Ben, küçük elli kadınları severim.Çatlak, vefakar olur elleri...Çünkü katıksız anadır onlar! Ağızlarının kenarındaki sadık sigarayla, paslı dişleri arasından dünyaya meydan okurlar! Bir tehlike sezdi mi kaplan misali yavrularının üstündedir bedenleri... Yaşamın tüm yükü onların yıpranmış elleri arasından geçmiştir aslında. Küçük elleri arasına yılları sığdırmayı başarmışlardır. Uzun, acı yılları... İşte o ellere; ufak, eski bir bakkalda para üstü uzatırken veya tıpkı bir erkek gibi tulumunu giymiş baba mesleğine devam ederken rastlayabilirsiniz. Küçük olmasına inat o ellerin sahipleri hep ağır yüklerin kadını olmuşlardır. Bunun için çocuklarının yüzlerine dahi dokunmaktan çekinirler. Bir de utanırlar elbette..Yıpranmış, eski, küçük ellerini saklamaya çalışırlar hep... Sırf yavrularına daha iyi bir anne olabilmek için kadınlıklarını unutmuşlardır sonunda! Kimi de evine bir lokma ekmek götürmenin peşindedir tüm gün. Bunun için ne iş olsa yaparlar. Öyle ki; dokuz ay boyunca vücudunda bir canlı beslemek, onu dışarı -hayata- çıkarıp yüzünü göğsüne gömmek herkesin harcı değildir! Ve ölene dek beslemek isterler evlatlarını. Hem de o evlatlar, uğurlarına tüm yapılanları görmezden gelseler , inkar etseler bile... Ben, küçük elli kadınlara taparım . Fedakar , inançlı annelerdir çünkü...Ellerinin aksine büyük olan yürekleri sayesinde dağ gibi zorlukları göğüslerler. İstedikleri ise sadece hatırlanmaktır aslında...Onlar, tüm verdiklerine rağmen karşılık beklemeyen, her şeye rağmen yanımızda olan tek varlıktırlar. Yok sayılsalar, horlansalar dahi onların içlerinde kinden, nefretten eser bulunmaz. Annedirler nihayetinde ve anne olmak ne büyük bir meziyettir! Zengin-fakir, siyah-beyaz, genç-yaşlı ayrımı yapılır mı hiç? Onlar, hep aynı gözle bakarlar çocuklarına. Bitmeyen sevgi, karşılıksız umut ve sonsuz destekle...