Bizdeki büyük, büyük ve de “millî meselelerimizi” kimselere asla bırakmayan bazı kalemlerimiz, partizanca kavgalarla, asrımızın süper devletleri hakkında siyasî hikmetler yumurtlamakla vs. pek ziyade meşgul olduklarından, bizim özenle üzerine eğildiğimiz, basit meselelerle(!) alakadar olmaya, tenezzül buyurmamışlar ve bu basit konular da (!) bizim gibi köşelerde kalmış Yazarlara nasip olmuştur ki, sırf bu sebeple Cenab-ı Hâkka her ne kadar şükretsem azdır diyebilirim saygıdeğer okuyucularım. 

Türkiye nasıl oldu da günümüzdeki duruma geldi? Kimler ne gibi manevralar çevirdi? Ve de Türkiye nasıl oldu da içten bölünmelere sahne oldu?... 

Hiç kimse kalkıp da: “Hayır! Ülkemizde bölünme yoktur. Türk Milleti bir bütün olarak varlığını sürdürmektedir!” diye bas, bas bağırmasın. Böylesi kimseler, bizim açımızdan; “boş hayallere kapılmış” ve burnunun ucunu dahi göremeyecek kadar körelmiş zavallılardır. 

1930’lı yıllardan itibaren ülkemizde tecridi de olsa, karargâh kurmuş bulunan ABD, 1946’lardan itibaren de resmen Türkiye’nin hâkimi konumuna yükselmiş ve bu durum; 1960 Askeri Darbe ile daha da güçlenmiş sayılırken, tam aksi olmuş, askerin, son derece titiz davranması, ABD’nin toparlanmasını sağlamıştır. 

Ancak, sivil cenahı temsil eden bazı Üniversite Prof’ları; Ordu’nun bazı açılardan halkına ters düşebilecek noktalara sürüklemesi ki, kasten öyle yapılmıştır intibaını bırakan, kaynak kitaplarda bu durum bariz şekilde görülmektedir. Türkiye’mizin kaderi açısından hayli menfi neticeler doğurmuş olduğu, acı da olsa zaman içinde görülebilmektedir. Bizim insanımıza yıllar yılı adeta ezberletilen bir husus var ki, özetle şudur: “Dünyanın en güçlü insanı Türk insanıdır! Dünyanın en güçlü Devleti Türk Devletidir ve İslâm Dini dışındakiler kâfirdir vs.” 

Bu inanç bizleri dünya milletlerinin dışına itmiş ve bir şekilde millî varlığımızı, Millî meselelerimizi halledilemez şekle girmesine sebep olmuşuz. Çünkü, bizlerin “yüksek sesle düşünme” alışkanlığı, dış ülkelerde dikkate alınmış ve bizlerden uzak kalınmasında başlıca rol oynamıştır. 

1930’lu yıllarda bizim, yanî İstanbul yakası çocukları; bellerinde ana veya babalarından aldıkları bir kemer veya kalınca bir ip, arasına soktukları bir koyunun çene kemeğinden yapılma sözde bir tabanca: (Amerikan kovboyları..) nakaratıyla Kovboyculuk oynar, mahalle’nin yaşlı erkekleri de onları bastonla kovar: (Gidin başka yerde oynayın başımız ağrıyor!) diye feryadı basarlardı. 

O tarihlerde bizi idare edenler ve aile büyüklerimiz açısından, çocukların oynadıkları “Kovboyculuk” oyunun altında neler yattığını hiç mi hiç akıllarının köşesinden dahi geçirmezlerdi!... 

Halbuki, Amerikan Sineması sessizce, Ülkesinin propagandasını yürütüyor, ABD sevgisini hemen her ülkeye yayıyordu. Yanî bizler Kovboyculuk oynarken, neye âlet edildiğimizi bilmeden, Amerikan borusunu öttürüp durmaktaydık... 

Şurası bir gerçektir ki, ABD Sinemasının merkezi “HOLLYWOOD” Amerika’nın millî propagandasını İkinci Cihan Harbi yıllarında da en âlâ şekilde yürütmüş ve Harbin Müttefikler tarafından kazanılmasında, birinci derecede rol oynamıştır. 

1950’li yıllarda, İstanbul gözle görülür şekilde kabuk değiştirmeye başlamış, Amerika’dan özenilen mimari değişiklikler, bir diğerini izlemiş ve böylece günümüze gelene kadar güzelim İstanbul kuşa çevrilmiş ve böylece: (Ulan İstanbul!) diyebilecek kimselerin de içlerini rahat dökebilmelerine zemin hazırlanmıştır. (22 Kasım 2014). 

Bizleri bu günlere, ne Hükûmetler ve ne de şu kuruluş, bu kuruluş gibi unsurlarlar getirmiştir. Bizlerin millî yapısına musallat olan sadece ve sadece ilk Amerikan Sineması, bilahare: TV, Bilgisayar ve İnternet gibi teknoloji harikaları devreye girince; bilhassa internet, bizdeki ulusalcı Hocaların elde edemedikleri gençleri, bir çırpıda elde etmiş ve yeni nesillerimiz, bizlerden uzak bir kültürün esiri hâline gelmişlerdi!... 

(Dizleri yırtık kotlar, kulakta küpe, burunda halka, dil üzerinde boncuk türünden bir nesne spor lastik ayakkabılar, kollarda ve vücudun muhtelif yerlerinde dövmeler. Esrar, eroin ve kokain alışkanlıkları, 18. Yaşını doldurmuş bulunan hemen her gencin, ebeveyn’lerinin dışında kişiye has bir hayat yaşayabilmek gayesiyle ayrı ev açmasına varıncaya kadar bir çok problemin) yaşandığı bir dönem içinde olmamızın meydana koyduğu tablo hiç de iç açıcı değildir!... 

Politikacılar ve onların güdümü olan bir takım Gazete ve dergiler: Aile hukukunu hiçe sayan bir akımdan bahsedildiği zaman: (Bu konuda ebeveynlere çok iş düşmektedir, evlâtlarına sahip çıkmaları lâzımdır.) görüşü savunulmaktadır. 

Bu bir görüştür! Ancak, meselenin nelerden peydahlandığını bilmeyen veya bilmez görünen bir fikir yapısını savunanlara ait bir görüş!.. 

Magazin dergi ve Gazeteleri, TV. ve Bilgisayar ile İnternet; geceli, gündüzlü; adına “metal müzik” denen teneke cızırtılarına methiyeler yağdırıp, çoğunun kokainci olduğu sözde müzisyenleri adeta göklere çıkarmaları hiç dikkatlere alınmayıp, masum ebeveynlere ihmalci gözü ile bakmak. Acaba ne dereceye kadar isabetli bir değerlendirme oluyor diye düşünmek lâzım!..

Kaldı ki, günümüzde sadece ebeveyn sözcüğü mevcuttur. Zira aile yaşantısının yoklara karıştığı yıllar olmuştur... Ferdi yaşantıyı ele alarak, ballandıra, ballandıra yeni nesillere aşılamaya çalışan ülke içindeki hain iblisler; aile hayatıyla birlikte mahalle dayanışmasını da yoklara göndermişlerdir!.. 

“Madonna” gibi pop dünyasının yüz karalarını ülkemize davet edilmiş havasında methiyeler yağdırıp, “KABALAYİZMİ” halkımıza tanıtabilme programları düzenlemesi, bir takım magazin Gazeteleri ve TV’ler tarafından bilhassa gençlerimize aktarılmaya çalışılması. Musikinin hemen her branşında bilhassa “homoseksuel” okuyucu veya sazcısı normal san’atçılara tercih edilmesi. Aynı bekar odasını “Kız ve Erkek”lerin aralarında paylaşmaları, yaşlanmış kimselerin adına “Huzur-Evi” denen mekanlara gönderilerek bir nevi varlığından kurtulmaya çalışılması... Bütün bunlar, Türk aile yapısının çoktan yoklara karıştığının resmidir!.. Ne acıdır ki, bütün bunlar görülememekte, Türkiye’nin ne yaman bir tuzağın içine sürüklendiği yetkili kimseler tarafından anlaşılmamakta veya öyle görülmesi daha uygun bulunmaktadır!.. 

Çanak-Kale dahil, bütün cephelerde destanlar meydana getiren, düşmanlarının dahi taktirini kazanan Mehmetçik, “Kore Harbi”ne kadar aynı Mehmetçikti. Zira onları doğurup yetiştiren evlerde ailelerin ikinci reisi olan cefakâr Türk Anası idi. 

Günümüzde ise, hayat şartlarının karmaşıklığı, günlük yaşantının muhtelif zorlukları ve en önemlisi; Aile bütünlüğünün yerini, ferdi yaşantının almış olmasıdır ki, böyle bir toplumda “birlik, beraberlik aramak” bana göre beyhudedir!... 

“Sizlere Taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” diyerek, askerlik hayatının en dramatik emrini vermiş bulunan Merhum Mustafa Kemal Paşa, bu tarihi emri, her açıdan bir bütün olan milletinin evlâtlarına vermişti; ölümüne taarruza geçen Mehmetçik “Müslim ve gayr-ı Müslim” bir bütündü! Kalpleri aynı vatan ve aynı Bayar için çarpmaktaydı. Ne yazık ki, günümüzde aynı inanç, aynı duygu söz konusu olamaz. Çünkü, günümüz insanı sadece kendi varlığını her şekilde koruyabilme çabası içindedir. 

Levon Ermeni olmanın duyguları içinde konuya eğilmiş, samimi de olsa, bizim hissettiklerimizi ne anlayabilir ve ne de hissedebilir, diyenlerimiz muhakkak ki olacaktır. Bu tabiidir. Çünkü günümüz Türk insanı, Ermenileri tanıyabilmekten çok uzaktır. Zira, 1915’de iplerin kopmasından sonra, Osmanlı-Ermenileri, İttihatçıların Ermeniler hakkında menfi propagandalar yapmaları ki, günümüzde de aynen devam etmektedir. Yeni nesil Türk insanının Ermenileri asıl kişilikleriyle tanıyabilmelerine imkân yoktur denebilir!... 

Çok söylenmiştir ama, tekrarında fayda vardır: (Şartlar her nasıl olursa olsun. Hepimiz de aynı gemideyiz!) Bu böyle biline ve ona göre hareket edilmelidir. 

Türkiye’de aile mevhumu sadece Türk cenahında değil: Biz Türk Ermenileri içinde de aynı şekilde baş göstermiş ve bizlerde de aile bağları kopup gitmiştir. Gerçi 3-5 aile klasik yaşantısını sürdürmekte olabilir. Ancak bu durum Türkler için de geçerlidir. 

Osmanlı ve Türk Devletleri, bizleri her daim “azınlık” olarak vasıflandırmış ve ona göre değerlendirmiştir. Gerçi hemen her haktan istifade edebilmemize yardımcı olmuştur ancak, yine de azınlık damgasından kurtulamamışız. 

Demem odur ki, Türk Devleti de Türk cenahı da “azınlık mevhumunu” asıl şimdi görmektedir ve asıl çehresiyle şimdi karşılayacaktır: “Zencisi, Arap’ı vs. ile daha yeni, yeni tanışmakta” ve Azınlık kimlere denirmiş görmektedir!... 

TV-Dizileri’nin oynatılış tarzına bakılacak olunsa: TV’cilerin de yabancı kültürünü çoktan benimsemiş oldukları görülür: Hemen her dizi filmi, “Reklam arası” izleyebilirsiniz. Dizilerin fon müziklerinin sesi her daim ön plânda olduğu için, dizideki şahısların ne konuştukları asla anlaşılamaz. Sözde komedi skeçleri ise; “Homo Erkek” görüntüleriyle geçiştirilir ve arka plandan kahkaha sesleri duyulur. Yani, bu seyirci içindir ve hadi sende gül, manasına gelir!... 

Hele bizlere “san’atçı diye” yutturulmaya çalışılan zavallılar da cabası!... 

Saygıdeğer okuyucularım, TV. yayınları gayet önemli bir özelliğe haizdir. Yani; Hayırlı neşriyat yanı sıra menfi yayın da yapabilir. Dolayısıyla devamlı denetlenmesi en azından “Millî Yapımız” açısından elzemdir. Bütün bu hususları dikkate alarak, her hafta olmasa da iki haftada bir şayet nasipse sizlere bu konuda da makale sunacağım. 

Cümlenize sıhhatli ve mutlu bir hafta diliyorum efendim saygılarımla.