o ara da deniz kızı yapıp kendime eğlence yaratıyordum. Bütün arkadaşlarıma da kağıtlardan objeler yapardım. Hiç unutmam sevmediğim bir arkadaşım vardı sınıfta onu hiç sevmediğim için ona yaptıklarımı vermiyordum. O da sürekli ağlardı. Babası Meclis Başkanıydı ona şikayet ederdi. Küçüklük işte...

Önce el işleri ile başladı yaptıklarım. Sonra 9 yaşındayken kitap yazmaya başladım. Daha ileriki zamanlarımda sahneye çıktım. Zekai Dede Efendi’nin torunu olduğum için çok şanslıyım. Önemli sanatçılardan Türk Sanat Müziği eğitimi aldım. 

Mesela Safiye Ayla gibi. Safiye Hanım çok az öğrenci yetiştirmiştir. Ahmet Irsoy yani Zekai Dede Efendi'nin oğlu esas Türkiye'de müziği notaya döken, konservatuvarları ilk kuran kişidir. Onun eserlerini bir tek Safiye Ayla söylerdi ve bende torunu olduğum için babam beni götürmüştü çalışmalarına. İlk dersimiz Sayfiye Ayla, Rüştü Şardağ, Yılmaz Yüksel, aynı zamanda Rüştü Şardağ ve Yılmaz Yüksel Sezen Aksu'nun da geçtiği İzmir Sanatçılar Derneği’ndendiler. Ben de o derneğin üyesiydim. Açıkçası hayatımın her evresinde sanat vardı. Dans ettim. Dans etmeyi severim. İnsanların hislerini vücutlarına aksettirdiklerini düşünürüm. Hiç bir zaman prova yapmadım dans ederken çünkü hissettiğimi vücuduma aksettirerek kullanırdım.

Sanat adına resim yapabilirim. Heykel yapabilirim. Çünkü sanat yalnız gezmez. Yanında yandaşları vardır. Benim esas profesyonelliğim roman yazmaktır. 



Bizler de sizi kitaplarınızla tanıyoruz. Kitaplarınızdan bahseder misiniz?

Ben biraz nazlı biriyim. Nazlıyım derken, Türkiye'deki okuma oranının düşüklüğü ve bir çok sebep var ki aslında her kitabımız bizim çocuğumuz. Bizler her kitabınızda bir çocuk dünyaya getiriyoruz ve o çocuğumuzun emin ellerde olmasını istiyoruz. Çocuğunuzu evlendirdiğiniz zaman gelininizin ya da damadınızın gerçekten mükemmel insanlar olmasını istersiniz. 

Ama ne yazık ki acizlik içindeki yayın evleri bile sizin çocuğunuza sahip çıkamıyorlar. Dolayısıyla bu bende küskünlük yaratıyor. O küskünlük nedeniyle mümkün olduğunca az yazmaya çalışıyorum. 

Mesela kafamda bitmiş olan en az 7 romanım var şu anda. 

Ağustos ayında  tahmin ediyorum bir kitabım çıkmayı bekliyor. Şuan Puslu Yayıncılık ile çalışıyorum. 

Yayınevimden memnunum ama yayınevi sahibimin beni şımartmasını isterim. Yeni romanım için imza atmadım. Buradan duyurulur.

Astrolog arkadaşlarımın önerisi ile bugünler de değil ama Ağustos'un 5'inde bu kitabımın çıkmasını istiyorum. Hem kitap fuarına yetişmiş olacak hem de basın lansımanına çıkmış olacak. Adı da, "Aşk Romanı" 

Aşkla ilgili bir kitap. Ben genelde daha hayatın içinden macra türleri yazan biriyim. Merak etmeyin, tek başına bir aşk değil. Bir kaç aşk ve üstüne üstelik yakın dönemi ele alan bir kitap olacaktır. Hepimizin yaşadığı bir çok olayı da içinde göreceksiniz. 



Çok keyifli olacağına eminim belki daha sonra bir senaryo haline geçebilir mi, bir dizi olabilir mi? 

O kitabı yazarken hep film olarak izledim. Sahneleri izledim. İçinde bir olay var. Çocukken bizlere bir yaramazlık yaptığımızda "Yapma, taş olursun" derlerdi. Taş olursun lafının nere den çıktığını öğrendim. Tokat Niksar'da Satiye Kayası diye bir yatır var. Efsanesine göre, Danişment Gazi Niksar'ı Bizanslıların elinden kuşatmasında büyük bir savaş oluyor, Niksar Ovasında. Ve Danişment Gazi'nin ordusunda Satiye ile Kaya adında ikiz kardeşler var. Bunların güzelliği de dillere destan. O kadar güzeller ki sarışın ve renkli gözlülermiş güneş gibi parlarlarmış. Bizanslılar kuşatmışlar ve savaş zamanı vahşet zamanı bilirsiniz, biri erkek diğeri kız bu kardeşlerin öyle zor durumda kalmışlar ki, "Allah'ım bizleri kaya yap taş yap kafirler ellerini bize sürmesin" diye dua etmişler. Ve orada taş kesmişler. İnanılıyor ki, çocuğu olmayan kadınların onların mezarlarının etrafında gezdirildiği zaman çocuğu olduğuna inanılırmış. Onun da bir ritüeli var. Çok etkileyici bir roman olacak. Çok ilgi göreceğine inanıyorum. Bu efsane büyüleyici bir olay.  Zaten Niksar büyüleyici bir yer.  Oraya gittiğimde efsaneyi yaşıyorum gibi oldum. Mesela bir film izlediğimde o savaş sahnesini görüyorum. Hatta filim olabileceğini çok düşündüm ve oyuncularını bile zihnimde tasarladım. Başrol oyuncusundan figüranlara kadar bir çok kişi zihnimde oynuyorlar. 

Dizi olayını bilemiyorum ama romanımın çok iyi bir film olacağını düşünüyorum. Belki filmden sonra bir dizi olabilir, onu da bilemiyorum. Ama filmin muhteşem olacağını hissediyorum.



Siz bu kadar donanımlısınız, dolusunuz zaten tasavvuf eğitimi ile yoğrulmuşsunuz. Bunlar kitaplarınıza da geçiyor. Elimde olan kitabınızdan bahseder misiniz?

Aslında bir roman yazarından beklenen bir şey değil, o bir düşünce kitabı. Ben bütün bilim, ilim insanlarına seslenmek istiyorum. Lütfen egolarınızı bir yana bırakın. İlk ilimden, ilk bilimden itibaren bütün bilimsel araştırmaları ve bulguları lütfen birbiri ile karşılaştırın ve buna dili de dahil etmek üzere söylüyorum. Lütfen birbirine yapıştırın. Hikayenin ne olduğunu görün. Çünkü insanlar farkına varmadan etrafındakilere karşı kendilerini çok önemli ya da çok önemsiz zannediyorlar. Halbuki ne çok önemliyiz sandıkları kadar, ne de önemsiziz düşündükleri kadar. Bu dünyayı çok önemli zannediyorlar. bu dünyanın sonrasında hop diye cennete yada cehenneme atlayacağız sanıyorlar veyahutta hiç bir şey olmayacak sanıyorlar. Neyin olup neyin olmadığını bilirsek daha bilinçli olabiliriz. Daha efendi olabiliriz. atom bombaları üreteceğinize yapıştırın bilgilerinizi. O kadar güzel o kadar enteresan şeyler gözünüzün önüne gelecek ve gerçekleri o kadar güzel göreceksiniz ki, şaşıracaksınız. Bunlar Kuran'da yazıyor. Peygamberler bahsediyor. Ama farklı farklı şeylere yorumlamak durumunda kalıyorlaralbuki gerçekler tabak gibi duruyor. bilimsel olarak kanıtlanmış gibi duruyor. 

“Bizim romanımız da işte burada başlıyor”

Sadece egoları yenip birleştirmek gerekiyor. O zaman Mısır'daki piramitlerin nasıl olduklarını çözeceksiniz. Uzaylıların kim olduklarını, nereden geldiklerini, sayılarını çözeceksiniz. Araf'ın neresi olduğunu da çözeceksiniz. Kara deliklerin ne işe yaradığını, nasıl geliştiğini, aslında o karadeliklerin muhteşem renkler barındırdığını da öğreneceksiniz. bir sürü şey öğreneceksiniz. Neden insan olduğunuzu, bundan sonra nereye gittiğinizi, neler yapacağınızı ve ondan sonra nereye gittiğinizi öğreneceksiniz. 

Dolayısıyla bunlar için hakikatten bilimsel olarak ispatlamak mümkünken, zaman fazla gecikmeden, insanlar kendilerini ihtiraslara kaptırmadan kötüleşmeden ölümsüz yaşama geçmeden bilincine varıp bunu yapabilmeli. Çünkü ölümsüzlük çok uzun bir zaman. O uzun zaman içinde bana nasıl davrandığını unutmaya biliriz. Çünkü genetik şifrelerimiz var. Oyun oynarız. Birbirimize karşı sonra bana yaptıklarına çok üzülürsün. Ben de sana yaptıklarım için üzüntü duyarım. 

Bundan sonraki hedefleriniz neler? Kitap yazmaya devam ediyorsunuz zaten...

Evet kitap yazmak. Sağlıkla kitap yazmak ve hikayelerimi büyütmek. Bundan sonrasındaki hedeflerim arasında hakikaten yönetmenlik yapmakta var. Tabii ki bu ukalaca konuşmak değil. Sadece bir yönetmene film olurken hangi gözle gördüğümü anlatmak olabilir. Genelde kendi yazdığım şeyin nasıl olabileceğini düşünüp gayet rahat senaryo yazarım . Çoğu senaryonun başı o kadar belli ki sonunu görebiliyoruz. Bence bunların biraz daha değişmesi lazım. Neye göre değiştirmek lazıma gelince yenilere yer yok. O yüzden bende  bir senaryoyu yazıp ta o çeker mi, bu yayınlar mı diye koşmam. Bana senaryo yazdırmak isteyenler, değişik iş yapmak isteyenler gelsinler ekipte bu desinler ben o ekiple bam başka şeyler yaratayım. 

Çok teşekkür ederim. O kadar dolusunuz ki, sayfalarca konuşsak bize yetmez....

Ben de teşekkür ederim Funda Hanımcığım...