Karavan veya çadır ile tatil yapmanın en büyük zevki sabah erkenden uyanıp, doğanın uyanışını izlemek. Bazen öyle yerlerde uyanırsınız ki, servet dökseniz o manzaraya sahip olamazsınız.



İlk yazımızda anlattığımız gibi biz gezmelere önce çadır, sonra hem çadır hem de bir ticari araçla başladık. Ama sonra baktık böyle gezmek güzel, aracımızı biraz modifiye ederek campervan haline getirdik. Bu Türkiye'de pek kullanılmayan bir kelime ve tabi ki araç türü. Nasıl oluyor derseniz küçük araçların, yatacak alan, dolaplar, pişirme alanları, buzdolabı gibi ilavelerle bir nevi küçük çadırımsı karavan haline getirilmesiyle yapılıyor. Türkiye'de hiç yaygın değil, ama yurt dışında insanlar bu araçlarla her yeri dolaşıyorlar. Hatta bazı firmalar modüler mobilyalar üretmişler, aracınıza göre paket halinde geliyor kendiniz kuruyorsunuz. Biz karavan imalatçılarına yaptırmak istedik campervanımızı ama inanılmaz yüksek fiyat isteyip bir de 3 ay kadar beklememiz gerektiğini söylediler. Kendimiz yapmaya karar verdik. Çok da iyi etmişiz üçte bir fiyatına bitti. Karavan daha fonksiyonel, içini ev gibi kullanabileceğiniz bir araç, çok çok daha rahat. Bizim campervan ise içinde yatak, bir tarafına çeşmeli su deposu, diğerine tüp koyduğumuz iki bölme, giysi ve diğer eşyalarımız için depolama alanlarından oluşuyor. İsterseniz masası olan küçük bir alana dönüştürebiliyorsunuz. Ayrıca güneş enerji paneli ve yedek akülerimiz de var ki, hem elektronik aletlerimizi şarj etmek için, hem beğendiğimiz manzaralarda hızlıca kahve yapmak için, hem de soğuk kış günlerinde elektrikli battaniyemizi çalıştırabilmek için çok işimize yarıyor. Campervanın güzelliği, elinizdeki aracı çok az bir parayla yaşam alanına çevirebiliyorsunuz, dışarıdan karavana benzemediği için heryere park edip uyuyabiliyorsunuz. Biz kimi zaman bir benzin istasyonunda rica edip kaldık, kimi zaman sahil güvenliğin önünde. Bazı gün bir cafenin yanında, başka bir gün yazlıkların önünde deniz kıyısında. Normal bir ticari araç görüntüsünde olduğu için büyük araçlara izin verilmeyen yerlere girebildik. Mesela yalnızca kışın önünden geçen yol otomobiller için açıldığından Apollon Tapınağın dibine park edebildik arabamızı. Karavanın her çeşidiyle imkansızdı, asla izin vermezlerdi. 
Neyse size şimdi adını duyunca çok sevdiğim, umarım adı gibi bir yerdir diye düşündüğüm Küçükkıyıkışlacık’dan bahsedeceğim biraz. Ne kadar sevimli bir adı var değil mi? Duyunca gidesi geliyor insanın. Gerçekten de adı gibi küçücük sevimli bir köy. Kendileri ne düşünür bilemem ama, köyleri antik kent İasos'un hemen dibinde olduğundan, sit alanı ilan edilmiş ve burayı yazlıkçılar işgal edememiş. Olduğu gibi sade ve masum haliyle korunmuş. Umarım hep de öyle kalır. İçeriye doğru derin bir girinti yapmış minik bir koyun kenarına yerleşmişler. Koyun karşısında da zeytin ağaçlarının arkasına saklanmış bir antik kent var. Koyun denizle birleştiği yerde de bir küçük kalecik ve ona doğru giden kayalar.



Biz ilk önce arabamızı köyün sonuna park edip kaleye kadar yürüyüp keşif gezisi yaptık ve köyün karşısında zeytin ağaçlarının önünde gecelemeye karar verdik. İnanılmaz ama bu arada antik kenti fark etmedik. Diğer tarafta yanyana sıralanmış küçük dükkanlar var. Olan da zaten birkaç balıkçı, bir bakkal, minik bir kafe-bar bir de balık lokantaları. Balıkçıdan yeni tutulmuş kefaller aldık, köy bakkalından da mısır unu. Bütün dükkanları kadınlar işletiyor burada, bakkalı da balıkçıları da, cafe tarzı küçük barı da. Eşleri başka yerlerde çalışıyor ya da balıkçılık yapıyormuş. Biz de onların dikkatini çektik doğal olarak. Bu küçücük arabanın içinde tatil yapmamız ilginç geldi onlara. Küçük koyun diğer tarafında ve köyün tam karşısında, cafe de sürekli çalan Halûk Levent'i dinleyerek balıklarımızı tavaya attık. Onlar pişerken salatamız da hazırlandı. Küçük köyün balıkçılarının birbirine neşeli laflar atması, gençlerin bize kadar ulaşan kahkahaları arasında yemeğimizi bitirdik. Bu arada çayımız da demlenmişti.


Biz serinleyen havada, köyün ışıklarını seyredip, uzaktan gelen seslerini dinleyip çaylarımızı yudumlarken önümüzdeki sahilden uzun çizmeleri ve ellerinde kovalarıyla balıkçılar geçmeye başladı. Yerden birşeyler topluyorlardı kovalarına. Akşam karanlığında kıyıya yiyecek aramaya çıkan minik yengeçleri topluyorlarmış, çupra yemi olarak. Yengeçler için biraz üzülsek de ekmek parası yapacak birşey yoktu. Burası hayallerimin balıkçı kasabası !! Bu arada Amerika'daki arkadaşımızdan bilgisayar ile ilgili destek isteği geldi. Güneş panelimizin doldurduğu akülerimizden ilk defa faydalanıp, akıllı telefonların internetini kullanıp , yanımızda taşıdığımız notebook ile sorunu çözdü eşim. Amerika'daki sorunu çözdü çözmesine de, bu doğal ve masum köyde, teknolojinin bizleri zaman ve mekandan arındırması hem garip geldi hem biraz ürküttü. Bir de tabi ihtiyar çaylaklar olarak mesala 100 yıl sonra nerelere ulaşacak bu teknoloji ve biz göremeyeceğiz diye merak da ettik biraz. Biraz sohbet biraz çay, derken arkamızda zeytinlik olduğunu sandığımız yer, önümüzde deniz, karşımızda köyün ışıkları, sanki yıllardır burada yaşamışız gibi güvenle uykuya daldık. Tabelalarda yazan adıyla Küçükkıyıkışlacık veya herkesin bildiği adıyla Kıyıkışlacık, adı gibi küçük, sevimli, sıcacık bir köycük. İnsanların tanımasalar bile hala birbiriyle selamlaştığı, gülümsediği balıkçı köyü. Hemen yanı başında tarihi MÖ.3500 lere dayanan Karya ülkesinin savunma amaçlı kurulmuş küçük antik kenti Iasos saklanıyor. İasos MÖ. 4. yüzyılda inşa edilmiş ve 1800 lü yıllara kadar çok iyi korunmuş surlarla çevrili küçük bir liman kenti. ( 2200 yıla dayanan kent bize 200 yıl bile dayanamamış. )
Saklanıyor diyorum çünkü köyün ana girişinden değil de bizim yaptığımız gibi ara yoldan gelirseniz şehrin girişini fark edemiyorsunuz, sonra da yıkıntılar görünmüyor. Akşam alacakaranlıkta yürüyüş yaparken de fark etmeyip sabah yürüyüşünde gördük  ancak. Oysa ki antik kentin sadece 20 mt aşağısında, Karyalı hanımların akşam serinliğinde dolaştığı, çocuklarının oyunlar oynadığı ve yıllar sonra Karya erkeklerinin Perslere karşı kendilerini savunduğu kıyıda uyumuştuk.

Karya bölgesi, Yunanlı kolonicilerin Anadolu'ya gelmesinden çok önce Anadolunun yerli halkının yaşadığı Büyük Menderes ile Dalaman Çayı arasındaki alandır. Anadolu'nu yerli halkı Luvi'lerin dillerinden türemiş kendilerine has özel bir dilleri ve yazıları da vardır. Karyalılar'ın Herodot, Homeros gibi tarihçilerin yazılarının yanısıra, Tevrat'ta ve Mısır hiyerogliflerinde de adı geçmektedir. İasos Kenti Karya'nın genel olarak savunma amacıyla kurduğu düşünülen küçük bir yerleşimdir. İlk önce bir ada üzerine kurulmuş ancak zaman içerisinde aradaki deniz dolarak yarımada şekline gelmiştir. Kentin ada olması gereken kısmı çift sıra surlarla çevrilmiş. İlk sıra Arkaik dönemde inşa edilmiş daha sonra şehri saldırılara karşı güçlendirmek amacıyla ikinci sıra yapılmış.

Liman ağzında görülen kule bir ortaçağ yapısıdır ve bir zamanlar limanın karşısında şimdi yıkılmış olan bir karşılığı varmış. Kullanıldıkları zamanlarda her iki kule arasına zincir gerilerek, istenmeyen teknelerin limana girmesi engellenirmiş. İasos MÖ.412 yılında Lysandros tarafından tamamen yakılıp yıkılmış, Knidos kentinin yardımlarıyla yeniden inşa edilmiş, MÖ. 4 yy sonlarında Büyük İskender'le birlikte bağımsızlığına kavuşmuştur. Daha sonra diğer Batı Anadolu kentleriyle birlikte Roma İmparatorluğu'na katılmış, bölünmeden sonra Bizans egemenliğine geçmiştir. Menteşeoğullarının bölgeye hakim olmasından sonra da Türk topraklarına katılmıştır. Burası Bizans ve hatta Osmanlı zamanında da korunma amaçlı kullanılmış bir yerleşim olmuş. Hiç bir dönemde çok büyümemiş. Şimdi bile bunca büyük ve herkesin bildiği antik kentler arasında kaybolmuş, ya çok meraklıların gelip bulduğu, ya da bizim gibi tesadüfen karşılaşanların gezdiği bir şehir. Kentin Bouleuterion yani meclis binası en sağlam kalan yapılardan birisi. MÖ. 4.yy da inşa edilmiş ancak MÖ.1.yy da üzerine ilaveler yapılarak tiyatro olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Kısaca her antik kentte olduğu gibi hem meclis hem de tiyatro olmazsa olmazları. Ama burası küçük olduğundan bir binayla ikisini de halletmişler.


Biz de hemen tek seyircili tek kişilik bir oyun kuruverdik :)

Kentin üst yamacında, Arkaik dönemden Roma dönemine kadar yapılmış evlerin kalıntıları, Güney tarafında ise Demeter ve Kore tapınakları, mozaikli ev ve büyük su sarnıcının kalıntıları vardır. Köy tarafından girişte büyük bir Agora bulunuyor. Buranın altında kentin üst tarafından gelen suların drenajını yaparak denize bırakılmalarını sağlamak amacıyla yapılmış  kanallar ve kanalizasyon yolları bulunmuş. Günümüz kentlerinde hala tam çözülememiş bu sorunlar binlerce yıl önce çözülmüş anlayacağınız. Ayrıca biz gittiğimizde kapalı olan halkın Balık Pazarı diye adlandırdığı ama aslında mezar kompleksi olan bir bölüm de açık hava müzesi olarak düzenlenmiş. İasos binalarında kullanılan dünyada çok az örneği bulunan kırmızı mermerlerin, Ayasofya'nın inşaası için buradan gemilerle götürüldüğü söyleniyor. Hatta Bebek iskelesinin yapımında kullanılan taşların bile buradan götürülmüş olma ihtimali var. Anlayacağınız kent o kadar talan edilmiş. Artık izleri bile zor belli olan mozaik gravürler varmış eskiden bazı duvarlarında. İasos halkının geçimini balıkçılık ve zeytincilik yaparak kazandığı söyleniyor. Tıpkı Kıyıkışlacık sakinlerinin hala yaptığı gibi. Bir de efsane var burasıyla alakalı. O zamanlar İasos'lu gençlerin gymnasiumda çalıştıktan sonra denizde yıkanması bir gelenekmiş. Hergün çocuklar yıkanırken bir yunus gelip aralarındaki bir çocuğu alıp, açıklara götürüyor. Sonra geri kıyıya bırakıyormuş. Bu olayı duyan İskender bu esrarengiz çocuğu Babil'e getirtip Poseidon'un rahibi yapmış. İasoslular bu olaydan o kadar gururlanmışlar ki, madeni paralarına kolunu yunusun üstüne atıp yüzen çocuğun tasvirlerini yapmışlardır. Bu kadar tarih yeter yoksa kaçacak bazılarınız. Hep söylüyorum, gene söylüyorum, bu şekilde tatilin en güzel anları sabahları muhteşem manzaralara uyanmak bence. Halûk daha kalkmadan arabadan fırlayıp temiz havayı içime çekmek, sonra da arka kapıyı açıp ona gece kaldığımız yerin sabah halini göstermek. Ayrılmak istemediğimiz yerde kahvaltı etmek, ya da kahvaltı için daha da güzel bir yer bulmak. Küçükkıyıkışlacık hiç ayrılmak istemediğim yerlerden biri. Sabah göl sakinliğinde bir denize uyandık. Karşıdan (yoldan gitsek aramızda 300 mt anca var) birbirine günaydın diyen balıkçıların sesleri geliyor. Yanımızdan şivesinden yabancı olduğu belli olan bir hanım geçiyor köpekleriyle yürüyüşe çıkmış. Gülümseyerek günaydınlaşıyoruz.Sonra da bastonuna dayanarak yürüyüşe çıkmış yaşlı bir amcayla.. Herkes güleryüzlü, bulaşıcı gülümsemek, bizim de yüzümüz gülüyor.

Burası mutlu bir köy !

Biz de mutlu, huzurlu kahvaltımızı yapıp, imece usulü masamızı topluyoruz. Bu sabah bulaşık sırası Halûk’da.



Bu arada yürüyüşten dönenlerle selamlaşıyoruz. Bu güzel köyden ayrılmadan bir yürüyüş de biz yapalım diyoruz. İşte o zaman keşfediyoruz, meğerse biz gece tarihin içinde uyumuşuz !! İasos çocuklarının evden kaptıkları birkaç şeyi paylaşıp kıyısında yedikleri bu koyda kahvaltımızı yapmışız. Ben her antik kenti, ya da tarihin içinden gelen bir yapıyı gezerken gözlerimi kapatır ve insanların yaşantılarını hayal etmeye çalışırım. Hayat o dönemde nasıl akıp giderdi merak ederim. Her gittiğim yerde görünmezlik peleriniyle geriye gidip hiç olmazsa birkaç saat geçirsem diye düşünürüm. Biliyorum her yerin bir yaşanmışlığı var şu koca dünyada, ama böyle yerler bunu hissettiriyor bana. Şu hayatta eserlerinizle çok kalıcı bir iz bırakmadıysanız, dünyada yaşadığınız zaman en fazla 100 sene, adınızın tamamen unutulması gene en fazla 100 sene o zaman bu hırs, bu kavga niye? Ya unutulmamak için kalıcı eserler bırakın ve güzellikle hatırlanın veya sevdiklerinizle yaşayıp mutlu geçirin şu kısa zamanı. Hanginiz biliyorsunuz babaannenizin de babaannesinin ya da dedesinin adını , nasıl yaşadığını? Daha kaç yıl geçti halbuki üzerlerinden? Kim biliyor ne saçmalıklar için kavgalar ettiklerini, kalpler kırdıklarını ya da birilerinin zoruyla istemedikleri hayatlar yaşadıklarını? Sizin torunlarınızın torunları sizi hatırlayacaklar mı sanıyorsunuz? Biz istemeyerek de olsa vedalaşmadan tekrar görüşmek üzere deyip ayrıldık Kıyıkışlacık ve güzel insanlarından. Tabi ki akşam yemek üzere gene balık alıp buzdolabımızı doldurarak.

Şimdi gelelim şu meşhur gezi yazısı sorularına;

Nerede kalınır:
Kıyıkışlacığın sevimli köylüleriyle yakınlık kurabileceğiniz pansiyonlarda kalabilirsiniz. İllede otel isterim diye tutturanlardansanız, Milas’a doğru devam edip otellerde konaklayabilirsiniz. Uzun süreli değil ama günübirlik zeytinlerin arasında çadır kurabilir veya karavanınızla konaklayabilirsiniz.

Ne yenir:
Hepi topu 2-3 tane olan balık restaurantlarında balık yiyebilir veya bizim yaptığımız gibi balıkçılardan günlük balık alıp kendinize ziyafet çekebilirsiniz. Ya da cafede karnınızı doyurabilirsiniz.

Ne yapılmaz:
Yerlere çöp atılmaz, çadırınızı karavanınızı, piknik örtünüzü toplayıp giderken çöpler bırakılmaz. Toplanıp gidilir. Gece hayatı hevesindeyseniz boşuna buraya gelinmez, çünkü hayal kırıklığı yaşarsınız, Küçükkıyıkışlacık huzur ve sessizliğin adresi.