İstanbul’u terk edip Datça’ya yerleşeli tam on bir yıl olmuş… İstanbul’a en son bir söyleşi için üç yıl önce gitmiştim. O günden bu güne kadar her şey değişmiş, yıllar öncesi Anadolu’dan İstanbul’a göç dalgası başladığında; köyden indim şehre sözü dillerde dolaşırdı. Benim ki de aynen böyle oldu. İstanbul her yönüyle kısa sürede olumlu ve olumsuz yönleriyle çok değişmiş…

İstanbul’u tarihi ve mistik görüntüsünden uzaklaştıran şehrin hemen her yerinde yükselen gökdelenleri çok yadırgadım. Kitap Fuarına katıldığım Antalya’dan İstanbul’a yeni açılan yollarla eskisinden çok daha kısa sürede ulaştık; otobüsümüzü yeni açılan Yavuz Sultan Selim Köprüsüne zorunlu olarak yönlendiler. Şehir dışı arazilerden yol açık olmasına rağmen ancak üç saatte otogara ulaştık. Oysa önceki köprülerden çok daha kısa sürede otogara ulaşabiliyorduk. Dönüşümüzü uçakla yaptık. Beylikdüzü’nden İstanbul Havalimanına özel araçla iki saate yakın sürede ulaştık. Yeni havalimanı neredeyse Çatalca yakınında… Taksiyle gitsek ne kadar ücret öderdik diye sordum; 1000 TL yakın dediler. Şehrin çok dışındaki hava alanına yolcu taşıyan toplu araçları göremedim Oysa Atatürk Havaalanına ulaşmak ne kadar kolaydı. Uçakların iniş ve kalkışlarında bazı sorunlar olduğu çoğu kez yazılıp çizilmişti. O konuda bilgim yok; ama yeni alanın içerisi çok güzel düzenlenmişti. Yol yordam için danışacağınız görevliler sizlere kolaylık gösteriyorlardı. İçerisi mağazalarla küçük bir şehir görünümündeydi, ancak uçağa ulaşabilmeniz için yürüyen yollarla epey yol aldık.

İstanbul’a TÜYAP kitap fuarı için davet edildiğimden yakınındaki Beylikdüzü’nde kaldık. Ayraca on yıl görev yaptığım Sultanahmet’te eski dostlardan Remzi Erbaş’ın And Otelinde iki gün kaldım; dostlarla hasret giderdim. Sultanahmet ve Ayasofya değişmemişti ama orada da bir gariplik vardı. Sultanahmet Meydanının çevresi polis bariyerleriyle çevrilmişti. Firûz Ağa Camisi yanındaki giriş noktasından meydana girdiğimizde Ayasofya’yı görmek isteyenler; neredeyse bir kilometreye yakın bir kuyruk oluşturmuştu. Çoğu da yabancı turistlerdi.  Merak edip sordum; namaz kılmak isteyenler bu kuyruğa giriyorlar mı diye. Namaz için geldik diyenler öncelikle içeri alınıyormuş.  Bu arada başı açık kadın turistler başörtü satın almak zorundaymış. Ayasofya anılarımızda kalsın diyerek kuyruğa girmedik, yalnızca dışarıdan bakmakla yetindik…

Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yirmi milyona yaklaşan şehirde yaşayanlar için elinden gelen bütün imkânları kullandığını bir kez daha gördüm. Toplu taşıma ulaşımını kolaylaştırmak için tramvay ve metrobüsler birbiri ardına geliyor. Bir dostumuzun önerisiyle telefonumuza İstanbul kart programını indirip para yükledik. Programdaki çipi okutarak toplu taşıma araçlarına bindik. Güzel bir kolaylıktı.

Gördüğümüz kadarıyla şehrin en büyük sorunu taksi bulabilmek… Bu yönde İmamoğlu’nun girişimleri olmuş ama belediye meclisinde çoğunluğu olan partiler tarafından 14. Kez engellenmişti. Belediye meclis üyeleri halk için mi çalışıyorlar; yoksa çalışanları engellemek için mi? Anlayabilmek çok zor. Neyse sonunda kabul edilmiş ama biz oradayken uygulamaya geçilmemişti.

Bazılarının yazdığı gibi şehirde bir taksi cehennemi veya işkencesi yaşanıyor; taksi sayısı her geçen biraz daha artan şehir nüfusuna göre yetersiz… Bazı semtlerde taksi bulabilmek imkânsızdan da öte. Taksilerin çoğu başta Araplar olmak üzere yalnızca turistleri döviz karşılığı alıyormuş. Bazıları taksimetre Dolar veya Euro karşılığı diye turistleri kandırıyormuş… Bunun denetimi nedense yapılamıyormuş. Bazılarına göre plaka sahipleri korunuyormuş!

TÜYAP çıkışında bulduğum taksi sürücülerinin adres bilmeyişine şaşırdım. TÜYAP’ın yanı başındaki Beylikdüzü’ne yolu tarif ederek gidebildim. Merak edip sürücüye hangi semtte çalışıyorsun diye sordum; meğer Kasımpaşa’nın arabasıymış. Buraya yolcu getirmiş, sonrada durakta sıraya girmiş. Bir başka taksi de yolu bilmiyordu. Kendisine nerelisin diye sordum; yeni geldim Muşluyum dedi. Gelişmiş ülkelerde taksi sürücüleri çalışma ruhsatı alırlarken önce şehri tanıyıp tanımadıklarına bakıldığını hatırladım. Gökdelen yapmakla, yeni caddeler açmakla bu iş olmuyormuş… Eskiden Beylikdüzü başta olmak üzere kırmızı renkli taksiler vardı; semti çok iyi bilirlerdi; onlara apartman veya site ismini söylemeniz yeterliydi. Kırmızı taksiler başka semtlerde çalışamazlardı.

İstanbul’un hemen her köşesinde marketler, büyük mağazalar, AVM’ler açılmış, küçük esnaf hemen hemen yok olmuş… Şehrin her köşesi çok kalabalık, yeni vatandaş olanlar da az değil…

Kısacası gerçek bir İstanbullu olarak; köyden indim şehre sözünün tam bir örneği olduğumu anladım.