Bazen yazan, bazen yazılan önemlidir.

     Yazana bakarak esere bakmamak olmaz.

     Yazılana bakarak, yazana cephe alınmaz.     

     Fırıncıyı beğenmeyen, ekmek almaktan vazgeçmeli midir?

     “Huz ma safa, da’ ma keder.”

     Yani “Her şeyin iyisini al, kötüsünü bırak.” düstur ve prensip olmalı.

x

     “Ummadığın taş, baş yarar!” sözünü unutmayalım.

x

     Bir söz için: - Kim söylemiş?

                          - Kime söylemiş?

                          - Niçin söylemiş?

                          - Ne makamda söylemiş?

     Gibi soruların cevap ve yanıtlarına bakmak lâzım. Onları nazarı itibara almak gerek.

x

   “Türkçe öğrenen Almanların sayıları gittikçe artıyor!” muş.

     Desenize Almanlar hakkında “Bahtiyar Alman milleti.” diyen zâtın; bu söz ve hüküm hakkındaki tespit ve öngörüsü gerçekleşmek üzere. Demek ki, Almanya İslâma hamile / gebe!

x

     “Amaç, araçları meşru kılar!” diyor menfî Batı!

     İşte Makyavelizm budur! İslâmî görüşün tam zıddı.

     Oysa dâvâ da hak olmalı, usûl ve metot da. Bâtıl metotla Hak’a hizmet olmaz ve olmamalı.

     Halkımız bunu çok veciz bir şekilde ifade etmiştir: “Kem âletle, kemâlât olmaz.”

     Nitekim, usta bir marangoz; kör bir keserle, iyi bir şey yapamaz. Ustalığını gösteremez.

   x 

     Elektrikler kesilince, âletler çalışmaz. Ampuller söner, ışık vermez.

     Çünkü âlet ve ampul; elektriğin kaynağı değil, zuhur ettiği, yansıdığı, göründüğü yer; elektriğin zuhur ettiği ekrandır. Evet ekran; kaynak değil, mazhardır. Tıpkı sinema perdesinin, oynatılacak filme sahne, ekran, mazhar / zuhur ettiği mekân olması gibi.

     İşte beden de, ruhun kaynağı değil; zuhur ettiği, göründüğü ekran, mekân ve ruhun aynasıdır.

     Nasıl ki, aynada görünen aynadan kaynaklanmıyor. Sadece onda görünüyor, onda yansıyor. 

     Yani beden; ruha ekranlık vazife ve görevini yapıyor.

 x

     Ölüm ile bedenden ayrılan ruh ölmüyor. Bir nevî / bir çeşit bekaya mazhar oluyor. Kendini başka bir mekânda buluyor.

     Öğretmen; kara tahtaya ihtiyaç duyduğu gibi, ruh da beden denen kara tahtaya muhtaç.

  x

     Manânın da görünmek için, Yûnus’un “Ete kemiğe büründüm, Yûnus diye göründüm.” demesi gibi harf, kelime ve cümlelere bürünmesi gerekiyor. Yani yazılması icap ediyor. Mâna ve anlamlar yazı olarak tezahür ediyor, kendini gösteriyor. Yani harfler; mânanın kendisi değil, tezahür ve zuhur ettiği yer ve ekran oluyorlar. Yoksa kelimeler; ruh hükmünde olan mânanın kendisi değil, sadece bedenidirler.

 x

   “Vücut (Varlık), Âlem-i Cismanîde Münhasır (Madde Âleminden İbaret) Değil

     Vücudun (varlığın) hasra gelmez (sınırlanamaz) muhtelif (farklı farklı) envaı (cins ve türleri),

     Münhasır olmaz (kısıtlanamaz), sıkışmaz şu şahadet âleminde (görünen dünyada).

     Âlem-i cismanî (Maddî âlem) bir tenteneli perde (arkasını gösteren dantel perde) gibi,

     Şulefeşan (ışık saçan) gaybî (görünmeyen) avalim (âlemler, dünyalar) üzerinde.”