Sigarayı bırakmak istediği ve birkaç kere teşebbüs ettiği / girişimde bulunduğu halde, bırakamayan gence şunları söylemek ihtiyacını duydum:

     İnsan ruh ve bedenden ibaret. Bedeni o şekilde yaratan ve içine rûh denen, bir ömürlük misafirini yerleştiren Allahtır. Böylece beden rûha, Allah’ın bir emaneti olmuştur. Emanete ise hıyanet hoş karşılanmaz. Tertemiz, alındığı gibi iade edilmesi / geri verilmesi gerekir. Ev sahibi bile, kiracısı çıkacağı zaman; evi girdiğinde nasıl buldu ise, aynı durumda teslim ederek terk etmesini ister.

     Kiradaki evinin duvarına, rastgele bir çivinin çakılmasının bile hesabını sorar!

     Elbette insan, emanet olan bedenine bilerek, isteyerek zarar vermez. Allaha karşı böyle bir kasıt ve niyet aklından bile geçmez. Fakat hasbelkader alıştığı sigarayı bir türlü bırakamaz. Oysa bedene rûh  hakim. 

     Sigara içmekle, bir bakıma beden rûha hâkim olmuş oluyor. Bedenin efendisi olan rûh; hizmetçisi olan bedenin buyruğuna girmiş gibi, tuhaf bir görünüm sergileniyor.

     Halbuki, sigara içmek rûhun değil, bedenin kötü ve zararlı bir alışkanlığıdır. İşte bu gibi husûsları nazara vererek, sigarayı bırakmasını iyice bir düşünmesini söyledim.

     Özellikle “Ben kimin evini kirletiyorum? Kimin emanetini kusurlu hâle getiriyorum?” sorularını kendisine sormasını istedim.

     Genç, hiç ummadığı bu hatırlatış karşısında, mahçup bir rûh hâli içinde yanımdan ayrıldı.

     Birkaç gün geçmemişti ki, genç tarafından telefonla arandım:

     “Hocam dedi, çok mühim bir noktaya dikkatimi çekmeniz; beni çok düşündürdü ve bana kesin bir karar verdirdi. Sigarayı bıraktım. Artık içmiyorum.”

  X

     Her mimar aynı malzemeyi kullanır. Aynı taş ve tuğlaları ve aynı keresteyi. Her mimar; mimarlıktan anlamayan fakat belli işleri yapabilen, öğretilen işleri yapması kendilerinden istenen birçok işçi ve usta çalıştırır. Fakat ortaya çıkan yapılar, birbirinden farklı ve başka başkadır.

     Aynı malzemeler kullanılmış ama; çok değişik tarzda, çok farklı görünümde binalar, köprüler, kentler, çeşme ve saraylar yapılmıştır.

     Tıpkı yazar, âlim ve şairler de aynı kelimeleri, aynı harfleri, aynı yazıyı kullanıyorlar ama; divanları, birbirinden başka. Eserlerin üslûpları değişik. Konular ele alınış biçimleri bakımından, çok farklı  şekiller arz ediyor. Çünkü malzeme aynı olsa da; onu kullanacak kabiliyetler, istidatlar çeşit çeşit. Bundan dolayıdır ki, aynı konuda bile olsa, birbirinden çok farklı eserler ortaya çıkıyor.

     Böylece bu tezahür, bu zuhûr ve bu meydana getirilenler; sanki susmayan birer senfoni olarak kulaklarımıza aksedip duruyor.

     Bu eserler her okunuşda, ilk okunuşdaki gibi, bâkir fikirlerle bizleri baş başa bırakıyor.

     Her okunuş; artan bir hazla, insanı mânen mest ediyor, tefekkür ummanına daldırıyor. 

X  

     Bütün bu ortaya konan sayısız eserler gösteriyor ki, bunların usta ve yapımcıları; kullanılan malzeme ve maddeler olmadığı gibi, bu malzeme ve maddeleri kullanan işçi ve çalışanlar da değildir.

     Her maddenin arkasında; onun ruhu mesabesinde olan bir mânâ, bir rûh var. Zaten her madde, şekil ve eser; rûhu hükmündeki mânânın; madde olarak kendisini göstermesinden başka bir şey değil. 

     Plân ve programlar aslında birer mânâdırlar. Madde olarak zuhûr ederek, ortaya çıkıp görünmek isterler. Bunların da arkasında, potansiyel olarak insan rûhu var.

     Rûh ise, bedendeki uzuv ve organları kullanarak; gerçekleştirmek istediği mânâyı; plân ve program hâlinde ortaya koyar. Rûh; akıl ve fikir safhasındaki mânâları; beden organları vasıtasıyla kullandığı âlet ve edevatla; çeşitli madde ve malzemeleri de kullanarak; medeniyet dediğimiz muhteşem manzara ve görüntüyü gözler önüne sermiş ve hâlâ da sermektedir.

X