Atalarımız, “Bir musibet (kötülük) bin nasihatten evladır (etkilidir)” derken, bizlere yaşadığımız kötülüklerden, felaketlerden dersler çıkarmamızı öğütlemişlerdir. Bilim ve teknolojinin, uzayın derinliklerindeki gezegenlere ulaşabilecek canlı yayın yapabilecek düzeye ulaştığı bir dönemde, mikroskobik bir varlık karşısında, Ortaçağ insanlığının veba salgını karşısında yaşadığı çaresizliğe mahkum olmasının bir açıklaması, bizim de bu musibetten çıkarmamız gereken çok önemli dersler olmalı. 

‘Yaşadıklarımızdan dersler çıkararak yarınlara hazırlanmak zorunda olduğumuz’ gerçeği ile karşı karşıyayız. Milyonlarca insanı yatağa düşüren, onbinlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan Kovid-19, ister doğanın intikamı olsun, ister laboratuvar ürünü olsun, bundan böyle, küresel çapta hayatın durmasına neden olacak ölümcül salgınlarla bir belalı sevgili gibi hep hayatımızda olacaktır. 

Peki ne yapacağız?

“BİR MUSİBET BİN NASİHATTEN EVLADIR”

Atalarımız, “Bir musibet (kötülük) bin nasihatten evladır (etkilidir)” derken, bizlere yaşadığımız kötülüklerden, felaketlerden dersler çıkarmamızı öğütlemişlerdir. Bilim ve teknolojinin, uzayın derinliklerindeki gezegenlere ulaşabilecek canlı yayın yapabilecek düzeye ulaştığı bir dönemde, mikroskobik bir varlık karşısında, Ortaçağ insanlığının veba salgını karşısında yaşadığı çaresizliğe mahkum olmasının bir açıklaması, bizim de bu musibetten çıkarmamız gereken çok önemli dersler olmalı.   

Tamam, Bill Gates’in konferanslarını, virüs konusundaki çalışmalarıyla ünlenmiş Wuhan’daki bir laboratuvara yaptığı yardımları, ABD arşivlerindeki virüs patentlerini, çeşitli düşünce kuruluşlarının hazırladıkları virüslü simülasyon çalışmalarını, Çin’in, ABD’nin beka sorununa dönüşen Yeni İpekyolu’nu, 5G teknolojisini gündemimizden çıkaralım, ama bilim insanlarımızın, insanlığın büyük mutluluklar yaşamak umuduyla karşıladığı 21.Yüzyıl’da yaşamak zorunda kaldığı bu çaresizliğin nedenlerini açıklaması gerekmez mi? 

Bütün insanlık nelerin olup bittiğine ilişkin inandırıcı açıklamalar bekliyor. Salgının sıcakların artmasına paralel olarak, doygunluğa ulaşması ve pik yapması bekleniyor, ama bu açıklamalar, insanların yarınlara ilişkin kaygılarını bütünüyle gideremiyor. Koronavirüs ailesinin oldukça yaramaz çocuğu Kovid-19’un, kontrol edilemez RNA temelli yapısı nedeniyle yeni ölümcül salgınlara neden olabileceği iddiaları henüz yalanlanmış değil. 

YAŞADIKLARIMIZDAN DERSLER ÇIKARARAK YÜRÜYECEĞİZ

‘Yaşadıklarımızdan dersler çıkararak yarınlara hazırlanmak zorunda olduğumuz’ gerçeği ile karşı karşıyayız. Milyonlarca insanı yatağa düşüren, onbinlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan Kovid-19, ister doğanın intikamı olsun, ister laboratuvar ürünü olsun, bundan böyle, küresel çapta hayatın durmasına neden olacak ölümcül salgınlarla bir belalı sevgili gibi hep hayatımızda olacaktır. 

Peki ne yapacağız?

Yaşadıklarımızdan, milletçe yaşamak zorunda kaldığımız bu ‘maskeli balodan’ dersler çıkararak yolumuza devam edeceğiz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde video konferans yoluyla yapılan kabine toplantısında, Kovid-19 salgınının biyogüvenlik, siber güvenlik ve gıda güvenliğinin önemini artırdığını belirterek, milli güvenliğimizle yakından ilişkili bu üç kritik alanda adım atılması için talimat verdi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplantıda Türkiye’nin 83 milyon vatandaşının tamamının sağlık, gıda, temizlik malzemesi gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak güce sahip olduğunu belirtti. Ülkemizin bu özelliği, bu gücü, salgınla mücadele konusunda en önemli silahımızdır. 

Üzerinde yaşayan 83 milyon insanın her türlü ihtiyacını sağlayabilen Cennet gibi bir vatanda yaşamamızı sağlayan bütün atalarımızı ve şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. 

Bu bağlamda, “vatandaşların ve sağlık personelinin ihtiyacı olan yerli tıbbi cihaz, ilaç ve aşı geliştirmek için Ar-Ge süreci hızlandırılacak. Bu kategori için çalışacak olan kurum ve firmalara ekstra teşvik ve destekler verilecek. Özel sektör, kamu, üniversite ve teknokent işbirliği sağlanacak, sağlık ordumuza ve vatandaşlarımıza maske, eldiven, tulum gibi sağlık malzemeleri kesintisiz olarak sağlanacak.” 

Koronalı günlerin uzaması durumunda, tarım ve gıda ürünleri konusunda bir sıkıntı yaşanmaması için çiftçilere, hayvan yetiştiricilerine ve gıda sektöründe çalışan kurum ve kuruluşlara yeni destekler sağlanacak. Hazine arazilerinden ekilebilir olanlar saptanarak, bu alanların tarımsal üretime kazandırılması için çiftçilere kiralanacak. 

SİBER GÜVENLİK DE ÇOK ÖNEMLİ

Siber güvenlik konusunda enaz saldırıya ülkelerden biriyiz, ama bu, sonsuza kadar bu tür saldırılara uğramayacağız anlamına gelmiyor. İletişimin bu derece önem kazandığı bir dönemde Türkiye’nin iletişim altyapısını hızla, yerli ve milli olarak güçlendirmesi gerekiyor. “Bu kapsamda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Dijital Dönüşüm Ofisi fiber altyapının geliştirilmesi, siber saldırıların önlenmesi, verinin yurtiçinde kalması, yüksek hızlı genişbantın yaygınlaştırılması, kritik uygulamaların yerli imkanlarla geliştirilmesi için yeni teşvik ve destek mekanizmalara uygulamaya geçirilecek.”

EN GÜÇLÜ SİLAHIMIZ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ

Ne diyor sağlık otoriteleri, Kovid-19’a karşı en önemli silahımız bağışıklık sistemimizdir. Koronavirüse yenik düşmemek için bağışıklık sistemimizi güçlü tutmalıyız, bağışıklık sistemimizi destekleyecek likopen zengini kırmızı renkli (domates, kırmızı biber, pancar, kırmızı lahana) sebze ve meyveler yiyeceğiz, yoğurt, turşu, kefir, tarhana gibi probiyotikler tüketeceğiz, C ve D vitaminleri çinko takviyesi yapacağız.

Dikkatinizi çekmiştir; uzmanlar bizlere, fastfood alışkanlıklarımıza son vermemizi annelerimizin mutfağına dönmemizi, bol salçalı tencere yemekleri, tarhana çorbaları, sirkeli salatalar, özellikle koruyucu içermeyen ev yapımı turşu, yoğurt, kefir tüketmemizi öneriyorlar. 

Sebze meyve hububat denilince tarım gündeme geliyor. Özal döneminden bu yana ihmal ettiğimiz tarımın önemi, evlere kapandığımız günlerde bir kez daha öne çıkmıştır. Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli, “Tarım seferberliği başlatacağız” diyor. Şunu unutmayalım, gördük ve yaşadık da; bağımsızlığın temel koşullarından biri de, gıda konusunda dışa bağımlı olmamaktır. Bunu sağlamanın tek yolu da, “Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Aşık Veysel’in öğüdünü kulağımıza küpe yapmaktır. Yani, mümkün olan en kısa sürede toprakla barışmaktır. Ekilip biçilen her parsel toprak bir bacasız fabrikadır, bir ekmek kapısıdır. 

Yerli tohumlarımıza sahip çıkmaktır. Kilosu altınla tartılan genleri değiştirilmiş, kısırlaştırılmış domates görünümlü ucubeler yerine likopen kaynağı gerçek domates yetiştireceğiz. Annelerimizin o öpülesi elleriyle hergün pişirdikleri likopen takvyeli bol domatesli yemekleri sayesinde bağışıklık sistemlerimizi güçlendireceğiz. 

GDO’lu mısırdan üretilen glikoz şurubu yerine pancardan üretilen şeker üretimine geçeceğiz ve insanlarımızı şeker hastası olmaktan, şifa kaynağı bal yerine mısır şurubu tüketmekten kurtaracağız.  

Korona karantinası bize suyumuza ve toprağımıza sahip çıkmanın önemini yaşatarak öğretti. Kovid-19 canavarını sağlık ordumuz ve çiftçilerimiz sayesinde yanabileceğiz. Toprağın vatan olduğunu, Kovid-19 sayesinde, bir kez daha yaşayarak öğrendik. 

“ÖZEL BANKALARI TAVRI BİZİ ÜZÜYOR”

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak son günlerde sık sık özel bankların tutumlarından şikayet ediyor, “Özel bankaların takındığı tavır bizi fazlasıyla üzmektedir” diyor. Albayrak, bu şikayetin devamı olarak şunları ekliyor: “Birlik ve beraberliğimizin en üst düzeye çıktığı bu dönemde özel bankaların sergiledikleri tavırlarla bu birliğin parçası olmaya bir kez daha davet ediyorum.” 

Bakan Albayrak’ın şikayet ettiği özel bankalar, bütünüyle yerli ve milli olsalardı, bu şikayetlere gerek duyulur muydu? Bir zamanlar fırtınalar estiren, ekonomik zenginlerimizin peşkeş çekilmesine neden olan özelleştirme rüzgarlarının acılarını yaşamaya başladık. Hazine Bakanı Albayrak’ın “Süslü reklamlarla yaptıklarınızı gizleyemezsiniz” diye şikayet ettiği özel bankaların, özelleştirme rüzgarları sonunda ne kadar yerli ve milli kaldıkları anlaşılmaktadır. 

ÖZEL BANKALAR NE YAPMAK İSTİYORLAR?

Yöneticileri ve sermayeleri önemli oranda yerli ve milli olmaktan çıkmış özel bankaların, iş yaptıkları ülkelerde insanları vatandaş olarak değil, yolunacak birer kaz olarak görmeleri doğal değil midir? Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın dile getirdiği şikayetler bir özelleştirme klasiği değil midir? 

Özel bankalar bu ülkenin babalarının çiftliği olmadığını anlamaları zamanı gelmiştir. Bu gerçeği anlamadıkları anda da anlatacak, “Süslü reklamlarla yaptıklarınızı gizleyemezsiniz” diyecek biri olacaktır, elbette. Türkiye’nin, bütün vatandaşlarının katımıyla topyekun bir savaş verdiği bir dönemde, “vatandaşlara destek olmayı geçtik, mevduatını bozdurana, kredisini yapılandırmak isteyene fahiş maliyetler çıkarması” kabul edilebilecek bir durum değildir.  

Özelleştirme uygulamalarına karşı çıkanları “dinazor” ilan ederek, “dışardan aynı şeyleri daha ucuza alıyoruz” diyenlerin maskeleri düşmüştür. Ülkemin kuruluşundan bu yana tuğla tuğla fedakârlıklarla var ettiği kurum, kuruluş ve fabrikaları özelleştirme rüzgarlarıyla elden çıkarmış olmanın bir çağdaşlık değil bir kandırmaca olduğunu artık anladık. Yok pahasına elden çıkardığımız o “kaşıkçı elmaslarını” yerine koymanın çarelerini aramalıyız.  

 Üzerinde yaşayan insanların her türlü ihtiyacını karşılayabilen bir vatan oluşturabilmenin çok engin bir tarihi deneyimle mümkün olduğu bir kez daha yaşayarak öğrenilmiştir. Millet bilinci oluşturamayan toplumların, ölümcül bir salgında, istihbarat kurumlarının da katıldıkları operasyonlarla birbirlerinden maske çalmaları tarihin ibretle anacağı olaylardır. 

Sözün özü, Kovid-19’un neden olduğu salgınla milletçe, elele mücadele ederken, yaşadığımız sıkıntıların bir daha yaşanmaması için dersler çıkarmamız ve süratle gereğini yapmamız gerekiyor. 

Bu musibeti de, yaşadıklarımızdan dersler çıkararak yeneceğiz, inşallah. 

Aydınlık yarınlar için, EVDE KAL TÜRKİYEM!