Firavun’dan bahsetmeden Hz. Musa’yı anlatabilir miyiz?

     Şeytan’dan söz etmeden Hz. Âdem’i konu edebilir miyiz?

     Rusya’dan bahsetmeden, Osmanlı Tarihi’ni yazabilir miyiz?

     Mustafa Kemal’i zikretmeden, Millî Mücadele’yi ele alabilir miyiz?

     Muhalefeti hesaba katmadan, Demokrasi’den dem vurabilir miyiz?

     Dünü bilmeden, anlamadan; yarınlara yelken açabilir miyiz?

     Menfîyi / olumsuzu bilmeden, müspeti idrak edebilir miyiz?

     Nitekim Hz. İsa’ya sormuşlar:

     “Ahlâkı kimden öğrendin?” “Ahlâksızdan.” demiş.

     Çünkü dünya, zıtlar dünyası. İyi - kötü, güzel - çirkin, doğru - yanlış vs.

     İyiyi, güzeli, doğruyu ve bu gibileri anlamanın yolu;

     Onların zıtlarını tanımakla mümkün ve olası.

     Nitekim ebedî hayattaki daimî güzellikler ve her türlü zevk u safalar,

     Bu nimet ve kazançların menfîlerini;

     Dünyada tanıma ve bilmemizden kaynaklanacaktır.

     Eğer dünyada bu menfîlikleri tanımamış olsaydık;

     Cennetten tat ve lezzet almamız imkânsız olacaktı.

x

     Hakikati, kaynağından öğrenen, söyleyenin nasıl biri olduğunu anlar.

     “Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz. Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde.”    

     Eser, sahibini ele verir. İşi bilip bilmediğini ortaya koyar.

     Kişilere bakarak, bağlı oldukları şeyler hakkında, menfî fikir yürütmemeli.

     İşin hakkını veremeyen kişiler yüzünden, yaptığı iş ve konuya cephe almamalı.

     Anlamadığı kitaptan dolayı, kitaba ve yazara karşı çıkmamalı.

     Hakkını vermeyen, gereğini yapmayanlara bakarak, inanca düşman olmamalı.

x

     Bir sözü hemen ne onaylamalı, ne de hemen karşı çıkmalı.

     Beklemeye almalı, kuluçkaya yatırmalı.

     Kim söylemiş, Kime söylemiş, Ne için söylemiş, Ne makamda söylemiş;

     Sorularının müspet - menfî çerçevesinde kabul veya reddetmeli.

x

     Elmayı yaratanla, dili yaratan aynı olmazsa, elmayı tadamaz, lezzet alamayız.

     Bütün meyve ve yiyecekleri böyle bir kıyasa tabi tutarsak;

     Hepsinin Hâlıkı ve Rabbisinin bir olduğunu idrak etmiş oluruz.

x

     Zâtında doğru olan bir sözün, mukteza-yı hâle,

     Yani zaman ve hâle göre de doğru olması gerek.

     Çünkü her sözün doğru olması lâzım.

     Fakat, her sözü doğru diye, her yerde söylemek doğru değil.

x

     “İhtilâf ü tefrika endîşesi,

     (Anlaşmazlık, bozuşma ve ayrılık düşüncesi,)

     Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;

     (Kabrimin köşesinde hattâ kararsız eyler beni;)

     İttihadken savlet-i a’da-yı def’e çaremiz,

     (Düşmanın saldırısını def’ etmek için çare, birlik beraberlik iken,)

     İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni.

     (Birlik olmazsa millet, üzülürüm ben.)

 (Yavuz Sultan Selim)