Ortadoğu’nun tozu dumana katan gelişmeleri içerisinde bazı şeyler gözden kaçmaktadır. Filistin’e BM nezdinde gözlemci devlet statüsü verilmesinin genellikle yazılanların dışında iki önemli sonucu daha vardır: Coğrafi olarak iki parçalı olduğu gibi siyaseten de bölünmüş olan bu ülkenin iki yakası böyle temel bir konuda bir araya gelebilmiştir. Temennimiz bu süreç devam eder. Bir sürü felaket yaşanırken Hamas ve El-Fetih yakası “bu mazlum halkın geleceği için nasıl işbirliği ve güç birliği yababiliriz”i konuşur da birbirlerinin kuyusunu kazmaktan vazgeçer.
BM’deki oylamanın diğer bir sonucu ise İsrail ile yeminli destekçisi ABD’nin bütün çabalara rağmen bu konuda yalnızlığa mahkum olmasıdır. Dünyanın bu zulmü tescil etmesi ile ABD ve İsrail’in de bundan herkes için faydalı dersler çıkartacağını ümit ediyoruz. Gözlemci devlet statüsü almanın Filistin’in bugünkü sorunlarını çözmede çok da anlamlı bir etkisi olması beklenmese de bu iki hususu önemli buluyorum.
Türkiye Filistin rüzgarı yanında patriotları da tartışırken sessiz sedasız bir olay gerçekleşti. Aylardır “misafir” ettiğimiz Irak “eski” Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi ülkemizi terketti. Genellikle kenar haberlerde yer alsa da bu durum ülkemiz için önemli bir gelişmedir. Yanlışta ısrar ne kadar zararlı ise hatadan dönüşte takdir edilmesi gerekli bir gerçektir. Aksi takdirde Bağdat ile hançerlenmiş ilişkilerimiz, “Büyük Savaş”ın kaçınılmaz nedenlerinden olacaktır.
Geçte olsa Irak’ın da bağımsız bir devlet olduğunu, bu ülkenin egemenlik yetkilerini kullanan organları bulunduğunu içimize sindirmemiz lazım. Yargı müessesesinin adil kararlar vermemesi, vatandaşlarını haksız yere tutuklaması, yalancı şahitlerle mahkum etmesi her ülkede olduğu gibi Irak’ta da görülebilir. Ancak bütün bunlar Irak’ın iç meselesidir. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. Bunları yazarken Haşimi’nin gerçekten suçsuz olduğunu ima etmiyorum. Suçlu olduğu yönünde de bir iddiam yok. Sadece egemen devletin yetkilerine işaret etmek istiyorum.
Irak’ın artık görevde olmayan Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi ile ilgili tam da ABD askeri çekilme aşamasında çok ağır iddialar gündeme geldi ve tutuklama kararı çıkartıldı. Bir müddet özerk Kürt bölgesinde ikamet eden Haşimi Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine yerleşmenin yollarını aradı. Kabul edilmedi. Nihayet Nisan başında “tedavi maksadıyla” Türkiye’ye geldi.
Haşimi Türkiye’de iken Interpol, kırmızı bülten ile tutuklanması kararını çıkarttı. Hakkındaki iddialar ve savcılık kararı aylardır gündemde olduğu halde Türkiye’de iken Interpol’ün böyle bir kararı sanki hedef Türkiye-Irak ilişkileriymiş gibi yorumlandı. Öte yandan Bağdat’ta hakkındaki iddialara dayanarak yargılama süreci başlatılmış ve korumaları Haşimi’nin aleyhinde şahitlik yapmıştır.
Bütün bunlar gerçek dışı delil, yalancı şahit ve çeşitli baskılarla ulaşılan sonuçlar olabilir. Ancak büyük çoğunluğu Şii olan Irak’ta bir mezhep çatışması çıkarılmasının senaryosu uzun zamandan beri yazılmaktadır. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Arap Baharı eylemlerinin olgunlaşması aşamasında Pakistan’dan Mağrip ülkelerine Sünni-Şii çatışması için bir çok tezgahlar hazırlanmış durumda. Böyle bir aşamada Türkiye’nin tarihi görevi bir tarafta yer almak değil, bu çatışmayı önlemek, en az hasarla sonlandırmak, bütün tarafların inanacağı, güveneceği arabulucu rolünü muhafaza etmektir.
Bugün Türkiye’nin yer aldığı taraf gerçekten haksızlığa uğramış olabilir. Bu olayda Haşimi, iddia edildiği gibi Türk dostu olduğundan dolayı iftiralara maruz kalmış olabilir. Ancak bu durum kışkırtılan Şii kitleleri görmemize engel olmamalıdır. Irak’ta Türk bayraklarını ayaklar altına alanların cezalandırılması sorunu çözmez. Halkın böyle bir yola başvurmasına yol açan saikleri ortadan kaldırmak gerek. Bugünkü şartlar altında Türkiye, Haşimi’nin en son ikamet edeceği ülke bile değildi. Bu şahsı Bağdat yönetimine teslim etmek de doğru bir hareket olmazdı. Fakat diplomaside siyah-beyaz dışında birçok ara tonlar bulunmaktadır ki biraz geç kalmakla beraber Ankara’nın Haşimi’yi ülke dışına çıkarmasını takdir ediyorum.
Diplomasi aynı zamanda çare bulma sanatı olup en yanlış opsiyonu uygulama yöntemi değildir. Biz yıllarca M.Salih’i ülkemizde barındırmadık, Özbekistan ile ilişkilerimiz daha fazla kötüleşmesin diye. Üstelik M.Salih’in muhalefet lideri olmaktan başka bir suçu yoktu. Haşimi hakkındaki iddiaların doğru çıkması durumunda ne yapacağız? Haşimi kendisini savunacak yargısal imkanlara sahiptir. Interpolün hakkındaki kararına da yine kendi imkanları dahilinde itiraz eder ve sonuçlarını bekler. Bağdat ile ilişkiler ise yeniden tamir sürecine girer. Türkiye-Bağdat ilişkilerinin düzelmesine, Türkiye ve Irak’ın yanında Özerk Kürt Yönetimini’nde hatta bütün unsurlarıyla Suriye’nin de ihtiyacı var. Bölge dışı güçler bütün hesaplarını çatışmalara bağlamış olabilir.
Diğer sevindirici gelişme ise Cilvegöz sınır kapısının açılması ve bir anda TIR kuyruğunun yolları doldurmasıdır. Açılan kapıdan giden malın Şam yönetiminin mi muhaliflerin mi kontrolündeki bölyeye gideceğini TIR şöförleri de bilmiyor. Bunu bilmeleri çok da önemli değil. Zaten bu Suriye’nin iç meselesi değil mi? Bu coğrafyada akan kanların en büyük sorumlusu dış müdahaleler değil mi?