Herkesin bir vatanı vardır. Ama herkes kendi vatanını başkalarının vatanından daha çok sever. Çünkü orası yaşadığı acı tatlı hatıraların mekânıdır. Fakat diğer insanların kendi vatanlarını sevmelerini de, tabii karşılamalı. Onların vatan sevgilerine saygı duymalı. Böyle yapmayıp da, “Sadece benimki vatandır!” deyip, diğer vatanları; vatandan saymazsa, bu bir nevi ırkçılıktır. 

     Herkes babasını, diğer babalardan daha çok sever ve sevmeli. Ama diğer babalara da saygı duymalı. Fakat “Sadece benim babam babadır!” deyip de, diğerlerini “Baba” saymadığı için, sevgi ve saygıya değer bulmuyor ise, bu da bir çeşit ırkçılıktır. 

     İnsan annesini çok sever. Öteki analarla kıyaslanamayacak şekilde çok sever. Sevmeli de. Fakat diğer annelere de saygı duymalı. Onları da, kendi anası gibi sevgi, saygı ve hürmete lâyık görmeli. Böyle yapmayıp da, “Anne deyince, bir tek ana vardır. O da benimki! Başkaları ana sayılmaz!” derse, işte bu ırkçılıktır. 

     Bu şekilde birçok misal ve örnek verilebilir. Fakat insan, tabiri caizse, “Rabbena hep bana!” dememeli. 

     Herkes, aralarında doğup büyüdüğü milletini sever ve sevmeli. Ama diğer milletlere de, saygı duymalı. Mensuplarını; kendi milletinden ve din kardeşlerinden olmasa bile, insan olarak kardeşleri olduğunu unutmamalı. Aksi duyuş ve bakış tarzları; gayri insanî / insanca olmayan bir davranıştır.

     İşte bu ırkçılıktır! Uzak durmalı. 

     Yunusca bir tavır sergilemeli; yaratılmışı, Yaratandan ötürü sevmeliyiz.

     Her şeyin müspeti, mendîsi / olumlusu, olumsuzu olduğu gibi, millete bakışın da, iki yönü vardır:

     Müspet milliyet, menfî milliyet. Biri yerinde ve doğru bir yaklaşım. Diğeri menfî, ırkçı bir davranış olup, terk edilmesi gerekir.

     Şu hususları da, göz ardı etmemek lâzım. İnsanın milletinden övgüyle bahsetmesi, diğer milletleri kötülüyor ve yeriyor demek değildir. 

     İnsanın vatan sevgisini, milletine bağlılığını dile getirmesi; başkalarını rahatsız etmemeli. 

     Arkadaşıyla konuşan birinin ona “Sen ne iyi bir insansın.” dediğinde, yanındaki diğer arkadaşının “Yani ben kötü müyüm?” diyerek, menfî bir mânâ ve anlam çıkarması; ne kadar yanlış ve yersiz bir tepkidir. Çünkü birini övmek, diğerini yermek demek değildir. 

     İnsanın yeri geldiğinde milletini övmesi ve bununla övünmesi karşısında; işitenin menfî duygular edinmesine yol açması; “Yarası olan gocunur!” hükmünce, çok çirkin, yanlış bir tepki ve davranıştır.   

  X

     “Geziye çıkmadım, çıkamadım! Çünkü yeteri kadar param pulum yok!” diye üzülmeyin. Yolculuğa kendi içinizden başlayın. Asıl kendinizi bilmek, bulmak, anlamak ve keşfetmek için, kendinizden kendinize, yani iç âleminize doğru maddeten ve mânen yola çıkın. Bakın neler göreceksiniz neler. Hem de beş kuruş harcamadan.

     “Dünyaya keşfetmek için bakın.” denildiği gibi, siz de kendinizi keşfetmek için, kendi içinizde seyahate çıkın. Çünkü seyrine doyum olmayan bir gezi yaparak; kendinizi fethe çıkmış olacaksınız. 

     Zaten bu fetih gerçekleşince; çok şeyin içyüzü de anlaşılmış olacak.

     Bu maceralı yolculukta, yepyeni bir heyecan duymak istiyorsanız, daha ne duruyorsunuz be dostlar: 

     “Haydin sefere!”

X

     Arkadaşını çok mutlu ve sevinçli gören Erdem: 

     “Seni çok neşeli, mesrur ve sevinçli görüyorum birader! Acaba sebebini öğrenebilir miyim?” diye sormaktan kendini alamaz. Arkadaşı: 

     “Sorma birader der. Bu gece sabaha kadar üç yüz sayfalık bir kitap okudum ve sadece bir kelime öğrendim! İşte sevincim bu yüzden!” 

     Erdem, Hz. Ali’nin: 

     “Bana bir kelime öğretenin, kulu kölesi olurum!” anlamına gelen sözünün hikmet ve inceliğini bir kere daha, müşahhas ve somut bir şekilde anlamış olur.

X

     “Kur’anı anlamadan okuyorsan, hiç okuma daha iyi!” Diyenlere deriz ki: 

     Elbette Kur’anın mânası bilinerek okunması çok daha iyi. 

     Fakat mânâsını bilmese de; Kur’an İlâhî bir kelâm olduğu için, diğer kitap okuyuşlarında olmayan ve hiçbir kitabın lâfzında bulunmayan bir müessiriyeti, etkisi ve ruha tarifi imkânsız bir işleyişi vardır. 

     Bunun içindir ki, mânâsı bilinmese de, okumaktan vazgeçmemeli. 

     Nitekim kullandığımız ilaçların terkibini bilmeyişimiz; onları kullanmayı bırakmamızı nasıl gerektirmiyorsa, ilâcın mahiyetini bilmeyişimiz de; ilaçtan istifademize bir engel teşkil etmez.

     Hastaya: “İlacın nasıl ve neden yapıldığını bilmiyorsan, o halde kullanma!” denilmez. 

     Çünkü ilacın tesiri; hastanın ilacın terkibini bilmesine bağlı değildir.