17 AĞUSTOS’LAR YİNE OLMASIN

17 Ağustos 1999’da yaşadığımız büyük deprem felaketinden sonra  hemen her gün olası bir deprem haberi ve uyarısıyla karşılaşıyoruz. Buna karşın, 20 yıllık bu süreçte Bolu ve Düzce’de, Pülümür’de, Bingöl’de, Elazığ / Karakoçan’da, Van / Erciş ve Van / Edremit’te yaşanan depremlerde yitirdiğimiz canların acısını çabuk unutuyoruz. Bayramdan önce Kuşadası ve Denizli’de meydana gelen depremler yine büyük korku ve heyecan yarattı.

Türkiye'de 1900-2017 yıllarında büyüklüğü en az 6,0 olan 210 hasar yapıcı ve can kaybına yol açıcı deprem meydana geldi. Resmi verilere göre 1900 yılından bu yana en şiddetlisi 7.9 olarak kaydedilen bu depremlerde 86 bin 802 kişi hayatını kaybetti, 597 bin 865 konut ağır hasar gördü. Bir başka veriye göre ise; her 50 günde bir 5 ve 5.9, her yılda bir 6 ve 6.9, her 4.5 yılda bir 7 ve 7.9 şiddetinde deprem meydana geliyor. Sadece 17 ağustos Marmara depreminde 17 bin 480 yurttaşımızı yitirdiğimiz biliniyor.

Türkiye bir deprem ülkesi. Bu ülke var oldukça bu gerçekle yaşayacağız. Bilim adamları ve konunun uzmanları deprem zararlarını en aza indirgemek için yapılan araştırma ve çalışmalar doğrultusunda neler yapılması gerektiğini anlatıyor ve toplumu uyarıyorlar.

Bu konuda en son uyarıyı Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Haluk ÖZENER 2 Ağustos’ta yapmış ve; “Marmara’daki fayı Çınarcık, Merkez ve Tekirdağ çukurlarını kat eden üç parça olarak görüyoruz. Bu fayın bu parçasında şu ana kadar 7.5’lik deprem üretebilecek bir enerji birikmiş durunda ve birikmeye  devam ediyor” demişti.

Bir başka bilim insanı, Deniz Jeolojisi uzmanı Prof. Dr. Naci GÖRÜR ise ; “ Yalova’da değişik aralıklarla meydana gelen küçük depremler olası İstanbul depreminin habercisidir. Türkiye’nin tamamında deprem riski var. Marmara’da ise risk çok büyük. Buradaki kabuk çatırdadı, dayansa dayansa 30 yıl dayanır” diyordu.

17 Ağustos 1999’da meydana gelen deprem  felaketi bölgede büyük bir yıkım ve can kaybına neden olmuştu. Devlet otoritesi şaşkın, halk ise korkunç bir panik içindeydi. Bölgeye ulaşım zorlukları çekiliyor, kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları yapılamıyordu. Yıkıntılar altında sağ kalabilenler kurtarılabilecek miydi ? Ne kadar dayanabilecekler, yaşama arzuları, sabırları ve ümitleri buna yetecek miydi ? Yoksa bir iş makinasının kepçesi, bir kazmanın sivri ucu, ya da yerinden oynayan bir beton blok, bedenlerinin sağlam kalan kısımlarına zarar verecek veya yaşamlarını hepten mi sonlandıracaktı ? Bu sorular yıkıntılar arasında yakınlarını arayan, kurtarma çalışmalarına katılan ve bölgede bulunan herkesin beynine adeta bir hançer gibi saplanıyordu.

17 Ağustos’tan sonra Kandilli Rasathanesi Müdürü Merhum Prof. Dr. Ahmet Mete IŞIKARA başkanlığında, şimdi Basın Konseyı Başkanı olan gazeteci Pınar TÜRENÇ ve NTV’den Oğuz HAKSEVER’le Türkiye Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneğini birlikte kurmuştuk.

O, sadece çocukların değil, bütün toplumun “Deprem Dedesi” olmuştu. Bazıları açıklamalarını ve deprem konusundaki uyarılarını ürkütücü buluyor, O’na kızıyor, bazıları da “en seksi erkek” yakıştırmasını yapıyor, sevimli ve sempatik buluyorlardı..  “ Deprem olacak mı, ne zaman olacak ? ” şeklindeki sorular, O’nun en çok kızdığı sorulardı. “Tabi olacak” derdi. “Ülkemiz bir deprem bölgesi, onu önleyemeyiz ancak alacağımız önlemlerle zararlarını en aza indirgeyebiliriz” diye ilave ederdi.                                   

O yılmıyor, sırtında ömür boyu taşıdığı skolyozuna (kamburluk) rağmen yorulmuyordu. Hedefinde hep çocuklar vardı. Yetişkinlerin bu konudaki duyarsızlıklarından usanmış, taze beyinlere bu bilincin yerleştirilmesinin daha yararlı olacağını görmüştü. Bu amaçla Şişli Terakki Lisesi’nde 2001 yılında yaptığımız ilk basın toplantısında, “BİR MİLYON ÇOCUK, BİR MİLYON AİLE” kampanyasını başlattı. Bu kampanya ilk olarak İstanbul Fatih Kadırga İlkokulunda uygulandı. Engellileri de unutmamıştı. Deprem öncesi, deprem esnası ve sonrasında ne gibi önlemler alınması gerektiğini konferanslarında anlatıyor, derneğimizin yayınladığı CD ve kitaplarla öğretiyordu. Engellilerde Depreme Hazırlık (engelli grupları için 4 ayrı kitap), Deprem Dede ve Engelliler, Binaların Sırrı v.b. bunlardan sadece birkaçıydı. 

Bu arada hiç durmuyor, Bursa, İzmir, Antalya, Çanakkale, Adapazarı gibi batı illerinin dışında, doğuda Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Kilis, Batman ve Mardin illerinde Valilikler, Kızılay, Belediyeler, Askeri Birlikler ve okullarda konferanstan konferansa koşuyor, TV’lardaki programlara yetişiyordu.

14 Şubat 2001’de Ankara’da Milli Kütüphane’de ÖZÜRLÜLERİN AFET HAZIRLIĞI konulu bir konferans düzenlemiştik. Bu konferansa A.B.D.’den deprem konusunda ünlü bir uzman olan June Isaacson KAILES’in yanı sıra  çeşitli kuruluşların yetkilileri de  konuşmacı olarak katılıyordu. Programı ben yönetiyordum. O gün aynı zamanda Dünya Sevgililer Günü’ydü. Açılış konuşmama, Hocanın uslubuyla örtüşen bir biçimde, İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak “Sizi seviyorum” la başladım. Bakanın yanında oturan Hoca, bıyıklarının altından kıs kıs gülüyordu.

O’nu 45 gün süren bir tedavinin sonrası 21 Ocak 2015 günü kaybettik. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.

 20 yıldan beri bu konuda çok şey yazıldı, çizildi. Bilim adamları Marmara’da yeni ve büyük bir deprem bekliyor. Toplum olarak bu konuda hala bir bilinç ve duyarlılık yaratamadık. Alışkanlıklarımızdan vaz geçmeyi bir türlü beceremiyoruz. Alınan önlemler ise; göstermelik olmanın ötesine geçemiyor. Türkiye Afete Hazırlık ve Deprem Eğitim Derneği bile büyük çabalara rağmen tam amacına ulaşamadı. İlköğretim okullarında başlattığımız “ BİR MİLYON ÇOCUK, BİR MİLYON AİLE “ kampanyası hedefini bulamadı. Hatta, İstanbul’da belirlenen 470 adet toplanma alanının 300’ü imara açıldı, üzerlerine AVM’ler, gökdelenler dikildi.

Değerli Okurlar, deprem konusunun ülkemiz gündeminden hiç düşmediği bu günlerde, depremden korkmakla değil; bilgili ve bilinçli olmakla korunabileceğimiz, olası tehlike ve kayıpları en aza indirgeyebileceğimiz gerçeğinden yola çıkarak hazırladığımız anketi sizlere sunuyoruz. Dilerseniz bu anketle bu konudaki bilgilerinizi test edebilir, ya da yanıtlarınızı içeren anketi gazetemize geri gönderebilirsiniz. Böylece toplumumuzun deprem konusundaki bilgi düzeyi hakkında küçük de olsa bir veri elde edilebilecek ve ayrıca yanıtlanamayan sorular için gelecek yazılarımızda sizlere aydınlatıcı bilgiler sunabilme olanağı verebilecektir. 

 BU İDDİA BUGÜNE KADAR YALANLANMADI (!)

Marmara depremi olduğunda Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkan Yardımcısıydım. Binlerce insanımızı kaybettiğimiz bu felakette, daha fazla yurttaşımız da engelliler ordusuna katılmıştı. Kurum olarak çalışmalara yardımcı olmak, en azından yetkin elemanlarımızla hayatta kalanlara psikolojik destek vermek konusundaki talebim, aynı zamanda yerbilimci bir profesör olan bakanımız Şuayip ÜŞENMEZ tarafından kabul edilmemişti. Kullanmadığım yıllık izinlerimi alarak, o sırada Başbakanlık Müşaviri olan, rahmetli Faruk ÖZTİMUR’la hemen bölgeye intikal ettik. O, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanı, ben genel sekreteri kimliğimizle felaket alanında ne yapabileceğimizi araştırdık. Dönüşte Erzincan Depreminden deneyimli kardeşim, Karabük’te prefabrik konut üreten Süleyman ÖZEK’i aradım. İki günde, ücret almadan hazırladığı konutla altı adet seyyar tuvaleti dönemin MHP Karabük Milletvekili İlhami YILMAZ’ın tır aracıyla İzmit’e götürdük. Valiliğin yanında, Ekşioğlu İnşaat’ın arsasına, Süleyman’ın gönderdiği 12 işçiyle 24 saatte kurduğumuz küçük konut, bölgede konuşlanan ilk prefabrik yapı oldu. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Yardım ve Koordinasyon Merkezi adını verdiğimiz buradan çalışmalarımızı yürüttük. O dönem İzmit’teki 15’nci Kolordu Komutanı olan, Ergenekon müebbetlisi (!) Hurşit TOLON Paşa, askeriye üzerinden elektrik, telefon, faks ve internet bağlantılarımızı sağladı, ayrıca iki adet sahra çadırı verdi. Sakarya’dan Yalova’ya kadar bütün bölgedeki yardımları ve faaliyetlerimizi buradan sürdürdük. İki buçuk ay kadar bölgede kaldım. İşte bu arada IŞIKARA Hoca’yla tanıştım. Adeta çırpınıyordu. İnsanları bilinçlendirmek için deprem öncesi de sayısız uyarılarda bulunmuş, televizyonlarda, radyolarda konuşmuş, tehlikenin kaçınılmaz olduğunu ve büyüklüğünü anlatmıştı.

Deprem sonrası İzmit’te, Gölcük’te ve diğer yerlerde görüştüğümüz insanlar hep aynı şeyi söylüyorlardı. Denizin çekildiğini görenler olmuştu. Bazıları elleriyle deniz suyunun ısındığını hissetmişlerdi. Gölcük’ten Avcılar’a kadar olan bölgede bir çok kişi, o gece denizin tam ortasında çok parlak bir ışık bloğunun yükseldiğini ve ardından denizin kabardığını, hatta bu ışığın ateş topu şeklinde olduğunu anlatıyordu. Denizde meydana gelen bu değişimlerin görüntüleri sonradan DHA ve Milliyet Com.tr TV’de yayımlandı.

O gece Gölcük’teki Donanma Komutanlığı’nda devir teslim töreni yapılıyordu. Hiç görülmüş bir şey değildi ama, o sırada bir grup İsrailli subay ve uzmanlar da orada bulunuyordu. Ne işleri vardı ve ne yapıyorlardı, sorusu bugüne kadar hiç yanıtlanmadı. Bu konuda yazılanlarla ilgili hiçbir resmi açıklama yapılmadı. Dış basında da çeşitli makaleler ve yorumlar yazıldı. İddialar öyle güçlü dayanaklara dayandırılıyordu ki; insan dehşete düşüyordu. Marmara depremi, Endonezya’da, Şili’de en son Japonya’da olan depremlerle benzerlikler taşıyor, deprem öncesi yaşananlar birbiriyle örtüşüyordu.

6 Ağustos’ta, ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombasının 66’ncı yıldönümünde, köşemizde yayımlanan  “HİROŞİMA VE NAGAZAKİ SOYKIRIMI” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, Amerika HAARP adı verilen yeni bir silah türü geliştirmişti. Sırp asıllı Amerikalı bir bilim adamı olan Nikola TESLA’nın manyetik teorilerinin uygulandığı bu proje, Alaska’da hayata geçirildi. Kurulan istasyonda güneşten bin kat daha büyük bir enerji üretilerek iyonesfer tabakasına gönderiliyor ve 600 km yukarıdan dünyanın istenilen bölgesine yönlendirilebiliyordu. Işık görüntüsündeki bu yapay enerji, adeta mikro dalga fırın etkisi yapıyor ve yönlendirildiği bölgede deprem ve tsunami yaratıyordu.

Kaliforniya, Amerika’nın en çok deprem yaşanan bölgesidir. Buradaki San Andreas fayı bizim Kuzey Anadolu fay hattının benzeridir. Burada oluşacak bir depremin yaratacağı büyük kayıpların en aza indirgenmesi için ABD’nin önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Amerikalı bilim adamları işte bu HAARP diye adlandırılan yöntemle gerilen fay hattı üzerinde küçük depremler yaratarak basıncı dışarı atıp  depremin zararlarını azaltabileceklerini düşünmektedirler. Bu amaçla Avustralya’da, Güney Amerika And Dağlarında ve okyanus derinliklerinde çeşitli denemeler yapılmıştır. 

Marmara depreminin oluşumuyla ilgili olarak yapılan çeşitli yorumlar, böyle bir olasılık olabileceğini düşündürmektedir. 1950’den beri her olayda bizi adeta bir kobay gibi kullanan, dostumuz ve stratejik ortağımız ABD  (!), bu denemeyi bizim ülkemizde hem de gittikçe gerilen ve San Andreas’la benzeşen bizim fayımızda yapamaz mıydı ? Herkesin gördüğü, kameraların da görüntülediği  o ateş topu,  patlama ve alttan gelen büyük uğultu  neyin nesiydi ? 17 Ağustos’ta, saat tam 03.00’te denendiği söylenen ve İsrailli asker ve uzmanlar tarafından Gölcük’te yer altına monte edilen HAARP makinasının patlaması nasıl olmuştu ? Deniz dibinde oluşan büyük çukurun, denize yayılan radyasyonun tespit edilmemesi için dalışın ve bölgeye girişin yasaklanmasının, makina parçalarının ve ölen İsraillilerin cesetlerinin alelacele toplanmasının, sebebi neydi ? Yardım için geldiği söylenen, ama olayın ABD ve İsrail projesi olduğunu sezen Rusya’nın gemisine boğazdan geçişine niçin izin verilmemişti ? Bütün bu bugüne kadar yanıtlanmayan sorular ve birkaç yıl önce Kanadalı gazeteci Benjamin FULFORD’un Japonya’nın maliye eski bakanı Heizo TAKENAKA’ya, “ niçin ülkenizin maliye sistemini ABD ve Avrupalı uzmanlara bıraktınız “ sorusuna;  “ çünkü, deprem silahı ile tehdit edilmiştik “ yanıtını vermesi,  bu korkunç olayın bu şekilde gerçekleştirildiği kuşkusunu yaratıyor.

-25 Mayıs 2002’de gerçekleştirdiğimiz 10. Ayvalık Özürlüler Şenliği’nde bizlerle   olan IŞIKARA, tıklım tıklım dolu olan sinemada konferansını verdikten sonra birlikte dışarı çıkmıştık. Federasyon Genel Başkan Yardımcısı Hamdi ATAY’la “Hocam bir yemek yiyelim” dedik. Kabul etti. Belediyenin yanında, rıhtımın üzerindeki restorana geçerken uzun bir masada bakan, milletvekilleri, vali ve diğer protokol ziyafetteydiler. Bakan Hocayı masalarına davet etti. Hoca; “ buraya kadar gelip de konferansı izlemeyip yemeye başlayanların masasına oturmam”  deyince hepsi mahcup oldu. Rahmetli lafını esirgeyen bir kişi de değildi. Biz üçümüz ayrı bir masaya oturduk.

 Bu gerçekler karşısında ne yapabiliyoruz ? Toplumu deprem konusunda bilinçlendirebildik mi, basit ama gerekli önlemler konusunda uyarabildik, duyarlı kılabildik mi ? Türkiye’de 15 milyon 514 bin 953 konut, 1 milyon 427 bin 860 işyeri, 304 bin 548 kamu binası ve 546 bin 454 yazlık konut olduğunu gösteriyor istatistikler. Ödediğimiz bunca bedele, yapılan bunca uyarıya karşın konutlar için yapılan deprem sigortası sayısı bile, hala 3.4 milyonu geçmiyor.